25 Temmuz 2015 Cumartesi

Son değil, en son çare

Evlenmek gibi boşanmak da tabii bir hak. Ancak küçük sıkıntılara katlanmadan boşanmayı düşünmek bize verilen bu ruhsatı suiistimal anlamına geliyor. Prof. Dr. Muhit Mert, boşanma hukukunu düzenleyen Talak Sûresi'ni ve bu konudaki Kur'anî; düsturları hayatımıza taşımamızı öneriyor.

Başrollerinde Adile Naşit ve Münir Özkul'un rol aldığı ‘Neşeli Günler' filmi, çiftin turşu suyu sebebiyle yaptığı hararetli tartışmayla başlar. Sonrasında kavga, dövüş ve ayrılık… Altı çocuk, anne-baba arasında paylaşılır. Gel zaman git zaman çocuklar büyür, kardeşlerin yolları bir şekilde kesişir. Anne-babayı barıştırmak isteyen çocuklar, boşanma sebebini sorunca çift hatırlayamaz bile. Günümüzde turşu suyundan sebeplerle boşanan var mı bilinmez ama bazı boşanma gerekçeleri ‘yok artık' dedirtiyor.

Örneğin balayının üçüncü gününde takı meselesi yüzünden şiddetli bir tartışmaya tutulan çift apar topar dönüp boşanma davası açıyor. “Kocam bana yakışmıyor.” deyip dava açan da var, “Karımı beğenmiyorum.” diyen de... Boşanma kararı vermekle iş bitmiyor, sonrası epey sancılı, hele çocuk varsa… “Çocuğun yüzünü göremezsin bir daha.” diye tehdit eden hanımlar, eşine nafaka ödememek için her türlü yola başvuran beyler, süreci bir intikam silsilesine dönüştürüyor.

‘Olmazsa boşanırım' diyerek evlenilmez

İlahiyat profesörü Muhit Mert, hızlı tüketim kültürünün evliliklere de yansıdığını düşünüyor. Mert'e göre ‘kullan at' veya ‘olmazsa boşanırım' mantığıyla yapılan evliliklerin sayısı artıyor. ‘Güzel, yakışıklı, alımlı, zeki, hamarat, ahlâklı olsun…' derken onlarca kriter sıralanıyor. Beklentiler yüksek, hayaller de bu beklentiler üzerine inşa ediliyor. Herkes mükemmel birini tasavvur ediyor. Evlendikten sonra bakılıyor ki bu kişi o tasavvurla uyuşmuyor, bir süre sonra kurtulma hissi ağır basıyor ve boşanma yoluna adım atılıyor. Mert, evlilik öncesinde kişilerin bir maske taktığını da hatırlatıyor. Maskeler düştükçe “Ben seni tanıyamamışım.” cümleleri havada uçuşuyor ve evlilik çıkmaza giriyor. Yüzlerce boşanma sebebi sıralanabilir. Fakat İslâm'ın evlilik birliğine bakışını hatırdan çıkarmamak gerekiyor.

Talak Sûresi, boşanma hukukunu düzenliyor

Abdullah ibn Mesud, içeriğinden dolayı bu sûreyi ‘Kısa Nisâ Sûresi' (Sûretu'n-Nisai'l-Kusrâ') diye isimlendiriyor. Zira Talak Sûresi'nde de Nisa Sûresi'nde olduğu gibi kadın haklarından bahsediliyor. 12 ayeti bulunan Talak Sûresi, boşanma konusunda kadın ve erkeğin yükümlülüklerine dair çok net emirler içeriyor. Müfessirlere göre Talak Sûresi'nin iki amacı var: Birincisi, boşanan kadının mağdur olmasını önlemek ve güçsüz olanı güçlünün zulmüne karşı korumak. İkincisi, boşanma iddetiyle hem nesil emniyetini temin etmek hem de boşananlara yönelik muhtemel bir iftirayı önlemek.

