30 Temmuz 2014 Çarşamba

Ahlaksız Ritim - Olivia Cunning (Sinners on Tour / Günahkarlar Turnede #4)

Kitap Adı: Ahlaksız Ritim

Yazar: Olivia Cunning

Orijinal Adı: Wicked Beat

Çeviri: Tuba Özkat

Yayınevi: Ephesus Yayınları

 Sayfa Sayısı: 456

Basım: 2014

Seri: Günahkarlar Turnede #4 // Sinners On Tour #4 

Serinin Diğer Kitapları :

#1 Backstage Pass - Tutkulu Notalar - Brian

 #2 Rock Hard - Sert Rock - Sed

#3 Hot Ticket - Ateşli Bilet - Jace

#4 Wicked Beat - Ahlaksız Ritim - Eric

#5 Double Time -Trey

#6 Sinners at the Altar

#7 Sinners in Paradise

#8 Sinners Rock the Cradle

Serinin diğer kitaplarında da yapmış olduğum uyarıları tekrar yapmayı gerekli görüyorum.

18 yaşından küçüklerin bu seriyi okuması önerilmez. Rock gruplarından hoşlanmayanların okuması önerilmez. Rock gruplarının bizim gibi bir hayat yaşadığını veya bizimle aynı değerlere sahip olduğunu düşünenlerin okuması önerilmez. Cüretkar sahnelerden hoşlanmayanların okuması önerilmez. Sadece cinsellik değil, cinselliğin uç noktalarını içeren bu seride sadece bu kısımlara saplanıp, arkadaki hikayeyi göremeyecek olanlara önerilmez. Türün kendine hitap etmediğini bildiği halde ısrarla çıkan her +18 kitabı okuyup yerden yere vuranların okuması önerilmez. En çok da kendini her okuduğu karakterle özdeşleştirip; onların yaptığı doğruyu kendi doğrusu, onların yaptığı yanlışı kendi yanlışı kabul edenlerin okuması önerilmez. Çünkü cinayet romanları, seri katil içerikli kitapları okumak kişiyi -eğer patolojik bir temeli yoksa- seri katil yapmayacaktır. Ve seri katil konulu kitap okumak ne seri katilleri övmek, ne onların yaptığını meşru kabul etmek, ne de onlara hayran olmak demek değilse; bu tarz kitapları okumak da içindeki sahneleri övmek veya özenmek demek değildir. Büyük sır: Kitaplarda okuduğumuz hayatlar bizim hayatlarımız değil ^_^ 

Kendisine uygun olmadığını düşünüp, okumamayı tercih edenlere saygılarla :) 

----

Bay Romantik ve Bay Porno Yıldızı'nın tek bir bedende buluşmuş hali gibisin!.. 

Bu seriyi çok severim. Ki ilk kitaptan beri favorim Brian'dı. Seriyi benim gibi çok seven Kitap Tutkusu ve Pudra Tozu gibi :)

Ancak bu kitap tüm favorilerimi yıktı!

Daha kitabın 5. sayfasında Eric'e aşık oldum!!!

Kitap çok çarpıcı bir sahneyle olaya direkt giriş yapıyor ve beni de çarpıyor. 

Konudan bahsederek başlamak en iyisi. Bir aşağıda renkli yazılmış paragrafı 3. kitabı okumamış olanlar lütfen okumasın.

----

3. kitabın sonunda kaza yapan Günahkarların tur otobüsünden ses teknisyeni Dave yaralı olarak kurtarılır. İyileşmesi biraz zaman alacaktır ancak tam da turne ortasında olan Günahkarların zamanı yoktur. Bu nedenle geçici olarak Dave'in kızkardeşi Rebekah işe alınır. İşte beni öldüren o 5. sayfada ikisinin karşılaşması var *_* 

----

Diğer kitaplardan bilirsiniz Eric genelde sulu espriler yapan, 400 değişik tür omlet yapabilen -tabi mideniz kaldırırsa- , ve genelde izlemeyi(!) seven taraftır. Yaşayan en iyi baterist olduğu söylenir. Sadece bateri çalmasıyla değil, Günahkarlar'ın parça parça yazılmış nota ve sözlerinden harika şarkılar ortaya çıkarabilmesiyle de meşhurdur. Ve Rebekah'ya ilk görüşte aşık olmuştur!

Rebekah aykırı bir kız. Ancak her şeyin altında aslında çok acı yaşantılar vardır ve bunlar sonucu kendine tüm güvenini kaybetmiş bir haldedir. Ve malesef Trey'e aşıktır. 

Eric aslında baştan kaybetmiştir. Ama pes edecek midir, hayır!

Bu kitap serideki favorim oldu! Neden?

Brian'ın kitabı serideki en romantik kitaplardan biriydi ve çok sevmiştim.

Ancak Eric'in kitabında romantizmi hissettim, yeri geldi güldüm, yeri geldi hüzünlendim, kızdım, ağladım, kahkahalara boğuldum, somurttum... Her duyguyu yaşattı bana!

Bu nedenle Pudramı ve ikizimi bol bol "Ericcc!!!!" diyerek taciz ettim -_- Hayır, pişman değilim -_-

Kitabı okurken Avenged Sevenfold playlistini dinledim. Çok düşkün olmadığım ama bazı şarkılarını severek sevdiğim dinlediğim bir gruba daha da yakın hissetmemi ve daha çok dinlememi de sağladı bir yandan seri!

Ve sanırım beni en çok hüzünlendiren şey Avenged Sevenfold'un Eric'e ilham veren ve 28 yaşında aramızdan ayrılan bateristi The Rev'i de hatırlamak oldu. Değişik hislere büründüm kitap boyunca... Özellikle 28 yaş vurgularında...

Eric'in içtenliğine, masumiyetine, afacanlığına ve o bir köşedeki yalnız ve terk edilmiş çocuğa hayran kaldım. 

Sevilmek için sürekli kendinden bir şeyler vermek istemesi içimi burktu...

Ancak Günahkarlar'ın sürekli birbirlerini kollaması ve teklifsiz dostlukları yeniden gülümsememi sağladı. 

Sed, o zeki bir hatun. Sonuçta benimle evleniyor. " diye seslendi. 

Eric ve çocukların hepsi kahkahalara boğuldu. 

"Bu onun duvar kadar gerzek olduğunu kanıtlar!"

