16 Ocak 2016 Cumartesi

Bırakın sevsin yoksa bencil olabilir

Toplumdaki ayrımcılık ve ‘bize benzemeyeni dışlama' hastalığı birçokları için çocukluktan gelen alışkanlık. Zira ailelerin büyük kısmı, ‘Çocuğum o engelliyle aynı sırada oturmasın.', ‘Sınıfındaki yurtlu çocukla arkadaşlık yapma.' gibi cümlelerle kendi çocuklarına bencillik zehrini çoktan aşılamış oluyor.

Çocuğunuzu çok seviyor, onu zarar görebileceği her şeyden korumak istiyorsunuz. Evde gözünüzün önünden ayırmıyor, okula veya arkadaşlarının yanına gönderirken ardı ardına öğütler sıralıyorsunuz. Peki, siz de çocuğunuza ‘Sınıfındaki engelli çocukla aynı sırada oturma.' ya da ‘Okuldaki Suriyeli çocuklarla arkadaşlık yapma.' diyenlerden misiniz? Kaynaştırma eğitimiyle okula başlayan otizmli bir minikle sizin ‘normal' çocuğunuzun aynı sınıfta kalmasına itiraz mı ediyorsunuz?

Birçok kişi bu örnekleri acımasız bulabilir ancak evladını bu şekilde yetiştiren ailelerin sayısı maalesef hayli fazla. Zira toplumun ‘normal' modeli dışındaki insanları temsil edenlerin en büyük şikâyeti, okulda ailelerin ayrımcılığına maruz kalmak. Görme engelli, otizmli, down sendromlu veya diğer dezavantajlı yüzlerce çocuk, anne-babaların ayrımcılığı yüzünden yalnızlaşıyor.

Sadece onlar değil, yetiştirme yurdunda kalan hatta anne-babası boşanmış çocuklar da okul sıralarında dışlanıyor. Bugünlerde onlara eklenen diğer çocuklar ise Suriyeli savaş mağdurları. Temel eğitimlerini alabilmeleri için okullara yerleştirilen mülteci çocuklar, yaşıtlarının aileleri tarafından dışlanıyor. Ayrımcılık, bu öğrencilerin başka sınıflarda eğitim almaları için okul idaresine baskıya kadar gidiyor.

Bu muameleye maruz kalan çocuğun dünyasında nasıl yaralar açılacağı herkesin malumu. Ancak ailelerin kendi evladına karşı hassasiyeti diğer çocuktaki yıkımı görmezden gelmelerine neden olabiliyor. Peki, aslında iyiliğini istediğiniz evladınız bu tavrınızdan nasıl etkileniyor? Onu gerçekten korumuş oluyor musunuz? Bu soruları Uzman psikolog pedagog Halenur Kılıç'a sorduk.

Toplumdaki tek tip normal/sağlıklı insan modeli algısına dikkat çeken Kılıç, “Bunun dışındaki kişiler normal olmayan gibi görülüyor. Ne yazık ki çocuk eğitiminde de olumsuz yönlerini bu şekilde görüyoruz.” diyor.

Farklılıkları sorun olarak görmek çocukları da bu ortamda izole etme kaygısına düşürebiliyor. Bu kaygının çocuğu korumadığını, aksine kişilik gelişimine büyük zarar verdiğini söyleyen Kılıç, “Kendinden farklı olanı anormal görmek hatta bazen onların sevilmeye layık olmadığını düşünmek, çocuğu empati duygusundan uzaklaştırır. Tam tersine acımasız davranmaya sevk eder.” uyarısında bulunuyor.

Alay etme davranışı varsa kendinizi sorgulayın

Okulda bir hastalığından dolayı saçları dökülen ve bu nedenle şapka takan bir kız çocuğunun başından arkadaşlarının şapkasını çıkardığını ve ona güldüklerini anlatan pedagog Halenur Kılıç, “Bunu yapanlar 9-10 yaşında öğrenciler. Yani empatinin yerleşmeye başlaması gereken dönem.” diyor.