Sûre, ‘boşama/boşanma' anlamına gelen ‘talak' ismini ilk ayetinden alıyor: “Ey Nebi! Kadınlarınızı boşamak (istediğinizde) onları bekleme sürelerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın. Rabb'iniz olan Allah'tan korkun.” Burada mümin erkeğe boşama yetkisi verilse de kadının hak ve hukukunu koruması emrediliyor ve bunun Allah'a karşı bir sorumluluk olduğu ifade buyruluyor. İkinci ve üçüncü ayetlerde boşanma dolayısıyla darda kalanlara müjde veriliyor: “Kim Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olursa O, onun için bir kapı aralar ve hiç beklemediği yerden onu rızıklandırır.”

Dördüncü ve beşinci ayetler, boşanan kadınların yeniden evlenmek için beklemeleri gereken süre anlamına gelen ‘iddet' meselesinden bahsediyor. Bu süreçte kadının yaşayacağı mağduriyetlerin önüne geçiliyor. Zira kimisi bu yolla eski karısından öç alırdı, kimisi ona karşı kocalık sorumluluklarından kurtulmuş olarak onu köle gibi kullanmak isterdi ya da hamilelik ihtimalini bahane ederek yeni yuva kurmasına mani olurdu. Kur'an bu düzenlemede kadının uğradığı haksızlığın önüne geçerek erkeğe takvayı hatırlatıyor.

Kadınların hukukunu koruyan altıncı ayet, tüm muhtevayı yansıtıyor: “(Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara ‘darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla' zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslâm'a uygun bir tarz) üzere görüşüp konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir.”

Allah'ın en sevmediği helal

Boşanma, Allahu Teala'nın en hoşlanmadığı, şeytanı ise en çok sevindiren helal. Asr-ı saadette yaşanan boşanma hadisesi meseleye ışık tutuyor. Sahabeden Sabit b. Kays'ın eşi, Efendimiz'e (sas) gelip kocasından ayrılmak istediğini söylüyor. Allah Resûlü evliliği sürdürmesinin iyi olacağını ifade buyurunca kadın, “Ey Allah'ın Resûlü, bu evlilik yüzünden dinimin zarar görmesinden korkuyorum.” diyor. Bir süre sonra da boşanıyorlar. Bu olay, şartlar gerektirdiği zaman İslâm dininin boşanma işlemine cevaz verdiğini gösteriyor. Ancak İbnü'l-Hümâm'ın da ifadesiyle, dünya ve ahirette uzantısı devam eden en uzun müessese evlilik ve önemli bir sebep olmadan, nefsin isteklerine uyarak boşanma hadiste de belirtildiği gibi yasak: “Sırf zevk için, -kadın veya koca değiştirmek amacıyla- boşanan kadın veya erkeğe Allah lânet etti.”

h.kose@zaman.com.tr

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Koruyucu hekimlik; nâm-ı diğer 'Tıbb-ı Nebevi

Yeme-içme, temizlik ve ağız-beden sağlığına sadece Ramazan'da değil, her zaman dikkat etmek gerekiyor. Bu vesileyle Fahri Kâinat Efendimiz'in (sas) beden ve ruh sağlığı hakkında ortaya koyduğu uygulama ve tavsiyeleri bir araya getiren ‘Tıbb-ı Nebevî;' bilgilerini hatırlamakta fayda var.

Son yılların popüler kavramlarından biri Tıbb-ı Nebevî;. Peygamber Efendimiz'in (sas) tavsiye ettiği çörekotu gibi şifalı bitkiler aktarlarda daha çok satılır fakat Tıbb-ı Nebevî; aktar dükkânlarına indirgenecek bir konu değil. Sağlığa büyük önem veren ve ümmetine sağlıklı bir vücutla ibadet etmeyi tavsiye eden Efendimiz (sas), sürekli olarak Allah'tan (cc) sağlık ve afiyet dilemiş, hasta olan kişilere tedavi yollarında rehberlik etmiş. Önemle üzerinde durduğu husus ise hastalanmadan önce hastalığın ortaya çıkmasını önleyen, koruyucu hekimlik olmuş. Yrd. Doç. Dr. Arslan Mayda'nın imzasıyla çıkan ‘Tıbb-ı Nebevî; Koruyucu Hekimlik' adlı kitap da bu minvalde ele alınmış. Işık Yayınları'ndan neşredilen çalışma, Hz. Muhammed'in (sas) hayatı ve hadislerini ele alarak koruyucu hekimlik meselesini inceliyor.