Eric'in şapşallıklarına, saçma esprilerine, çocuksu sevinçlerine kahkahalarla güldüm. 

Rebecca'yı çok sevdim ancak spoiler tehlikesi var, anlatamıyorum... 

Çok ağlak bir kitap gibi mi anlattım, emin olamadım ama aksine o kadar komikti ki... Üzüldüğümden çok güldüm ve sevdim. 

Sevdiğim kitapları anlatmakta zorlanmaktan nefret ediyorum -_-

Şimdi olduğu gibi... 

Grubun başı bağlanmamış tek karakteri, iki tarafa da oynayan Trey'in hikayesini feci merak ediyorum!

Brian, "Marcus bunu biliyor mu?" diye sordu.

Siktir. Vay canına, şu yeni halıya da bak. Ne kadar da güzel. 

Eric, Brian'ın  suçlayıcı bakışından sakınmak için yere bakarken kırmızı zemindeki siyah benekleri ilk kez fark etti.

PUANIM: ♥♥♥♥♥

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Günaha Davet - Sylvia Day

Kitap Adı: Günaha Davet

Yazar: Sylvia Day

Orijinal Adı: Seven Years to Sin

Çeviri: Müge Kocaman Özçelik

Yayınevi: Pegasus Yayınları

 Sayfa Sayısı: 399

Basım: 1. Basım / Mart 2013

"Bazı erkeklerin dokunuşu sadece acı verir..."

Sylvia Day, kitapları ülkemizde yayınlanmadan önce bile ismini duyduğum bir yazardı.

Bu nedenle günümüz (erotik) aşk türündeki "Sana Soyundum" çıkar çıkmaz almıştım. 

Ancak YORUMUMDA bahsettiğim gibi beni feci hayal kırıklığına uğrattı. Kendimi sorguladım bir nevi. 

Çünkü kitap en başta özgün değildi, bu beni hayal kırıklığına uğratan başlıca nedendi. 

Sylvia Day'in historical romance'larının  apayrı bir yeri olduğunu öğrenince şansımı onlarla denemeye karar verdim.

Kısa süre sonra Pegasus Yayınları Sylvia Day'in historical romance'larını çıkarmaya başladı. Günaha Davet'i aldım, okudum.

Aslında kitabı okuyalı uzun zaman oldu ama yine yorumlamayı unuttuklarımdan biri. Daha doğrusu fırsat da olmadı pek. 

Blog ikizim de bu kitaba başlayınca birlikte yorum girmeye karar verdik ^^

Kendisinin yorumu için TIKTIK!!

Jessica dıştan mükemmel görünen tamamen kontrollü, buzdan bir heykel kadar kusursuz ve soğuk bir kadın. Daha doğrusu öyle görünüyor. Geveze ve hayat dolu kız kardeşiyle sohbet etmek en sevdiği şeylerden biri. Jessica nişanlı ve ertesi gün onun düğün günü. 

Karşılarında kavga ederek şakalaşanlar ise müstakbel kayınbiraderi Michael ve onun en yakın arkadaşı Alastair.

Alastair'in sözlükteki karşılığı "Günah" olmalı. Çünkü akla sadece bunu getirecek kadar çekici.

O akşam Jess, şahit olmaması gereken bir manzaraya şahit olur. 

Yedi yıl sonra Jess'İn kocası öldükten 1 yıl sonra, o manzaranın başrol oyuncusu Alastair tekrar karşısına çıkar. 

7 yıl önce yanmaya başlayan ateşi, çıktıkları deniz yolculuğu söndürmeye yetecek mi?

"Ne harika bir çift olacağız ama! Günahkar bir dul ve tövbe etmiş bir hovarda."

Gerçekten de Sylvia'nın historical romance'ları bir başkaymış. 

Bayıldım kitaba.

Özellikle hem Jess'in Alastair'le yaşadıklarına, hem de bölüm bölüm kızkardeşi Hester'ın yaşadıklarına yer verilmesini çok sevdim. İki hikaye tek kitap ^_^

Alastair'ın da Jess'inde şu anki durumlarını aileleriyle olan olumsuz yaşantıları belirlemiş.

Bunları birbirlerine açış şekilleri, duygularını, düşüncelerini, yaşantılarını yani her şeyi konuşmaları çok hoşuma gitti. "Ben seni seviyorum, sen de beni seviyorsun, bitti!" tarzı bir kitap olmaması kitabı bana daha da çok sevdirdi. Bazı şeylerin erken farkına varılması, üzerinde düşünülme ve konuşulma fırsatını arttırdığı için sanırım.

İddialara çok ama çok güldüm :) Özellikle toplum içinde hal ve tavırlarını değiştirme iddialarının sonucunu hevesle bekledim :p

"Seni zihnime sokmazsam hafızamda yer alabilmen mümkün mü?"

Ama düşündüğümde kitapla ilgili en sevdiğim şey gerçekçiliğiydi. Hatta okuduğum en gerçekçi historical romance buydu!

Okurken direk bir düşünce geçti zihnimden ve dedim ki "Amma toz pembe historicallar okuyormuşuz"

Bunu şöyle düşünmeyin. Eee, süper uyum, her şey mükemmel, sonsuza kadar süren aşk işte hepsinde var. Benim demek istediğim döneme dair ayrıntılar.

Örneğin kadının toplumdaki yerine dair ayrıntı bilgiler, bir leydinin yetiştirilme safhalarındaki acımasız gerçekler, bir ailenin bilmemkaçıncı çocuğu olmanın getirdiği konum vs... 

İyisiyle kötüsüyle o döneme dair her ayrıntının yerli yerinde olduğunu düşündüm, birkaç istisna hariç. 

Bu da benim için önemliydi.

Kitabı bu nedenlerle çok beğendim.

Sylvia Day'in diğer kitapları da elimde mevcut. Okumaya devam :)

Sevgiler...