Çocuğun bu davranışının altında yatan ruh hali ise, ‘Hasta ve saçları yok, demek ki normal değil, demek ki ben onunla alay edebilirim, çünkü o sevilmeye değer biri değil' düşüncesi. Aileler, çocuklarını insanları yargılamadan, sınıflandırmadan, oldukları gibi sevmesi gerektiğini öğretmezse bu davranışlar neredeyse kaçınılmaz.

Kılıç, “Aynı dışlanma ve alayın etkilerini sınıfta kilo olarak diğerlerinden fazla olan çocuklar üzerinde de görebiliriz.” diyor ve ekliyor: “Alay etme, aşağılama, lakap takma gibi davranışları olan bir çocuğumuz varsa onu eğitirken neyi yanlış yaptığımızı sorgulama zamanı gelmiş demektir. Çünkü çocuklar büyüklerinin hareketlerini, sözlerini, davranışlarını taklit eder. Bu nedenle önce aileler hepimizin aynı olduğunu, birbirimizin haklarına saygı duymamız gerektiğini kabul etmeli.”

Çocuğunuzun sıra arkadaşı otizmliyse...

Ailelerin kaygılandığı konulardan biri de dezavantajlı çocuklarla arkadaşlığın kişilik gelişimine ve derslere etkisi. Örneğin çocuğunuzun otistik bir sıra arkadaşı olması onu nasıl etkiler? Pedagog Halenur Kılıç, bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Aile, çocuğa her bireyin yaşama ve sevilme haklarından bahsettiyse, çevresinde etkileşim halinde olduğu her çocuk, aslında onun dünyasını zenginleştirir, gelişimine büyük katkı sağlar. Çocuklar her arkadaşından farklı şeyler öğrenir. Örneğin sınıfta otizmi olan bir çocukla yan yana oturan bir çocuk, onunla iletişim kurmaya ve arkadaşlık yapmaya çalışacaktır. Bu durum çocuğu geliştirir. Hayata o arkadaşının gözlerinden bakmaya çalışır. Otizm hakkında bilgisi artar, ufku genişler, empati duygusu artar. İleride daha duyarlı bir birey olur. Herkesin ortak ihtiyacının iletişim, etkileşim ve sosyalleşme olduğunun bilincine varır.”

9 Ocak 2016 Cumartesi

Evliliğinizi yorgunluktan nasıl kurtarırsınız?

Evlendikten iki-üç yıl sonra başlıyor şikâyetler: “Rutine dönüştü her şey, aşk-sevgi bitti, eskiden böyle değildi, eşimle yabancılaştık…” Bu demek oluyor ki, evlilikten yorulmuşsunuz hatta ilişkinizi depresyona sürüklemişsiniz. Bu durumda ne yapmalısınız?

Son dönemde ‘evlilik yorgunluğu', güçlü bir boşanma gerekçesi. Uzmanlar bunu ‘şiddetli geçimsizliğin şiddetsiz hali' şeklinde yorumluyor. Uzman psikolog Yasemin Eyüpoğlu, “Evliliği bir insanın varlığı gibi düşünelim. Doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür. İlk günkü tazeliğini koruması zordur ve ilişkiyi genç tutmak için özen gösterilmelidir. Hoyrat davranılırsa 30 yaşındayken 60 yaşında hisseden bireylere dönüşülür.” diyor.

Uzman psikolog İsmail Kılınç ise evlilik yorgunluğunun uzun süren evliliklerde görüldüğünü söylüyor. Sevginin bitmesi, saygının azalması, beklentilerin karşılanmaması ve yerini büyük sorunlara bırakması, fedakârlık yerine menfaatlerin çatışmasıyla yorgunluk ayyuka çıkıyor. Kılınç, “Önce aşk, sonra sevgi biter. İlişki kangrene dönüşürse depresyon ve tükenmişlik sendromu çıkagelir. Evlilik, taşınamaz bir yüke dönüşür. Bu yorgunluğa düşen çiftler, ilişkiyi koruma ve besleme yoluna gitmezse yuvaları dağılabilir.” diye konuşuyor.

Yasemin Eyüpoğlu, evlilik yorgunluğunu olağan buluyor. Sorumluluklar, zorluklar, değişiklik arzusu evliliğin kaçınılmazı ancak ipuçları sezilince yorgunluğu gidermenin yolları aranmalı. İletişim sorunları başlamıştır, sorumluluklar yerine getirilmiyordur, çatışmalar artmıştır. Ya da evliliğin başından beri çözülemeyen sorunlar vardır. Tüm bunlar kişiyi halsiz bırakır. Bu yorgunluk hem sebep hem sonuçtur.

