2 milyonu aşkın kişinin iştirak ettiği Herkes O’nu Okuyor projesini, kampanyada okunan kitaplardan ‘Efendimiz’in yazarı Reşit Haylamaz ile konuştuk. Haylamaz, “İslâm dünyası olarak bugün, Efendimiz’e (sas) uzaklığımızın bedelini ödüyoruz.” diyor.Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed’in (sas) hayatını ne kadar biliyoruz? Hem O’nun hayatını öğrenmek hem de öğrendiklerimizin sonucunda O’nu ziyarete gitmek mümkün mü? Peygamber Yolu Derneği’nin düzenlediği Herkes O’nu Okuyor projesi milyonlarca insana bu imkânı sundu. 7’den 77’ye kadın-erkek 2 milyonu aşkın kişi kampanyaya iştirak etti. Yurt çapında düzenlenen sınavlar sonucunda binlerce kişi umre ile ödüllendirildi. Sınavlar üç kitaptan yapıldı. Kitaplardan biri de yazar Reşit Haylamaz’a ait ‘Efendimiz’di. Haylamaz ile hem kampanyayı hem de Efendimiz kitabını konuştuk. Bir de, toplumda yaşanan son olaylar ışığında ‘Efendimiz (sas) bugünkü Müslümanlara nasıl seslenirdi?’ diye sorduk.Herkes O’nu Okuyor kampanyası yurt çapında büyük ilgi gördü. Böyle bir kampanya nasıl doğdu?Yaklaşık üç yıldır Anadolu’nun farklı şehir veya kasabalarında küçük çaplı da olsa yapılan bir uygulama vardı. Bunların bir kısmına davet edilmiş ve Efendimiz’in (sas) farklı yönlerini anlatmaya çalışmıştım. Geçtiğimiz yılki, Kutlu Doğum Haftası’ndan sonra bu işe katkısının olabileceğini düşündüğümüz arkadaşlarla, söz konusu etkinlikleri ülke geneline yayma fikrine odaklandık. Böylece bilhassa son birkaç aydır birilerinin sürekli kin ve nefreti körüklediği ülkemizde, yediden yetmişe her kesimin dâhil olduğu ve temelini Peygamber sevgisinin yoğurduğu bir etkinlik başladı. Normal şartlarda hiç gündeminde olmayan insanların gündemine Efendimiz yerleşti. Aylarca evlerinde ailecek O’nu okudu, O’nu konuştu ve O’nun sevgisiyle vakit geçirdiler. Torunların yanında nine ve dedelerin aynı heyecana ortak olmasına şahit olduk. Ancak bu, O’nu tanıtmaya vesile olacak adımlardan sadece birisi.Peygamber Yolu Derneği olarak bu istikamette başka projeleriniz var mı?Elbette. Sadece belli başlı zaman dilimlerinde değil de Efendimiz’i (sas) yılın her gününde gündemde tutabilecek başka projeler üzerinde çalışıyoruz. O’nun hayatında iz bırakan önemli günleri tespit ederek o günlerin muhtevasını günümüz insanına ulaştırmayı hedefliyoruz. Daha büyük kitlelerin dikkatini çekebilecek prodüksiyonlar üzerinde çalışıyoruz.Toplum, Hz. Muhammed’in (sas) örnek yaşamı ve sünnetinden ne kadar haberdar?Herkesi aynı kefeye koymak doğru olmaz, geldikleri kültür ortamlarına göre farklılar. Efendimiz’i (sas) tanıma ve örnek hayatını hedef alma konusu da bu farklılık nispetinde renkli. Ancak şu bir gerçek ki hangi kültür ortamından gelirse gelsin Anadolu insanının gönlünde bir Peygamber sevgisi mevcut. Bu mayanın işlenmesi ve açığa çıkarılmasına ihtiyaç var. Toplum olarak uzun bir fetret döneminden geçmiş gibiyiz, en iyi bildiğini söyleyenlerimizin dahi O’nu tanıyıp bildiğini söylemesi imkansız! Tanıyıp biliyor olsaydık, zaten şu günümüzden daha farklı bir yerde olurduk. Ne acı ki İslam dünyası olarak bugün, Efendimiz’e (sas) uzaklığımızın bedelini ödüyoruz.Bunu biraz daha açabilir misiniz? Peygamber