P.S. : Sylvia Day'in kapaklarına bayılıyorum. Ama bu kitabın kapağında yakut bir yüzük olsa ölürmüşüm herhalde, keşke olsaydı :) 

PUANIM: ♥♥♥♥♥

Yalanın azı çoğu olmaz

Allah-u Teâlâ, Hac Sûresi’nin 22. ayetinde, “Yalan sözden sakınınız.” buyuruyor. Ancak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 81 ilde yaptığı “Türkiye’de Dini Hayat Araştırma Raporu”na göre, Türkiye’de yaşayan kişilerin yüzde 20’si ‘Az olmak kaydıyla yalan söylemek günah değildir.’ diye düşünüyor.Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye İstatistik Kurumu’na yaptırdığı ‘Türkiye’de Dini Hayat Araştırma Raporu’ Türkiye’de yapılan en geniş katılımlı çalışmalardan biri. 37 bin 624 hanede yapılan ankette; dini aidiyet, inanç, ibadet, dini bilgi, gündelik hayat ve din ile dindarlık olmak üzere altı başlık yer alıyor. Rapor, 15 Mayıs-20 Eylül 2013 günleri arasında 81 ilin tümünü kapsıyor. Anketin dikkat çeken sonuçlarından birine göre Türkiye’de yaşayanların yüzde 20’si yani her beş kişiden biri, ‘Az olmak kaydıyla yalan söylemek günah değildir’ görüşüne katılıyor.Eğitim seviyesi arttıkça yalan da artıyorEğitim durumuna göre okur-yazar olmayanların yüzde 8,4’ü, bir okul bitirmeyenlerin yüzde 7,8’i ve lisans ve üstü mezunların yüzde 10,1’i az olmak kaydıyla yalan söylemenin günah olmadığı kanaatinde. Kişilerin yalana dair görüşleri bölgelere göre değerlendirildiğinde, Batı Marmara Bölgesi yüzde 11,5 ile ilk sırada yer alıyor. Güneydoğu Anadolu Bölgesi ise yüzde 6,2 ile en düşük orana sahip.Yalancılığın yanı sıra ankette göze çarpan bir diğer soru da helal ve haramla ilgili. Ankete katılanların yüzde 46’sı ‘Helal ve haramlar günümüz şartlarını da dikkate alarak yeniden gözden geçirilebilir’ önermesine katılıyor. Bu kanaate katılmayanların oranı ise yüzde 44,5.Yalanı nasıl öğreniyoruz? Yalan söylemenin kötü bir davranış olduğunu çoğumuz masal kahramanı Pinokyo’dan öğrenmişizdir. Bu tahta çocuk, doğru sözden ne zaman ayrılsa burnu uzar ve yalancılık başına iş açar. Masalı dinleyen her çocuğun bilinçaltına ise ‘yalan kötüdür’ anlayışı yerleşir böylece. Fakat gün gelir, minik zihinler de yalanı öğrenir. Hatta doğruluğun terk edildiği ilk anda burun kontrol edilir! Bakılır ki herhangi bir somut değişiklik yok. Yalana devam o zaman! Ödevini yapmayan öğrenci öğretmene, işe geç kalan çalışan patronuna, aile çocuğuna, çocuk arkadaşına derken liste uzayıp gidiyor, en basit konularda bile beyaz yalanlara (!) başvuruluyor. Kısacası lisanı nezih tutmak artık maharet istiyor…Yalan kelimesi, Arapça karşılığı olan kezib (kizb) eski sözlüklerde, “Doğruluğun (sıdk) karşıtı, bir konuda gerçeğe aykırı haber veya bilgi vermek, söz vâkıaya uygun olmamak” diye tanımlanıyor. Kezib kelimesi âyet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda ‘gerçeğe aykırı konuşmak’ anlamında mastar, ‘gerçeğe uygun olmayan söz, haber’ anlamında isim olarak kullanılıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de kezib ve türevleri 280 yerde geçiyor. Bunların çoğu ‘bir şeyi yalana nisbet etmek’ anlamında tekzîb masdarından türeyen fiil ve isim olarak karşımıza çıkıyor.Yalan, insanlar arasındaki güven, sevgi, saygı, dostluk gibi duyguların yıpranmasına yol açan kötü bir davranış. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), mümine yakışmayan bu davranışı münafıklık alameti olarak nitelendiriyor.İslâm âlimleri, yalan konusunu işlerken dilin ve konuşma yeteneğinin insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik olduğunu belirterek Allah’ın verdiği bu nimeti yerinde kullanmayanların insanlık değerini de kaybedeceğine dikkat çekiyor. “O, dilde, fıkıhta, hadis ve vaazda bir ilim hazinesiydi. Zamanının insanları içinde en akıllı kimselerdendi…” teveccühüne mazhar olan hadis, siyer, fıkıh alimi Ebû Hâtim el-Büstî nam-ı diğer Ebü’l-Feth el-Büstî, Allah’ın, insanın uzuvlarından sadece dile kendi birliğini ikrar etme yeteneği verdiğini, böylece onu bütün uzuvlardan daha değerli kıldığını ifade ederek akıllı kimsenin dilini yalana alıştırmaması gerektiğini söylüyor.Meşhûr tefsîr ve nahiv âlimi Râgıb el-İsfahâni’nin ez-Zeri’a kitabında ise insanın yalancılığı karakter haline getirmesinin insanlıktan çıkması demek olduğunu belirtiyor: “Yalancılıkla tanınan kişinin sözüne güvenilmez, sözüne güvenilmeyenin konuşması faydasızdır; böylece o kimse hayvan durumuna, hatta daha aşağı bir dereceye düşer. Çünkü hayvan konuşamadığı için bu bakımdan kimseye zarar vermez, yalancı ise zararlı bir varlıktır.”Her yalan bir yanlışı örtmek için söylenirYalan, günümüz insanına musallat olmuş en büyük hastalıklardan biri. Küfre, nifaka karşı mü’mini mukavemetsiz hale getiriyor. Peki, bazen dostlukları bitiren, bazen yuvaları yıkan, bazen de kişiyi işinden eden yalanın pembesi, beyazı olur mu? Yalan, insanın yaşamında ne gibi yaralara yol açıyor?Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Suat Cebeci’ye göre, yalanın büyüğü küçüğü olmuyor. Yalan, insanlar arasındaki manevi duyguları da yıpratıyor. Cebeci, yalan söylemenin ahlâki zaaf göstergesi olduğunu söylüyor. “Yalanın küçüğü, büyüğü, pembesi, beyazı olmaz. Yalan, madde bağımlılığı gibi bir alışkanlık oluşturuyor ve yalanın bir türünü söyleyen her türlüsünü söyleyebiliyor.” diyen Cebeci’ye göre her yalan bir yanlışı örtmek için söyleniyor.Yalanın ahlaki değerlere aykırı olduğunu belirten Cebeci, insanlar arasında güven duygusunun kaybolmasına yol açtığını ifade ediyor ve ekliyor: “Yalan, toplum değerlerini zayıflatır ve sosyal yapıyı zaafa uğratır. Her dinde ve kültürde çok çirkin bir davranış olarak kabul edilir ve asla hoşgörülmez.”Yalan, doğruluktan daha çok satıyor!Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan Yenibaş da yalanın hayatımızı istila ettiğini şöyle açıklıyor: “Dinin anlayışıyla toplumun algısı birbirinden farklılaşıyor.” Doğrulukla yalanı aynı rafta satılan iki ürüne benzeten Yenibaş, yalanın daha çok sattığını düşünüyor.Yenibaş’a göre, doğruluğun zirvede olduğu Asr-ı Saadet döneminde aldatmanın en küçüğüne bile prim verilmezken, bugün hayatın her alanı bu virüsler tarafından kuşatılmış durumda. Hatta dinin yalan dediğine toplum öyle demiyor. Birilerini güldürmek için şaka yollu sözler sarf edenler için Peygamber Efendimiz’in (sas) şu hadisi şerifini hatırlatıyor Yenibaş: “Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona.” Zira Allah Resulü ashabıyla şakalaşıyor ancak O (sallallahu aleyhi ve sellem), latifelerini latif bir biçimde yapıyor ve sadece doğruyu söylüyor.İlahiyatçı Yenibaş, yalancılığın münafıklık alameti olduğunu hatırlatıyor. Nitekim doğruluğun zirvesi Nebiler Sultanı (sas) münafığın alâmetlerini şu şekilde sayar: “Münafık, konuştuğunda yalan söyler. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ihanet eder. Birisiyle ahitleştiği, sözleşme yaptığı zaman ona gadreder; söz verse de cayar, sürekli hulfü’l-vaadde bulunur. Bir konuda taraf olduğunda haddi aşar, haksızlık yapar; kavga ve nizaları büyütür, düşmanlığa dönüştürür.”Bakara Sûresi’nin 10. ayetinde de şöyle buyruluyor: “Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.”Yalanın gölgesi düşene güven olmazYalan, kişiye duyulan emniyet ve sadakat hislerini ortadan kaldırıyor. Çünkü hayatında birkaç defa yalan söylemiş biri, daha sonra kendisinden sudur edecek bütün doğruluklara gölge düşürmüş oluyor. ‘Söylediğim yalan küçük’, ‘Bunlar pembe yalan önemi yok’ diyerek onu meşrulaştırma yolu tercih ediliyor. Ancak bu masumiyet zırhı, yalanın hükmünü değiştirmiyor. Efendimiz (sas) ise böyle bir durumun kalbi karartacağına işaret ediyor, bir başka hadisi şerifte ise şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler. Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.”Ezcümle, yalan ve yalancılıktan kurtulmanın reçetesi, şeytandan sığınmak gibi, günde yüz defa belki binlerce defa Allah’a sığınmak olsa gerek...Çocuklar neden yalan söyler?Psikolog Yasemin Eyüpoğlu, 4-6 yaş arasındaki çocuklarda yalan denmeyen ancak doğru olmayan söylemler görülebileceğini belirtiyor. Eyüpoğlu’na göre, bu dönemdeki yalanları bir davranış bozukluğu olarak nitelendirmek yanlış olur: “Soyutlama becerisinin arttığı bu dönemde çocuk, ötekini ne kadar kandırabileceğini düşünür ve yalan söyler. Bu durum karşısında ebeveynin, ‘Emin misin? Ben öyle hatırlayamadım.’ gibi çocuğa düşünme ve düzeltme alanı tanıyarak yapıcı, anlamlandırıcı bir rol üstlenmesi, çocuğun bu dönemi sağlıklı bir şekilde geçirmesine yardımcı olacaktır.”En çok söylenen yalanlarİngiltere’de yapılan bir ankete göre ‘Telefonum çekmiyordu’ en popüler yalanların başında yer alıyor. Aynı çalışmaya göre bir insan her gün ortalama dört yalan söylüyor. İşte en popüler yalanlar:-Telefonum çekmiyordu-Üzerimde nakit para yok-Her şey yolunda-Çok güzel görünüyorsun-Seni gördüğüme sevindim-Seni arayacağım-Yakın zamanda görüşelim-YoldayımBu anket İstanbul’da yapılsaydı ‘Çok trafik vardı’ en popüler yalanların başında yer alabilirdi.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Hunharca Kitap Alışverişi *_*