Eyüpoğlu, “Yorgun bir insan düşünelim. Öyle de yaşayabilir. Ama hayattan keyif almaz, iş verimi azalır, depresif yaşar. Yani evlilik de depresyona girer!” diyor.

Kılınç, yorgunlukla beraber çıkagelen yabancılaşmaya dikkat çekiyor. Evli çiftlerin bir nevi bekâr hayatı yaşadığını söylüyor. “Çoğu genç neden evlendiğini bilmiyor, sorumluluklarını fark etmiyor ve dünyada cenneti yaşamak istiyor. Beklentileri karşılanmıyorsa tatminsizlik başlıyor ve tehlike çanları çalıyor. İşte bu aşamada çatışma ve yıpratma kaçınılmaz.” diyen Kılınç'a göre iletişimin kesilmesi ilişkiye virüs girdiği anlamına geliyor. Problemler başarılı bir iletişimle çözülebilecekken birbirini dinlemeyip yargılama onları daha da çözümsüz hale getirebiliyor. Hiç sebep yokken aile içindeki ufacık sıkıntılar dağ gibi büyüyebiliyor.

‘Eskiden böyle değildi'

Eyüpoğlu, evlilik bağını tam kurmanın önemli olduğunu aktarıyor. Eş seçimindeki hatalar, kişisel kimlik sorunları, iletişim eksiklikleri beraberinde yorgunluğu getiriyor. Her şey yolundayken de ilişkiye doğru zamanda nefes aldırılmazsa da sorunlar baş gösteriyor. “Eskiden böyle değildi. Geçen yıla kadar aramızda bir şey yoktu. Eşim kendisini soyutluyor. Beni daha çok eleştiriyor.” gibi sitemler başlıyor. Bu noktada doğru müdahale yapılmazsa ilişki boşanmaya kadar gidiyor.

Uzman psikolog Kılınç'ın ifadesiyle ise boşanma son değil, en son çare ve hadisteki beyana göre Allah'ın en sevmediği helal, boşanma. Ona göre problemlerin sağlıklı bir şekilde tespit edilmesi, farkındalık oluşması problemin yüzde 51 çözülmesi anlamını taşıyor. Ancak yorgunluk ve yabancılaşma sinyalleri alındığı halde sorunlara çözüm odaklı yaklaşılmazsa soluk mahkeme kapısında alınabilir.

Yasemin Eyüpoğlu, “Önceden problem olmayan şeyler artık problemse, bir zamanlar iyi gelen şeyler artık iyi gelmiyorsa tolere azalmış demektir. Siyaha değil, beyaza odaklanmalı ki siyah küçülsün. İstişare edip ‘bize ne iyi gelir' diye düşünmek şart. Sonuçta evlilik bir fabrikaysa bu fabrikanın işlemeyen çarklarını birlikte onarmak gerekir.” diyor ve ekliyor: “Sorunlar kendiliğinden geçmez. Küçük sorunlar kartopu gibi yuvarlanırken büyür ve çığa dönüşür.”

Yorgunluğa karşı tavsiyeler

-Egolarınızı değil, şefkatinizi konuşturun.

-Suçlayarak değil, çözüm arayarak konuşun.

-İlişkinizi ortak bir banka hesabı gibi düşünün. Her banka hesabı yapılan yatırımlar arttıkça büyür. Siz de ilişkinjizdeki duygusal yatırımlarınızı artırın.

-Sevdiğinizi söylemeyi ihmal etmeyin. Allah Resulü (sas), “Erkeğin kadına ‘seni seviyorum' demesi asla kadının kalbinden çıkmaz.” buyuruyor.

-‘Aşk bitti, heyecan kalmadı' diyenlerin dostluğu ve paylaşımı bitmiştir. Aşkınızı; sevgiye ve dostluğa dönüştürün.

-Nitelikli zaman geçirin. Efendimiz'in “Erkeğin ailesinin yanında oturması Allah'a bu benim mescidimde itikâfa girmesinden daha sevimlidir.” beyanını düstur edinin.