Efendimiz’e (sas) inanıyoruz ama onun meseleler karşısındaki tavrını bilmiyoruz. Zannediliyor ki hayatı boyunca sadece savaşmış ve cihat yapmış...Evet, genellikle savaş odaklı bir Peygamber algımız var. Halbuki O (sas), yaşatmak için gelmiş. Savaşlar çok tali bir konu. Peygamber olarak yaşadığı 8 bin gün içinde aktif savaşın cereyan ettiği zaman bir günü bile doldurmuyor. İslâm medeniyetinin temellerinin atıldığı 7 bin 999 günü göz ardı edince bu kaynaktan istifade edememiş oluyoruz. Üstelik hiçbir savaşı Efendimiz (sas) başlatmamış ve hep müdafaada kalmış. Bu açıdan bakıldığında O’nun savaşları, bizim Çanakkale veya Haçlı Seferleri’ne benziyor; boğazınıza dayandığında aklınızı, canınızı, malınızı, iffetinizi ve dininizi korumak, İlahi bir vazife. Şu da bir gerçek; düşman karşısında caydırıcı güç bulundurma ve gerektiğinde müdafaa adına savaşmak da bir yöntem. Ancak burada bile Efendimiz’in (sas) farkını görüyoruz; iç hukuku tüketip diplomasinin imkânlarını sıfırlamadan kendisine kılıç çekene bile kılıç çekmiyor. Mesela, yanında taşıdığı kılıcında bir damla kan yok. Kendisiyle savaşmaya gelenlerin arasında kadın ve çocukların da olmasına rağmen O’nun olduğu yerde ne bir kadın ne de bir çocuk öldürülmüş. Savaşın içi bile şefkat ve merhametle örgülü. Bütün köprülerin yıkıldığı yerde dahi geleceği inşa adına farklı adımlar var. Savaşın tabii neticesi olan esirlere bile muamele çok farklı. İşin merkezinde, insanı öldürmek değil, kazanmak ve insanca yaşatmak var.Hz. Muhammed’in (sas) bulunduğu coğrafyada kendisine inanmayan insanlar da vardı. Yahudiler, Hıristiyanlar ve puta tapanlar... Efendimiz’in (sas) o insanlar ile ilişkisi nasıldı?Bu, başlı başına bir konu. Günümüzün birçok problemini çözme potansiyelini de içinde barındırıyor. Mekkelilerle münasebetleri açısından ‘Şefkat Güneşi’ ismiyle bir kitabımız yayımlandı. Şu sıralar Medine’deki muhatapları açısından Efendimiz’in (sas) hayatını çalışıyorum. Son yüzyılda oluşan algıdan çok farklı bir Nebevî duruş var. Reaksiyoner ve hislerle hareket ettiğimiz için realiteyi göremiyor veya belki de işimize gelmediği için görmezden geliyoruz. O’nun hayatında, Kıyâmet’e kadar yaşanması muhtemel bütün problemlerin cevabı var; nasıl okuduğumuz önemli.Şu zamanda Hz. Muhammed’in (sas) bize en büyük tavsiyesi ne olurdu?Efendimiz’in (sas), bedeni itibarıyla dünyadan ayrılmadan önceki son cümlesi, ümmetine namazı tavsiye olmuş. Aynı zamanda O’nun Veda Haccı, ümmetiyle vedalaştığı yerdir ve orada iki husus öne çıkar. Bunlardan biri Kur’ân, Sünnet ve Hulefa-i Râşidîn çizgisine sımsıkı sarılma, diğeri ise 23 yıllık müktesebatı güneşin doğup battığı her yere götürme. Efendimiz’in (sas) hayatında irşad ve tebliğ, çok önemli ve merkezî bir yer tutuyor. Kendisini başkalarına adayan ve yaşatma idealiyle dolu bir Peygamber’in, tavsiyelerinin hangi istikamette olacağı da bellidir.Bugünlerde Müslümanların birbirlerine hiç olmadığı kadar yalan ve iftira attıklarına şahit oluyoruz. Bunca hakaretin Müslümanların dilinde dolaşmasını neye bağlıyorsunuz?Genelde, olması gereken değil, kültürel bir Müslümanlık hâkim. Hizip ve ekollerin kriterleri, Efendimiz’in (sas) hayatına ait güzellikleri