Kitap alışverişi yapmaya bayılırım bilirsiniz. Ancak son 1 haftadır delicesine kitap aldım, rekorumu kıramasam da hunharca kitap aldım *_* 

Neler aldım, gelin bakalım :) 

Cumartesi günü Sirkeci'de blog ikizim ve Pudra Tozu'yla buluştuk! Ay lav dem ^^

Ortalığı sular seller götürüyordu. Yukarıdaki resmi vapurda çektim :p

Buluşmuşken Artemis Yayınları'nın deposuna gittik. Alacağımız dünya kadar seri devamı vardı. 

Depoda kitaplar %35 indirimli aklınızda bulunsun ^_^

Fantastik kitaplarla samimiyeti pek olmayan Pudra Tozu da anne edasıyla listelerimizi kontrol etti ^_^

Dizisini ve kitaplarını severek takip ettiğim Güneyli Vampirler serisinin 4-5-6-7 nolu kitaplarını aldım.

İlk kitap Gündüz Ölüsü yorumum için TIKTIK!

Kitap listesi yaparken fark ettiğimiz üzere çok fazla yorumum birikmiş. Bunlardan biri Uyumsuz :(

Serinin devam kitaplarını da aldım :)

Bu serinin kapakları gerçekten harika!

Birikmiş yorum derken Ateş serisi Karanlık Ateş -_- Ateş serisi 4. kitap da seri devamı olarak alınanlardan ^_^ Serinin saçma geyikleri bitsin devam edeceğim :)  Meleklerin Kanı da başlanacaklardan ^^

Seri devamları demiştik ^^

Böylece sadece benim okumadığım Vampir Akademisi biter, yan seri başlar. 

Anita Blake *_*

Sonuç:

Artemis *_*

İkisimle kitaplarımızın yan yana hali ^_^

İkizimle kitaplığımız bir kaç tür hariç tamamen aynı. Burada gördüğünüz farklılıklar ise birimizde olup, diğerinde olmayanlar ^^ 

Çünkü biz ikiziz ! <3

En güzeli kitapları taşımadık, kargoya verdik :) 

Bunun rehavetine kapılan ben dönüşte Pudra'yı kitapçıya sürükledim. 