-Aşk bitse sevgiyi, sevgi bitse saygıyı korumak için mücadele edin. Zira sevgi tercih, saygı mecburî;.

-İmkân varsa baş başa tatile gidin, yoksa şehrin güzel yerlerinde vakit geçirin.

-Çevrenizdekilere haddinden fazla kulak vermeyin. Başkalarına göre yaşarsanız kendiniz için yaşayamazsınız.

-Ev ekonomisini sarsacak şekilde davranmayın. Ekonomi sarsılınca aile de sarsılır.

-Hem birbirinize hem de ihtiyaç sahiplerine yardım yapın. Başkalarına yardım etmek birliktelik duygunuzu pekiştirir.

-Ortak hedefler oluşturun. Birlikte kitap bitirme, kursa gitme, ziyaretlerde bulunma, tatil yapma gibi…

3 Ocak 2016 Pazar

Sezaryenden sonra normal doğum mümkün mü?

İlk doğumunuzda çeşitli sebeplerle istemeseniz de sezaryen yapmış olabilirsiniz. Lakin bu bir daha normal doğum yapamayacağınız anlamına gelmiyor. Tabii bazı şartlarla…

Anne olmak güzel olduğu kadar meşakkatli de. Karnında bir canlıyı büyüttükten sonra onu dünyaya getirmek zorluklarıyla beraber adeta bir mucize. Öyle ki, annenin doğum sırasında bütün günahlarının döküleceği söylenir. Lakin her zaman normal doğum gerçekleşmeyebiliyor. Hatta ülkemizde bazı hastanelerde ilk doğumunu sezaryen yapanların oranı yüzde 80'i, 90'ı bile bulabiliyor. İlki sezaryen olunca tekrar doğum yapmak isteyenler, kendini yine sezaryene ‘mecbur' hissediyor. Fakat bazı şartlara ve risklere bağlı olsa da sezaryenden sonra normal doğum (SSVD) yapılabiliyor. Normal doğuma dönüş yapmak isteyenler, sosyal mecralarda kendilerine SSVD buluşma noktaları bile kurmuş. Buralarda riskler ve şartlarla ilgili makaleleri, SSVD yaptıran doktorları, tecrübelerini birbirlerine aktarıyorlar. Sezaryenle doğum yaptığı için kendini ‘anne' hissedemeyen kadınlar, birbirlerini gereksiz sezaryenden kurtarmaya çalışıyor. Peki, SSVD neden önemseniyor?

‘Ben normal doğum yapamam' sabit fikrine sahip olanlara sözümüz yok lakin sezaryenin doğum sancısını hissetmeme gibi bir artısına karşılık normal doğumun da pozitif yönleri bulunuyor. Bunun yanı sıra çok yaygın olmasa da daha önce sezaryen yapmış bir kadının normal doğum istemesini makul kılan sebepler de var. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Lalehan Kutlay'a SSVD'nin tercih nedenlerini sorduk, şu bilgileri edindik:

-İyileşme süreci daha çabuk, hayata dönüş daha kolaydır. Çok zor bir doğum değilse anne doğumdan hemen sonra normal beslenebilir. Daha rahat hareket edebilir ve bebeğiyle daha rahat ilgilenebilir.

-Kan kaybı genel olarak sezaryene göre daha azdır. Sezaryende normal doğuma göre ortalama kan kaybı iki kat fazladır.

-Doğuma aktif katılabilmek bazı anneler için önemli. Bebeğin doğuşunu hissetmek, hemen ilk teması sağlamanın özellikle daha başarılı emzirme ve bebeğe ait bazı stres faktörlerini azalttığına dair bulgular var.

-Tekrarlayan sezaryenler anne açısından ciddi tehlikeler taşıyan bazı komplikasyonların artmasına neden olur. Plasentanın yerleşmesi ve karın içi yapışıklıklarla ilgili sorunlar bazı durumlarda rahimin alınmasına, mesane ve bağırsak yaralanmalarına neden olabilir. Bazı durumlarda hayati tehlike ortaya çıkabilir. Bu nedenle özellikle üç veya daha fazla çocuk sahibi olmayı planlayan anneler için SSVD doğru bir tercih.