gölgeleyecek noktaya gelmiş. Maalesef, Hâricî ve Râfizî ekollerinin ağzına benzer, kaba ve kirli bir dil kullanıyoruz. Bu anlamda bir ilk değil yaşadıklarımız; Mekkeli müşriklerin üslubu da böyleydi; kaba ve çirkin. Fitnenin kol gezdiği demlerde başta Râşid Halifeler olmak üzere önde gelen sahabeye de zamanında aynı dil kullanılmış. Hârûrîler, Haricîler, Râfizîler, Şia… Bu dili hâlâ bir coğrafya kullanmaya devam ediyor. Sanırım bizimkiler de bu dili oradan devşirdi; körle yatan şaşı kalkar.Müslümanlar birbirlerine münafık, hain, imanından şüphe ediyorum gibi hakaretlerde bulunuyor. Bizzat ülkenin muhafazakâr başbakanının ağzından bu ve buna benzer cümleler dökülüyor. Dedik ya; muhtemelen, kendi evlerinin bir ferdi gibi gördükleri insanlardan devşirdiler bu üslubu. Şia’nın en öndekiler dahil Ashâb-ı Kirâm için söylediklerine bakarsanız bunu çok iyi anlarsınız. Aslında bugün çoğu insanın fark etmediği bir Şialaşma yaşıyoruz. Maalesef bunun taşıyıcısı da, aynı dili kullanan mevcut iktidar ve ölümüne onları kutsayan yandaşlar oldu. Bu dili Efendimiz, “ümmetin Firavun’u” olarak tarif ettiği Ebû Cehil için bile kullanmamış, kullandırtmamış. Oğlu İkrime Yemen’den gelirken, babasının aleyhinde konuşmama konusunda ümmetini ikaz etmiş. Hatta babasına nispet edildiği yerde bu nispeti kullanmayı yasaklamış ve “Ebû Cehil’in oğlu İkrime!” bile dedirtmemiş. Aynı şey, Süheyl İbn-i Amr ve Safvân İbn-i Ümeyye gibiler için de geçerli. Maalesef bazılarının heva ve hevesleri, dinin kriterlerinin çok önünde. Kur’ân’ın ifadesiyle yapılanları Allah da, Resûlü de, müminler de görüyor ve bunların hepsinin hesabını bir gün Allah (cc) mutlaka soracaktır.Herkes O’nu Okuyor kampanyası neticesinde bir sınav yapıldı ve neticesinde binlerce hediye ve umre hediye var. Bu kampanyadan hareketle Türk televizyonlarının birinde Peygamber Efendimiz’in (sas) hayatını konu alan bol ödüllü bir yarışma programı düzenlenebilir mi?Elbette. Bunu işin başından beri konuşup durduk. Belki de bunun için öncelikle böyle bir sürecin yaşanması gerekiyor. Zira bizim insanımız genelde gördükten sonra ikna oluyor. İnşaallah bahsini ettiğiniz yarışma gerçekleşir.Siz, hem derneğin kurucusu hem de bu sene okutulan kitaplardan birinin yazarısınız. Kitabınızla ilgili ne tür tepkiler alıyorsunuz?Hemen her gün halkın içindeyim. Çok güzel bir ilgi-alâka var. Elbette bu, Efendimiz’e (sas) karşı duyulan sevginin neticesi. Hayatında okuduğu tek kitabın, Efendimiz’i (sas) anlatan bu kitap olduğunu söyleyen insanlarla karşılaştım. Kitabı; toplumun çok farklı kesimleri ve yaş grupları okudu. İki milyonun üzerinde bir satış grafiğine ulaştı.Kitaba bazı itirazlar, eleştiriler de oldu...Evet. Kitaba değil, kitabın 252. sayfasına; Efendimiz’in (sas) Mi’râc’dan dönüşünü anlatırken, herkesin elinden tutmak için yeniden aramıza gelişinin ele alındığı yerde zikredilen “Kim, ‘lâ ilâhe illallâh’ derse Cennet’e girer!” mealindeki hadise itiraz ediliyor. Keşke, kitabın o sayfasını ezberleyeceklerine bu hadisi ezberleselerdi. İtiraz edenler de, genelde aynı nefret dilini kullanan, aynı coğrafyanın refleksleriyle hareket eden insanlar. Sözünü ettiğimiz hadise ilk defa karşı çıkanlar da zaten Hâricîler, Râfizîler ve Mu’tezile olmuş.