Tanesi 5TL den bu kitapları, (Uykusuz Geceler 10TL'ydi)

8TL'ye de bunları aldım. İkizime Hayallere Kapılma aldım!! ^_^

Sonuç:

Son bir haftalık kitap alışverişim toplu görüp, ne kadar battığımı fark edip bağışta bulunmak isterseniz:

Sevgiler :*

İkizimin yazısı için TIKTIK!!

22 Temmuz 2014 Salı

Gündüz Ölüsü - Charlaine Harris (Güneyli Vampirler #1)

Kitap Adı: Gündüz Ölüsü

Yazar: Charlaine Harris

Orijinal Adı: Dead Until Dark

Çeviri: Yiğit Değer Bengi

Yayınevi: Artemis Yayınları

 Sayfa Sayısı: 436

Basım: 3. Basım / Ekim 2009

Seri:  Güneyli Vampirler / The Southern Vampire Mysteries #1

ya da

Sookie Stackhouse #1

Serinin Diğer Kitapları: 

#1 Dead Until Dark / Gündüz Ölüsü

 #2 Living Dead in Dallas / Şehir Ölüsü

#3 Club Dead / Kulüp Ölüsü

#4 Dead to the World / Cadı Ölüsü

#5 Dead as a Doornail / Ölüler Ölüsü

#6 Definitely Dead / Yılın Ölüsü

#7 All Together Dead / Hepimizin Ölüsü

#8 From Dead to Worse /Kötünün Ölüsü

#9 Dead and Gone / Peri Ölüsü

#10 Dead in the Family / Aile Ölüsü

#11 Dead Reckoning / Patron Ölüsü

#12 Deadlocked

#13 Dead Ever After

"-Sen farklısın! Nesin sen?

-Ben Sookie Stackhouse'um ve bir garsonum."

Ne zaman bu seriyi düşünsem aklıma gelen alıntı budur :)

Güneyli vampirler serisiyle tanışmam serinin dizisi True Blood'la başladı.  Diziyi ilk sezondan beri aksatmadan izliyorum. Sonra dizinin aslında bir kitap serisinden uyarlama olduğunu öğrenip kitaplara sarmıştım. Bloga taşımam ise  daha da geç oldu. To be continued... :p

Sookie Stackhouse, küçük Bon Temps kasabasında yaşayan ve garson olarak çalışan bir kızdır.Bir büyükannesi vardı hayatında, bir de birlikte olmadığı kız kalmamış çapkın ve yakışıklı kardeşi Jason. 

Erkeklerle arası pek iyi değildi. Çünkü, ııı.. şey... ufacık bir kusuru vardı. İnsanların düşüncelerini duyabiliyordu! Karşısındaki insanları duymamak için sürekli kalkanlarını kaldırmak çok yorucuydu. Bu nedenle Sookie'nin hayatında ne erkekler, ne de bir aksiyon vardı.

Ta ki, vampirler kendilerini ifşa edip bir nevi "tabutlarından" dışarı çıkana kadar. Sentetik bir kan içiyorlar ve geceleri insanlar arasında yürüyebiliyorlardı. Sookie hayatı azıcık hareketlensin diye bu olayları yakından izliyor ve bir vampirle tanışmak istiyordu. Ve bir gün barın kapısından içeri vampir Bill girdi *_* 

Sookie ve Bill arasında yakınlaşmalar olurken, kasabada bir bir genç kızlar öldürülmeye başlar. Bu kızlar bir yandan daha önce hayatında vampir olan kızlardır, bir yandan da daha önce Jason'la birlikte olmuşlardır. 

Katil kimdir? Polis Jason ve Bill de dahil olmak üzere birçok kişiden şüphelenmektedir. Yoksa sıradaki hedef Sookie midir? 

Okurken dizinin 1. sezonunu tekrar izliyor gibi hissetmiştim, iyi geldi. 

İlk sezonla paralel olaylar. Charlaine'in dilini sevdim. Çok akıcı ve yormayacak kadar basit.

Kitaptaki Sookie'yi tercih ediyorum ben, kesinlikle. Ama kitaptaki Jason dizideki kadar sempatik değil ilk kitapta. Olaylara girizgah şeklindeki ilk kitap oldukça güzel. 

Serinin devamını da hızlıca girmek istiyorum bloga :) 

PUANIM: ♥♥♥♥

18 Temmuz 2014 Cuma

ANNA CAMPBELL'LA RÖPORTAJ VE İMZALI KİTAP ÇEKİLİŞİ

Merhabalar,

Kendisinden ilk defa İLK HISTORICAL ROMANCE'LARIM yazımda bahsettiğim yazar Anna Campbell, benim ilk historical romance yazarım ve en sevdiklerimden de biri. Bu nedenle yeri bende apayrı.

Blog açmadan uzuuuunca bir süre önce okuduğum yazarı böylece bloguma da taşımış oldum. 

Kendisiyle hem röportaj boyunca, hem de kişisel yazışmalarımızda konuştuklarımız beni çok mutlu etti :)

Röportajın sonunda bir de çekilişimiz olacak. Hediye ise imzalı Uykusuz Geceler kitabı. 

Detayları röportaj sonunda bulabilirsiniz. ^^

-----

Öncelikle nezaketin için teşekkür ederim Anna. Sen benim okuduğum ilk historical romance yazarısın, dolayısıyla bu röportaj benim için çok önemli ve anlamlı. Ve de gerçekten çok güzel bir anı. :)

Beni blogunda ağırladığın için çok teşekkür ederim, Hülya. Türk okuyucularıma senin aracılığınla ulaşma şansı yakaladığım için çok heyecanlıyım. Uzun zamandır etkileyici bir tarihe ve kültüre sahip, harika ülkenizi ziyaret etmek istiyordum, belki gelecek yıl gelme şansım olabilir!

1-    Kitaplarını nasıl ortamlarda yazarsın? Yazarken müzik dinler misin, dinlersen neler dinlersin? Yazarken olmazsa olmazım dediğin şeyler var mı? 