Arslan Mayda, tıpla ilgili hadislerin pek çoğunun koruyucu hekimliğe dair olduğunu, dikkat çekerek, “Peygamber Efendimiz hasta olan kişilere tedavi yollarını göstermiştir. Fakat asıl önemle üzerinde durduğu husus, hastalığın ortaya çıkmasını önleyen koruyucu hekimliktir.” diyor. Hz. Peygamber'den tıp konusunda rivayet edilen haberlerin bir kısmının vahiyle kendisine bildirildiği, diğer bir kısmının ise Arapların âdetlerinden ve farklı dönemlerde yaşamış hekimlerden tecrübeyle elde edilen bilgiler olduğu İslâm bilginlerinin birçoğu tarafından kabul edilmiş. “Cüzzamlı hastayla arada iki mızrak boyu mesafe konulmasını buyurarak tıp tarihinde mesafe kavramını ilk tavsiye eden Efendimiz'dir. Yine, insanlar dil üzerindeki tüycüklerin mikroorganizmaları tutarak hastalık kaynağı olduğunu ve dilin temizlenmesi gerektiğini bilmezken O, (sas) ilk defa dilini misvaklamıştır.” diyor Dr. Mayda.

En iyi tedavi için beş husus

Yrd. Doç. Dr. Arslan Mayda, Tıbb-ı Nebevî;'nin insanlarda bozulan ve değişen anatominin yaratılış biçimine dönmesine vesile olacağını söylüyor: “Tıbbın 50 sene önceki tedavi metotlarına baktığınız zaman bugün kullanılmadığını görürüz. Bugün açık cerrahi tedavilerin yerini, endoskopik (kapalı-iç) cerrahi tedaviler almış. Gelecekte tıp uygulamaları, yaratılış anatomisini bozmayan uygulamalarıyla teknolojik, genetik buluşların katkılarıyla, koruyucu hekimliğin geniş manada ele alınmasıyla ve uygun ilaç tercihleriyle Efendimiz'in (sas) koyduğu en iyi tedavi hedeflerini yakalayacaktır.”

1996 yılından beri bu konu üzerine çalışmalar yapan Mayda, Peygamber Efendimiz'in (sas) cerrahi operasyonları sınırlı şekilde tercih ettiğini söylerken, Ebu Davud'da rivayet edilen şu hadis-i şerifi hatırlatıyor: “Tedavi olduğunuz şeylerin en iyisi ağızdan ilaç almak, burundan ilaç damlatmak, kan aldırmak, müshil kullanmak ve sülük yapıştırmaktır.”

Mayda, bu beş hususun tıbbın geleceği son nokta olacağını düşünüyor.

Bir organ hasta olursa bütün vücut hasta olur

Peygamber Efendimiz (sas), bir organ hasta olursa bütün vücudun hasta olacağının uyarısını yapmış. Bu nedenle vücudun geneli için Allah'tan (cc) sağlık ve afiyet istemiş. Yüzme, güreş, atletizm, binicilik, atıcılık gibi spor branşları da Efendimiz'in vücudun korunması için tavsiye ettiği sporlar arasında. Yrd. Doç. Dr. Arslan Mayda, koruyucu hekimlikle ilgili de şunları söylüyor: “Tıp tahsili gören ve Efendimiz'in (sas) koruyucu hekimlik adına söylediklerini inceleyen her hekim, ‘Bu sözler tıp tahsili görmeden asla söylenemez, eğer söyleniyor ise vahiy kaynaklı buyruklardır.' demeden kendini alamaz. Efendimiz'in (sas) koruyucu hekimlik adına söyledikleri kıyamete kadar değerini koruyacaktır.”