İtirazları ne?Efendimiz’i anlatan bir kitapta Efendimiz’in inkarı gibi bir garabet olabilir mi? Sözde, kitapta bu söyleniyormuş! Bir kere bu cümlenin sahibi ben değilim; bu beyan Efendimiz’e ait. Hâşâ kendi kendini mi inkâr ediyor? Kitabı okuyan 2 milyon insan onların anladığı gibi anlamamış bu kısmı. Metne aklıselim ile bakılsa, aksi bir sonuç çıkacağına ihtimal vermiyorum. Ancak metinden ziyade kendi zihinlerindeki algıyla kitabı mahkûm ediyorlar. Bu eleştiriler kitabın Yeni Şafak’ta promosyon olarak verildiği günlerde kendini gösterdi. Geçen yıla kadar da münferit bir-iki kişi seslendiriyordu. Ancak geçtiğimiz yıl, aynı hafta içinde birbirine tezat iki yayın kuruluşunda mesele manşet yapıldı. Bu, konunun daha arka planda bir yerlerde pişirilerek servis edildiğinin açık göstergesiydi. Kendilerini destekleyecek bir müftü de buldular. İşin doğrusu o hocamız adına çok üzüldüm. Zira Peygamber’ine ait sözün arkasında duramadı ve “Evet, bu bir hadîstir” diyemedi. Sözü edilen beyan, hadîs kaynaklarında yer alan nebevî bir söz. Hatta o sözün, Hazreti Cebrâil’e ait olduğu, bir yerde de Allah’a ait bir beyan olduğu da ifade ediliyor. Bilindiği gibi bu türlü beyanlara ‘kudsî hadîs’ deniliyor.Dini bilen insan buna nasıl karşı çıkıyor?Dedik ya; hizip ve ekoller, dinin önünde duruyor. Önce mahkum edip, sonrasında delil üretme ahlaksızlığı var. Hem, “Lâ ilâhe illallâh” demek, “Muhammedün Resûlullah”ı inkâr manasına gelmez ki. Bu, kuşatıcı bir başlık gibidir. Öncelikli bir meseledir; bunu söyleyen Muhammedün Resûlullah’ı da söyleyecektir. Zaten ehl-i kitaba seslenirken Kur’ân, öncelikli olarak tevhide çağırmaktadır. Efendimiz’in zikir olarak tavsiyelerinde de hep “Lâ ilâhe illallâh” vardır. Hudeybiye’deki anlaşmadan “Muhammedün Resûlullah”ı silen, bizzat Efendimiz’in kendisidir; bu, kendisini inkar manasına mı gelmektedir?Yaşadıklarınız nefret söyleminin bir sonucu gibi...Ne yazık ki. Bu nefret söyleminin kalıcı hasarlarından birisi de, dini değerleri ayak altına düşürmek oldu. Şimdilerde Diyanet’i de bu emellerine alet etmeye başladılar; ki bu, tuzun kokması demektir. Halbuki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ‘Hadislerle İslâm’ adıyla en son çıkardığı külliyatta bu hadislere de genişçe yer verilmiş, keşke oraya baksalardı. Siyasetin açığını kapatmaya odaklanırsanız, sürekli açık verirsiniz. Şu da bir gerçek ki dine bağlı birisini tekfir etmek, ortada kalmayacak bir cürümdür; Efendimiz’in beyanına göre, tekfir edilen kişi bu sözün muhatabı değilse, o söz havada kalmaz, sahibine geri döner.Kimliğinden dolayı Efendimiz’in arasına mesafe koyduğu kimse yokHıristiyan ve Yahudilerin cennete gireceğini iddia ettiğinize yönelik eleştiriler de okudum…Evet. Halbuki ilk defa bunu, Diyanet İşleri eski başkanlarından birisi söylemişti. Ne garip ki o zaman biz buna itiraz etmiş ve ‘Çağdaşlık mı, İnhiraf mı?’ adıyla bir kitap çıkarmıştık. O kitapta bu yorumun yanlışlığını anlatan biz olduğumuz halde bugün aynı şeyle itham edilmek gerçekten garip. Konuyla ilgili beni arayanlar da oldu. Meselenin aslını öğrenmek isteyen ve samimi olanlarla görüştüm, konuştum. Hatta