Müziğe fanatik derecesinde bağlıyımdır, dolayısıyla çalışırken kesinlikle radyo veya CD’den müzik dinlerim. Genellikle klasik müzik ya da film soundtrack’leri dinlerim, -sözlü müzikler dikkatimi hikayeme vermemi zorlaştırıyor-. Neredeyse her zaman yanı başımda sıcak bir bardak çayım bulunur. Bir kitap üzerinde çalışırken galonlarca çay içerim, zihnimi açık tutuyor. Evimde bahçemi gören sevimli bir ofisim var, bahçemde lorikeet,  rosella, galah ve willy wagtail gibi Avusturalya’ya özgü kuşlar var. Böyle bir ortamda çalışıyorum.

2-    Şu an üzerinde çalıştığın kitap hakkında biraz ipucu verir misin? 

Sons of Sin serisi 4. Kitabı “A Scoundrel By Moonlight”’ı yeni teslim ettim. Umarım Epsilon aracılığıyla Türk okurlarımla da buluşur. Kahramanımız “A Rake’s Midnight”’tan tanıdığımız ve “What a Duke Dares”’te uzun bölümler boyunca karşımıza çıkan Leath Markisi. “What a Duke Dares”, Sons of Sin serisinin en uzun romanlarından biriydi ve diğer tüm karakterler boy göstermişti.

-Yazarın ülkemizde çıkan tüm kitapları-

3- Kitaplarından bir karakter olsaydın, hangisi olmak isterdin? Neden?

Aslında başta bayan karakterlerimden biri olmak isteyecektim ama düşündüm de mutlu sona ulaşmadan once epeyce dram yaşıyorlar. Onun yerine “A Rake’s Midnight Kiss’teki Sirius adlı köpek olmak isterdim. Hikayedeki tartışmasız en zeki ve en tatlı karakterdi! Onu yazarken çok eğlendim!

4- Kitaplarındaki favori çiftin hangisi? ^_^

Ah, hayır! Bu sanki favori çocuğumu sormak gibi! Hepsini seviyorum ama Uykusuz Geceler (Midnight’s Wild Passion)’daki Antonia ve Nicholas’ın benim için yeri ayrı. Antonia çok güçlüydü ve çok yaralıydı; ve Nicholas çapkın ve haylaz tavırlarının altındaki iyi adamı umutsuzca saklamaya çalışıyordu. Onların bu hali gerçekten kalbimi acıtmıştı.

Şimdilerde ise “What a Duke Dares”’ten Cam ve Pen, bu yönden onlarla biraz yarış içerisinde gibi. Cam, ne kadar hatalar yapsa da içinde iyi bir adam; ve Pen onu kararlı kalbi ve şaşmaz cesaretiyle seviyor. 

5- Erkek karakterlerin her zaman trajik bir geçmişi, bir yarası ve travması olan adamlar. Tam güçsüz ve umutsuz oldukları anda, bayan karakterle tanışıyorlar. Onu korumak için mücadele ediyor ve eski güçlerini tekrar kazanıyorlar. En azından benim okuduklarımda bu şekildeydi. Kitaplarındaki bu durumu çok seviyorum. :) Bu konudan biraz bahseder misin?

Açıkçası çok ilginç, Hülya. Bu kesinlikle başta erken dönem kitaplarımın temel dinamiği. Bir de Yedi Gece’deki (Seven Nights in a Rogue’s Bed) Jonas kesinlikle travma yaşamış, işkence görmüş kahramanlarımdan sayılır.  Ama What a Duke Dares’ten Cam, A Rake’s Midnight Kiss’ten Richard, geçmişlerinde zorluklar yaşamış olsalar da diğer erkek kahramanlarım kadar trajik bir durumda değiller. Bu A Scoundrel By Moonlight’taki Leath için de geçerli. Asıl problemi ulaşmak için tüm hayatını adadığı şeyleri tehdit eden bir kadına aşık olduğunda başlıyor. Karakterlerimin, ateşe yürümesi ve ordan saf altın olarak yeniden çıkması fikrinden çok hoşlanıyorum. Benim kahramanlarım kendi mutlu sonları için çabalamalı! (Bu lafa gerçekten bayıldım!) Karakterlerimin aşık olmayı öğrenmesi ve aşık olarak gelişmesini seviyorum, - aşık olmamak için sürekli çabalasalar da! Ve böylece her zaman kitabın sonunda, başlangıcından daha iyi insanlar oluyorlar.  

(Bu sorunun cevabından gerçekten inanılmaz etkilendim, çünkü aslında bu durum beni Anna Campbell kitaplarına çeken başlıca neden.)

6- Kitaplarının Türkçe edisyon kapakları hakkında ne düşünüyorsun? Favori yurtdışı kapakların hangileri?

Türk kapaklarını seviyorum. Çok zengin ve romantik. Favorim çok güzel ve şehvetli görünen Mahrem (Untouched). Harika kapakları var kitaplarımın.

Birkaçını söylemek gerekirse Mahrem’in İspanyol edisyonu, Günahın Esiri’nin Japon edisyonu ve Mahrem’in Fransız edisyonu (ki buna ben de bayıldım *_* ) Bu üç kitabın özel bir şeyler yakaladığını düşünüyorum.

-Kapaklar sırasıyla bu şekilde-

7- Türkokurlarına ve Türk yayıncına söylemek istediğin bir şey var mı? Ya da eklemek istediğin herhangibir şey?

Hem Epsilon’a, hem de Türk okuyucularıma kitaplarıma gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür etmek isterim.  Her yabancı edisyon, benim için yeni bir heyecan.

Benimle ve kitaplarımla ilgili daha fazla bilgi için:

Websitem: www.annacampbell.info

Twitter: @AnnaCampbellOz

Facebook: https://www.facebook.com/AnnaCampbellFans?ref=br_rs

---------------

Gelelim çekilişe:

Yazarımızdan bir kişiye imzalı Uykusuz Geceler kitabı (Türkçe Baskı) hediye edilecek!

Şartları ise blogumu takip etmeniz ve çekilişi sosyal medya kanallarından herhangi birinde duyurmanız.

Anna'nın ise sizden bir ricası var, mail adresi ve paylaşım linkinizi yorum olarak bırakırken, röportajla ilgili bir yorum bırakmanız veya Türkiye'ye geldiğinde görmesi gerektiğini düşündüğünüz bir yeri söylemeniz.