İki öğün yemek, yaratılış fizyolojisine uygun

Yrd. Doç. Dr. Arslan Mayda, Peygamber Efendimiz'in (sas) günde iki öğün yemek yemesinin hikmetini şöyle açıklıyor: “Guyton fizyolojisinde yağ metabolizması bölümüne baktığınız zaman ağızdan alınan gıdalardaki yağlar, bağırsaklarda yağ asitlerine parçalandıktan sonra kana karışır. 8-9 saat sonra hücrelerde yer alır. Yaklaşık sekiz saati uykuda geçen bir insan, geri kalan 16 saatinde iki öğün yemek yerse yaratılış fizyolojisine uygun davranmış olur. Efendimiz'in (sas) sahih hadislerinde, ispatlanmış ilmi ölçülere ters düşen hiçbir metot bulamazsınız.”

Peygamberlerin mucizesi ilmin geleceği son nokta. Çıkan gözün yerine konması, kopan elin ve kolun yerine konulması, geri zekâlı çocuğun devrin allamesi olması, dişlerin çürümemesi ve dökülmemesi, iz bırakan yanıkların iz bırakmayacak şekilde tedavi edilmesi, sağır ve dilsiz çocukların konuşması, saçların siyah kalması, unutkanlığın giderilmesi, kırıkların kısa sürede kaynatılması bu konuda akla gelen ilk örnekler. Mayda'nın görüşü ise bugünkü tıp ilmiyle mümkün olmayan hastalıkların, yakın bir gelecekte Allah'ın izniyle tamamen tedavi edileceği yönünde.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Sofraların en güzeli

Ramazan, oruç ayı. Oruçla geçirilen günler, kültürmüzde özel bir Ramazan mutfağının oluşmasına sebep olmuş. Her gün iftar ve sahurlar için ne pişirmeli, ne yemeli, ne yememeli telaşı yaşanıyor. Peki, Hazreti Peygamber'in (sas) sofrasında neler olurdu?

Bir sofrayı şekillendiren onlarca faktör var. Deniz kenarında ya da kurak ovalarda yaşamak, göçebe ya da yerleşik olmak, uzun yıllar savaşmış ya da hiç savaş görmeden yaşamış olmak gibi birçok unsura göre sofralar şekillenir. Ülkü Mensure Solak'ın kaleme aldığı, “Resûlullah'ın (sas) Sofrası” adlı kitapta Allah Resulü'nün (sas) yediği yemeklerin yakın tarifleri; hadisler ve döneme ait anlatılar eşliğinde veriliyor. Nesil Yayınları tarafından neşredilen çalışmada, sünnete göre yaşayarak beslenmenin önemi anlatılıyor. Yazar çalışmasının gayesini şöyle özetliyor: “Bir beslenme uzmanı olarak, hangi besinin şifalı olduğunu aramaktan ziyade, herkesten çok Resûlullah'ın ne yediğini merak ederek bu yola çıktım. ‘Allah (cc) yeme içme hakkında ne buyurdu?', ‘Allah Resûlü ne yedi ve nasıl yedi?' bu soruların cevaplarını aradım.”

Kitapta, Kâinatın Efendisi'nin (sas) 14 asır önce yediği yemeklerin tarifleri bulunuyor. 2011'den bugüne, çok sayıda kaynak taranarak elde edilen bilgilerin yer aldığı çalışmada; Efendimiz'in (sas) ellerini yıkayarak yemeğe başlamasından itibaren her ayrıntı okura sunuluyor. İşte, Efendimiz'in (sas) sofrasından birkaç örnek… f.ur@zaman.com.tr

Hasta kişilere telbine çorbası

Hazreti Peygamber (sas), Hazreti Ali (ra) hastalandığında iyileşmesi için bu çorbayı tavsiye etmiş.