onlardan birisinin bir ikazını yerinde buldum ve sonraki baskılarda bir iki kelimeyi değiştirdim. Bir hacı amca aradı o da itiraz etti, ona “Bak hacı amca. Ben sana Efendimiz’in Yahudilerle münasebetleri adına birkaç şey söyleyeyim” dedim.Ne dediniz?Efendimiz (sas), Medine’ye hicret ettiğinde, oradaki Yahudi kabileleriyle de anlaşma yaptı. Mahalle ve mekteplerine hem de defalarca gitti. Çok farklı zamanlarda onların mabedi olan Beytü’l-Midras’a da gitti. Yemeklerini yedi, evlerini ziyaret etti. Belki yüzlerce defa Mescid-i Nebevî’de onları ağırlayıp uzun uzadıya onlarla konuştu. Hatta hakaret ve şirretliklerine karşılık sabretti; Bakara Sûresi’ndeki birçok âyet, O’nun bu sükûtuna karşılık Efendimiz’i müdafaa adına indi. Anlaşmaları ihlal ettiklerinde gitti söz konusu anlaşmaları yeniledi. ‘Hakem’ konumunda onlar hakkında hüküm verirken Tevrât’ı öne çıkardı; hatta Tevrât’a saygıyı bile O’ndan öğrendiler. Ruhunun ufkuna yürüdüğü gün zırhı, bir Yahudi’de rehindi. Hatta, Medine’deki en problemli Yahudi olan Huyayy İbn-i Ahtab’ın kızıyla evlendi. Ben şimdi sana sorayım; hâşâ Efendimiz (sas), Yahudi dostu muydu? dedim.Bu anlattıklarınızı çoğumuz bilmiyoruz. Hıristiyanlar ile ilgili bu tür bilgiler var mı?Hıristiyanlar konusu da farklı değil. Mekke yıllarından itibaren Efendimiz’in Hristiyanlarla görüşmediğini kim söyleyebilir? Onlarca vak’a var. 60 kişilik Necrân Hıristiyanlarını kim inkâr edebilir? Üstelik onları, kendi Mescidi’nin içinde kurdurduğu çadırda ağırlıyor. O günkü tek mescid ve hayatın tam ortasında duruyor. Hatta orada doğuya dönüp ayin yapmaları karşısında tereddüt yaşayan ashâbına, ‘Bırakın; ibadet yapıyorlar’ diyerek müsaade etmelerini söylüyor. Kur’ân’ı duymalarını, İslâm’ı daha yakından görmelerini murâd ediyor. Düşünün Sultanahmet Camii’nde bir grup Hıristiyan gelse ve ayin yapsa, bizim tepkimiz ne olur? Asr-ı Saadet’te bunlar olurken bugün tutmuş, sanki cürümmüş gibi çarşaf çarşaf Hocaefendi’nin Papa ile fotoğraflarını yayınlıyorlar. Efendimiz’in bir Yahudi liderinin kızıyla evliliği konusu da öyle; mesela bugün İslâm dünyasından bir devlet başkanı, bir başbakan veya cumhurbaşkanı, İsrail devletinin başında bulunan bir Yahudi’nin kızıyla evlense acaba ne olur?O gün tepki yok muydu?Belli başlı örnekler gösteriyor ki annelerimiz bile bunu hazımda zorlandı. Ancak Efendimiz’in duruşu Safiyye Validemiz’in yanında oldu. İslâm’ı kendi orijiniyle muhataplarınıza anlatabilmek için herkesle temas kurup diyalogda bulunmak farklı algılanmamalı. Kimliğinden dolayı Efendimiz’in görüşmediği, araya mesafe koyduğu bir kişi gösterilebilir mi?Aynı çevreler diyalog konusuna da tepkili...Evet, hep aynı gerekçe. Meselenin hareket noktası, kesinlikle din değil, ait oldukları hiziplerin algılarıyla hareket ediyorlar. Halbuki Kur’ân ve Efendimiz’in hayatına bu nazarla bakılsa, başından sonuna kadar diyalog merkezli bir stratejinin varlığı açıktır. Aksi halde, Mekkelilerin bütünü ve etraf kabilelerinin neredeyse hepsinin gönlüne nasıl girilebilirdi? Keşke Efendimiz’i, günümüzün problemlerini de çözecek bir peygamber olarak ve kendi algılarımıza hapsetme hastalığından kurtularak okuyup anlayabilsek.