Anna'nın da belirttiği gibi Türkçe yazabilirsiniz, nasılsa ben kendisine çevireceğim :)

Hepinizi beklerim :*

Mahalleli 'sizi çıkaramazlar' diye koştu geldi

Geçen hafta cuma günü zabıtalar, Üsküdar Selimiye Camii’nin avlusundan canlı yayın öncesinde Samanyolu TV’nin ‘İftar Zamanı’ ekibini çıkarmaya çalıştı. Televizyonculuk tarihinin bu sıra dışı vakasını ekip adına programın sunucusu Ahmet Bozkuş anlattı.Sizi resmen kovmaya mı geldiler?Niyetleri kimse yokken gelip eşyaları dışarı atmakmış. Yani işportacıyı atar gibi. Allah’tan burada bizim güvenlikler bekliyor. Hemen haber verdiler.24 saat bekliyorlar mıydı?Evet. Çünkü tüm ekipmanlarımız burada çadırın içinde duruyor.Çok daha ayıp bir şey değil mi kimse yokken gelip eşyaları çıkarmak?Zaten zabıtalar niye geldiklerini, neden çıkaracaklarını bilmiyor. İzniniz yok diyorlar. Bizimkiler izni gösteriyor. Valilikten, Diyanet’ten izin var. Bu sefer Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden de izin almanız gerekiyor, diyorlar. Bizimkiler Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü arıyor. Oradan da “Bizim ne böyle bir izin yetkimiz var ne de program yapmayın deme yetkimiz var, Diyanet’in sorumluluğunda.” diyorlar. Yani hiçbir hukuki temeli yok yaptıklarının. Bizimkiler üslubunca cevap verince müdürlerini çağırmışlar. Ekip burayı terk etmemiz için belge gösterin diyor. Tabii herhangi bir belge çıkmamış. Onlar da çevir kazı yanmasın muhabbetine giriyor. Televizyonun avukatları gelmiş ve size taciz davası açacağız demiş.Peki bir gerekçe söylemişler mi bu tavırlarına dair, en azından “Emir yukarıdan geldi.” gibi...Hiçbir gerekçe yok ama biz teyakkuzdayız. Kaç gündür programda müzik yok. Aman bunu bahane edip de huzursuzluk çıkarmasınlar diye.Öyle bir ihtimal olabilir mi?Olabilir. Olay yaşandıktan sonra mahalleli, esnaf geldi buraya bize destek vermek için. Size kimse karışamaz, destek oluruz dediler. Kaç insan, gelin bizim bahçemizde yapın programı diye aradı, söyledi. Buraya kadar gelip davet ettiler.Böyle bir müdahale bekliyor muydunuz?Tabii ki, ilk günden beri. Gelen her konuk size nasıl izin verdiler diyordu. Süreç belli...İzni ne zaman almıştınız?Ramazan’a doğru, en fazla bir ay önce izin alınmıştır. Diyanet burada dürüst davranmış. Herkese eşit mesafede duralım, kim istiyorsa izin verelim demişler. Ama bu birilerini rahatsız etmiş. Bence şöyle bir şey de var; bu caminin Üsküdar’da olduğunu Üsküdar Belediyesi çok geç fark etti. Yoksa çoktan gelebilirdi.Sadece Üsküdar Belediyesi değil, programa gelen konuklar da, seyircinin çoğu da bilmiyor böyle bir caminin olduğunu...Ben de bilmiyordum. Enteresan, 1800’lerde yapılmış bir cami. Çok da güzel, bahçesi, içerisi. Selimiye Kışlası’nın camisi, askerler için yapılmış. Kimse bilmiyordu bu camiyi, gün yüzüne çıkardık galiba.Cemaati arttı mı?Bizi ziyarete gelenler, pasta börek getirenler var. Teravihi burada kılıyorlar. Özellikle o olaydan sonra İstanbul’un birçok yerinden geldiler.Mehmet Baransu’nun evini basacaklardı, sizin programı bastılar...(Gülüyor) Baransu’nun konuk olmasını sorun yaptılar. Biz siyasi bir şey konuşmadık. Kimseyle konuşmuyoruz. Umresini anlattı. Mekke’yi konuştuk.Kimin fikriydi çağırmak?Bizim fikrimizdi. Gazetecileri de ağırlıyoruz. Baransu’nun konuk olmasını eleştiren yazıyı yazan Yeni Akit Gazetesi yazarı da gelecekse davet ederiz yani, gelsin. Ramazan bu. Ramazan senin benim değil, herkesin Ramazan’ı. Ramazan sadece bir cemaatin, bir partinin, bir tarikatın ayı değil. İnsanların ne kadar dindar, ne kadar maneviyatlı olduğunu sorgulamak bize düşmüyor.Baransu ile konuştunuz mu sonradan?Hayır, zaten benim yüzümden size bir şey olmasın, demişti. Herkeste her an bir şeyler olabilir tedirginliği vardı. Tweet atıp tehdit edenler oluyor. Hakareti duyan kişi olarak buna üzülmüyorum, o hakareti söyleyen kişiye üzülüyorum. Çünkü acı laflar. Yüzüne çarpılabilir bu bir yerde. Pişman olacakları sözler söylüyorlar. İnsanlar kendilerine ait olmayan kavganın zırhını giyiyor. Ya da iki muhtar birbirine küsüyor, köylüler kavga ediyor. Böyle bir şey yok ki.Davet ettiklerinizden gelmeyen oluyor mu?Geçen sene çağırdıklarımızdan bu sene gelmeyenler var. Zaruretten gelemeyenler var ve gelmeyenler var. Onları yargılamıyorum. Zor bir süreçten geçiyor insanlar. Özellikle memuriyeti olanlara hiçbir şey diyemem. Sonuçta rızık diye bir şey var. Üzücü olan, insanlar bir Ramazan programına gelmekten korkuyor. Bu da ülkemizdeki durumu özetliyor.Zabıtalar işte bu ekibi cami avlusundan kovmaya kalktı. Hani televizyoncular her röportajda “Ekip çok iyi, çekim arasında çok eğleniyoruz.” der ya. Bu ekip de hakikaten öyle. Bizzat gördüm. Teravih sonrası, sahur programı hazırlıkları sırasında o meşhur havuz başındaki mermer masada görüştük Ahmet Bozkuş ile. Yan masada mahalleli