Malzemeler: 30 gram sızma zeytinyağı, 2 yemek kaşığı arpa unu, Su ve tuz. İsteğe göre bal, kekik, kimyon ve nane.

Hazırlanışı: Yağ tencereye konur. Arpa unu ilave edilip biraz kavrulur. Yeterli miktarda su katılıp karıştırılır. Az tuz eklenir. İstenirse baharat katılır. Yine isteğe bağlı bal da ilave edilebilir.

Efendimiz'in (sas) en çok sevdiği et yemeği

Efendimiz, et ile yağı birleştirmez, haşlanan etin muhakkak etin kendi yağıyla pişirilmesini tavsiye edermiş. Hazreti Peygamber'in (sas), dönemindeki et yemeklerinden biri de ‘tafeyşel'. Ümmü Eyyûb, tafeyşeli Resulullah'ın (sas) en çok sevdiği yemek olarak tarif etmiş. Sa'd b. Ubade de bir gece vakti bir sini üzerinde bu yemekten gönderdiğini, Hz. Peygamber'in akşam yemeğinde âdeti olmadığı halde bu yemekten çok yediğini anlatır. Dımeşkî;, bu yemeği et ve bulgurla yapılan bir yemek olarak tanımlamış. Zikredilen et yemeklerinden biri de ‘tharid' nam-ı diğer tirit. Anadolu'nun da tanıdığı tirit, Peygamber Efendimiz'in en beğendiği yemekler arasında.

Malzemeler: 1 kg kemikli koyun eti, 3 lt su, 2 adet mayalanmış arpa ekmeği, tuz

Hazırlanışı: Et, bol su ve tuz ilave edilerek kaynatılır. Yayvan bir kabın içine ekmekler doğranır. Yenebilecek ısıdaki (‘sıcak yemeyin' hadisine binaen) haşlama suyu yemeklerin üzerinde gezdirilir. En son et ilave edilip, servise alınır.

Şifalı hurma çorbası

Telbiyeye benzeyen ‘ferika' isimli bulamaç da bu dönem yemeklerinden biri. Sa'd b. Ebî; Vakkas, hastalandığında, Resulullah'ın (sas) onu tedavi etmesi için Haris b. Kelede'yi çağırttığı, Kelede'nin hurma ezmesi, süt ve yağ karıştırılarak bulamaç haline getirilerek yapılan ‘ferika' isimli çorbayı Sa'd b. Ebî; Vakkas'a, şifa olarak içirdiği rivayetler arsında.

Malzemeler: 100 gr hurma, 1 lt süt, 2 yemek kaşığı tereyağı.

Hazırlanışı: Hurma çekirdeklerinden ayrılır, ezilir. Yağ ile hurma kavrulur. Ardından üzerine süt eklenir, kaynatılır.

Gözyaşlarına sebep olan tatlı: Fâlüzec

İbni Abbas (ra) anlatıyor: “Fâlüzeci ilk işitmem şöyle oldu. Cebrail (as) Resulullah'a (sas) gelip, ‘Ümmetine yeryüzü açılacak. O zaman onlara dünyalık bol bol akacak. Öylesine akacak ki falüzec bile yiyecekler.' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sas), ‘Fâlüzec nedir?' diye sorar, Cebrail (as), ‘Yağ ve balı karıştırıp yapılan helva' diye açıklar. Kütüb-ü Sitte'de yer alan bu olayın karşısında Resulullah (sas), hıçkıra hıçkıra ağlar.

Malzemeler: 5 yemek kaşığı tereyağı, 6 yemek kaşığı tam buğday unu, 1,5 çay bardağı bal.

Hazırlanışı: Yağ eritilir. Un eklenir, kokusu değişene dek kavrulur. Bal hafifçe sulandırılarak kavrulmuş una eklenir. Ocak iyiye kısılır ve bal çektirilir.

Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın düğün yemekleri

Hz. Aişe (r.anha) ve Ümmü Seleme Hind binti Ebî; Umeyye'den (r.anha) rivayet edilen bir bilgiye göre, Hz. Ali (ra) ve Hz. Fâtıma evlilik sözleşmesinden sonra düğün yaparlar. Düğünde yemek verilmesi hususunda Resûlullah (sas) özen gösterdi. Bir koç kurban edildi ve Medine halkından bazıları un ve buğday hediye ettiler. Yemeğin yanı sıra hurma, incir ve su ikramlar arasında yer aldı.

Koyun etiyle hazira

Muhammed İbnu'r-Rabî; el-Ensari'den rivayetle: “Bedir Savaşı'na katılmış ve Ensardan olan İtban ibni Malik, Resulullah'a (sas) gelip şöyle der: ‘Ey Allah'ın Resulü (sas), bana gelip evimde namaz kılmanı ve orayı namazgah edinmeyi temenni ederim.' Allah Resulü (sas), ‘Evine gelip namaz kılacağım inşallah' dedi. Namazın bitiminin ardından O'nun için hazırlanan ‘hazira' çorbasını içmesi için alıkoyduk yolundan.” Bu çorbayı ilk yapanın Süveyd b. Haremî; olduğu kaynaklarda mevcut.

Malzemeler: 100 gr doğranmış yağlı koyun eti, 2 yemek kaşığı tam buğday unu, 1 lt su, bir fiske tuz.

Hazırlanışı: Koyun eti kavrulur. Ardından tam buğday unu eklenir ve haliyle kavrulur. Tencereye tuzlu su eklenerek karıştırılır. Daha sonra kaynayıp hafif koyulaşınca ocaktan alınarak servis edilir. Ayrıca ‘hazira', daha katı şekilde et bulamacı olarak da yapılıyordu.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Resmî nikâh yeterli mi?

Resmi nikâhsız, imam nikâhıyla yaşamaya karşı genellikle kadın derneklerinin sesi yüksek çıkar. Bazı muhafazakârlar ise bunda bir sakınca görmez. Oysa ilahiyatçılara göre resmiyet olmadan dini nikâhın rüknü tam anlamıyla yerine gelmiyor.

Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi, resmi nikâhtan önce nikâh kıyan imam ve çiftlere hapis cezası öngören yaptırımı iptal etti. Kadın hakları dernekleri, evlilikte nafaka ve diğer hakların ancak resmi hukukla garanti altına alınabileceği gerekçesiyle karara tepki gösteriyor. Diğer bir çekince ise toplumun bazı kesimlerinde zaten yaygın olan resmi olmadan imam nikâhı ile yapılan evliliklerin bu yasayla daha da teşvik edilmesi. Meselenin hukuki boyutunu dernekler tartışadursun biz düzenleme vesilesiyle dinde imam nikâhının yerini ve sosyal hayatta karşılığını İslam Hukuku Uzmanı İlahiyatçı Ahmet Güneş'e sorduk. Güneş, imam nikâhını ‘evliliğe dua ile adım atmada önemli bir aşama' şeklinde tanımlıyor ve bu konudaki bilgi yetersizliğinin suistimallere sebep olduğunu söylüyor.

Gizli ‘dini' nikâhın dinde yeri var mı?

Toplumda görülen yaygın davranışlardan biri gizli dini nikâh kıyılması. Bu hususta fıkıh kitaplarında şu bilgiler kayıtlı: İnsanlardan gizli olarak iki şahit bulunsa ve şahitlere nikâhı gizlemeleri şart koşulsa, bu nikâh in'ikad etmez. Yani nikâh hukuken batıldır, geçersizdir. Çünkü her ne kadar irade beyanı ve şahitlik gibi şartlar yerine getirilse de nikâh akdinin anlamı ve ruhuyla örtüşmediği tartışmasızdır.

Resmi nikâh kıyılmadan dini nikâh uygun mu?