-Enfeksiyon, emboli gibi ciddi komplikasyonlar sezaryene göre daha az görülür. (Ancak bugün bu risklerin sezaryen için de oldukça düşük olduğunu belirtmek gerekir.)

Kimler sezaryenden sonra normal doğum yapabilir?

Bazı avantajlarından dolayı sezaryenden sonraki doğumunu normal yapmaya karar verenler olabilir. Ancak bu her zaman mümkün değil. Belli şartların sağlanması gerekiyor. Op. Dr. Lalehan Kutlay'a göre, aşağıdaki şartlar yerine getirilip riskler giderilmeden SSVD yani normal doğum yapılamaz:

-SSVD'de en büyük risk, doğum sırasında rahmin yırtılmasıdır ve acil sezaryen gerektirir. Bu sebeple rahmin alınma veya bebek ve annenin hayati riski olma ihtimaline karşı SSVD planlanan hastanenin günün 24 saatinde birkaç dakika içinde sezaryen koşullarını sağlayabilecek durumda olması gerek.

-Daha önce sezaryenin yapılış şekli de önemli. Rahme yapılan kesiklerin hepsi SSVD için geçerli değil. ‘Alt segment transvers' olarak adlandırılan yatay kesinin şansı yüksek. Ancak diğerlerinde tercih edilmemeli.

-Önceki sezaryenin hangi nedenle yapıldığına bakılır. Eğer belirgin bir çatı darlığı varsa sonraki doğumlarda da sorunlara sebep olacağından SSVD denenmemelidir. Buna karşılık makat geliş ya da bebeğin sıkıntıda olması durumu nedeniyle yapılan sezaryenlerde bir sonraki gebelikte aynı durum yoksa SSVD iyi bir seçenek olabilir.

-SSVD için bir önceki sezaryenden sonra en az iki yıl geçmiş olması tercih edilir. Bir önceki sezaryenle sonuçlanmış iki doğum arasında daha kısa süre olması rahmin yırtılma riskini artırır.

-İki ya da daha fazla sezaryenden sonra SSVD şansı azalır. Tek sezaryenden sonra şans daha yüksektir. Annenin obez olması, bebeğin iri olması da aynı şekildedir.

Normal doğum yaptıran doktor ve hastane bulmak neden zor?

Sezaryenden sonra normal doğum yapmak isteyenler, gerekli şartları sağlasa ve riskleri göze alsa da bir sorun daha var: SSVD yani normal doğum yaptıran hastane veya doktor bulmak oldukça zor. Bu konuda mustarip olan kadınların forumlarda birbirine doktor tavsiye ettiğini hatta sosyal medyada yaşadıklarını paylaşmak adına dayanışma grupları kurduklarını söyleyebiliriz. Op. Dr. Lalehan Kutlay, bu zorluğun sebeplerinin başında pek çok hastanenin gerekli koşulları sağlayarak herhangi bir risk halinde dakikalar içinde sezaryen yapılma şansına sahip olmamasını görüyor. Hemen ardından eskiye oranla daha kolay olsa da önceki sezaryen hakkında bilgi veren sağlık kayıtlarına ulaşmanın zorluğu geliyor. Bununla birlikte Kutlay, özellikle devlet hastanelerinde doktorların doğumu başlayan birçok hastayla ilgilenmek zorunda olduklarına dikkat çekiyor. Haliyle ekstra ihtimam gerektiren SSVD hastalarının başında beklemeleri ve risklerini göze almaları zorlaşıyor. Tüm bu zorluklara çözümü ise şu cümlelerle ifade ediyor Kutlay: “Kanımca en büyük sorun ülkemizde yeterli bilgi ve deneyime sahip ebelerin çok çok az olması. İyi bir ebe, doğum takibini tek başına yapabilir ve doğumu da yaptırabilir. Doktor, ebesine güvenebildiğinde çok daha rahat çalışır. Uzun yıllardır İngiltere'de tüm SSVD doğumlar ebeler tarafından gerçekleştiriliyor. Yeterli sayıda ve donanımda ebelerimiz olursa ilk doğumda sezaryen oranını düşürebiliriz. Bu oran düşük olursa SSVD sadece bir tercih sorunu olur.”