Resmi nikâhtan önce yapılan dini nikâh Türk Medeni Kanunu'na göre hukuki müeyyidelerden yoksundur. Çünkü medeni kanuna göre dini nikâh hukuken ‘yok' hükmünde kabul edilmektedir. Dolayısıyla taraflardan birinin mağduriyeti durumunda, mağduriyetin giderilmesi hukuken mümkün değildir. Nikâhın dini hükümleri ise tamamen kişilerin dini duygu ve vicdani sorumluluklarına bırakılmaktadır. Dini duygu ve vicdani sorumluluğun zayıfladığı dönemlerde ise kişilerde çeşitli problemlere sebebiyet vereceğini söylemek kehanet değildir. Dolayısıyla tarafların nikâh akdinin diğer hukuki boyutlarını yok sayarak sadece mahremiyetin kalkmasına yönelik dini nikâh kıyılmasında Müslümanların daha dikkatli ve duyarlı davranmaları gerekiyor. Pratikte mağdur olan taraf ise genelde kadınlar oluyor.

Nişanlılık döneminde dini nikâh doğru mu?

İslam hukukunda nişanlanma nikâh akdi sözleşmesi anlamına gelmez ve taraflara eş statüsü kazandırmaz. Buna göre nişanlanma dinen taraflara evliliğin verdiği beraber yaşama hak ve yetkisini vermez. Dolayısıyla ileriye matuf iyi niyetli beklentilerine rağmen nişanlılar mahremiyet bakımından adeta iki yabancı gibidirler. Bu sebeple tarafların mahremiyet sınırlarına dikkat etmeleri gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, mahremiyet sınırına riayet etmek, halvet hali bulunmamak ve İslam adabına aykırı davranmamakla kayıtlıdır. Dini nikâh ile birlikte elbette mahremiyet sınırları kalkar. Ancak bunun yanı sıra mehir nikâh akdiyle kadının hakkı olur. Ayrıca yine nikâha bağlı olarak zevciyet münasebeti, hısımlık, nafaka, miras, talak, iddet vb. dini ve hukuki hükümler de tabii olarak doğar. Dahası nesep, hıdane, velayet gibi hükümlerin temelini de nikâh akdi oluşturur. Ancak toplumda nişanlılık döneminde kıyılan nikâhların bu yöndeki bağlayıcılıkları göz önünde bulundurulmuyor. Oysa dinen mahremiyet kalksın ama hukuki bir yükümlülük olmasın gibi bir nikâh akdi düşünülemez.

İmamın kıyması farz mı?

İslam hukukuna göre nikâh, belli rükünleri ve şartları olan bir akittir. Bunun dini ya da resmi olanı diye bir ayrımdan bahsetmek mümkün değil. Nikâh akdinin şartlarına riayet ederek kıyılan nikâhın camide, evde veya düğün salonunda gerçekleşmesi arasında fark yoktur. Ayrıca nikâh akdi esnasında imamın veya belediye başkanının bulunması nikâhın ne rüknüdür ne de şartıdır. Bununla beraber toplumda resmi nikâhla birlikte dini nikâh yapılması hassasiyet gösterilen bir davranış. Bu hassasiyet dini nikâhtaki mehrin belirlenmesi gibi bazı özelliklerin yanı sıra evliliğin duayla taçlandırılmasından, hayır ve bereket umulmasından kaynaklanıyor. Zaten Peygamberimiz'in de yeni evlenenleri tebrik edip genellikle şu şekilde dua ettiği biliniyor: “Allah sizi mübarek kılsın, üzerinize bereketini artırsın, aranızı hayırla birleştirsin.” Ecdadımız da öteden bu yana bu ve benzeri nasslara dayanarak nikâhlarını bir din adamının önünde kıydırmış ve onun hayır duasını almışlardır. Zamanla bu durum bir örf ve âdet olarak toplumda yerini almış. Yoksa İslam'ın künhüne vâkıf olmayanların iddia ettikleri gibi “dini nikâhı kıydırmayanın nikâhı yoktur” sözünün fıkhî; bir dayanağı yoktur.