teyzeler içli köfte tarifi veriyordu. Biz ise, havuzdan su içen kedileri seyreylerken zabıtaların yaptıklarını konuşuyorduk.Geçen yıl Ramazan programı sunmayacağım diye karar almıştımProgramda anlattığınız hikâyeler çok ilgi çekiyor. Ağlıyorsunuz sık sık. Sosyal medyada epey konuşuldu bu, merak ediliyor, mizansen mi?Bu soru sorulunca çok üzülüyorum, gerçekten. Mizansen yapıyorsam Allah ikincisini nasip etmez herhalde. Oyuncular gözlerine damla damlatır veya bir madde sürer gözyaşını akıtacak. Oyunculuk yaparken ben onu bile yapmadım. O da yalan. Eğer onu hissedemiyorsam ağlamayayım. Hatta bazıları hakaret ediyor. Geçen yıl çok içerlemiştim. Bir daha Ramazan programı sunmayacağım, hikâye anlatmayacağım demiştim. Samimiyet sorgulaması yapılıyor. Ben kimsenin samimiyetini sorgulamam. Bu yüzden bırakma kararı aldığımda bir arkadaşım Hocaefendi’nin videosunu açtı, altında yazan yorumlara bir bakar mısın dedi, kimlere neler söylenmiş.Öğretmenlik, radyoculuk, oyunculuk, stand-up, şiir albümü, şimdi Ramazan programı. Karışık bir kariyer…Hepsi aynı aslında. Hepsi yazmak ve konuşmak üzerine.Aile zoruyla mı okudunuz öğretmenliği?Yok. Katsayı probleminin olduğu zamanlardı. 28 Şubat dönemi ve imam hatipliydim.Hangi bölümü istiyordunuz?Hukuk. Savunmayı severim, haksızlık varsa dilimi tutamıyorum. Ama edebiyat öğretmenliğini de severek okudum. Severek bitirdim, severek de öğretmenlik yaptım. Fakat öğretmenliği sürdüremezdim bir yerden sonra. Özellikle radyo ve tiyatroya yönelik acayip bir hevesim vardı. Gelmeseydim, denemeseydim içimde ukde kalırdı.Öğretmenlikten radyoculuğa geçişiniz nasıl oldu peki?Diyarbakır’da üniversite öğrencisiyken radyoculuk yapmıştım, yerel çapta. Tiyatro da yapıyordum. Bingöl’de öğretmenlik yaparken Dünya Radyo’nun genel yayın yönetmeni Mesut Baran geldi. Onun da katıldığı programın sunuculuğunu yapmıştım. Şehirde öğretmendim ama insanlar benim de onlar gibi Ankara’dan geldiğimi sanıp tebrik ediyorlardı. Mesut Baran, radyoya gelmek ister misin, diye sordu. O demese ben soracaktım radyoya gelmemi ister misiniz, diye. Sağ olsun bir iş başardığımda ona dua ederim. Dünya Radyo’ya gelmeme vesile oldu. Sonra radyo İstanbul’a taşındı, Samanyolu Yayın Grubu’na dahil oldu. Biz de İstanbul Misafirhanesi programıyla başladık.Oyunculuk da yapmışsınız...Tiyatroda oynuyordum zaten. İki Dünya Arasında dizisinde de 173 bölüm oynadım.Nerede büyüdünüz? Diyarbakır’da mı?Adana’da. Kozan’da büyüdüm. Köyde doğdum, köyde büyüdüm. Sonra okumak için Kozan’a gittim. Üniversiteyi de Diyarbakır’da okudum.Kazancımı dershane öğretmenleriyle paylaşmaya hazırımDoğuda dershane öğretmenliği yapmışsınız. Öğrencilerinizle görüşüyor musunuz?Evet. Birine kız istemeye bile gittim. (Gülüyor) Öğretmen olup beni öğrencilerinin mezuniyet programına davet edenler var.‘Dershaneler kapanmasın’ kampanyası sırasında çok aktiftiniz...Çünkü dershanenin ne anlama geldiğini gördüm. Bir çocuğunu teröre kaptırmış anne için çocuğunu okutabilmenin ne kadar büyük bir şey olduğunu gördüm. Bir çocuğun dağdan okula dönmesinin ne kadar önemli olduğunu, barut değil tebeşir kokusu alıyor olmasının annesi için çok büyük bir nimet olduğunu gördüm. Öyle dualar duydum ki… O yüzden dershaneyi kapatmak bir annenin güneşe bakan penceresini kapatmaktır.Bu yorumlar çok romantik, abartılı, hatta uçuk bulunmuştu o süreçte…Bulsunlar… Çünkü uçuk bir şeyden bahsediyorum. Her evden bir insanın dağa götürüldüğü, bir insanın faili meçhule kurban gittiği bir yerden bahsediyorum.Teşvik edilirse okullar yeterli olamaz mı?Mümkün mü? Güneydoğu’dan bahsetmiyorum. Okuma oranının en yüksek olduğu şehirlerin okullarına bakalım. Yeterli mi? Özel okul öğrencileri bile gitmek zorunda kalıyor. Bu konuyu benimle oturup eğitim çerçevesinde tartışabilecek kimse yoktur. Milli Eğitim Bakanı dahil. Daha Hizmet’in maneviyatına girmeden sadece eğitimle ilgili izahatında kaybeder. Güneydoğu’da görev yapan arkadaşlarım var, birisinin dahi maaşına dair korku taşıdığına inanmıyorum. Ki ben dershanede öğretmenlik yapan arkadaşlarımla, kazandığım parayı hemen paylaşabilirim. Hiç tereddüt etmem, gelsin evimde kalsınlar. Benim gibi binlerce insan olduğuna da eminim. Onları kimseye muhtaç etmeyecek insanlar var. Benim üzüldüğüm şey oradaki çocuklar gidecek kapı bulamayacaklar, yanlış kapıya gidecekler. Terör dediğimiz belanın çaresi eğitim. O yüzden PKK karakollardan daha çok okuma salonlarına saldırıyor. Ben bunları yaşadım, gördüm. Bunu sadece Hizmet’in dershaneleri için demiyorum. Güneydoğu’da, Türkiye’de açılan her okul, her dershane kıymetlidir.

15 Temmuz 2014 Salı

100Dünya'nın Gizli Yüzü - Danielle Martinigol (100Dünya Üçlemesi #1)

Kitap Adı: 100Dünya'nın Gizli Yüzü

Yazar: Danielle Martinigol

Orijinal Adı: Les Abimes D'Autremer 

Çeviri: Azade Aslan

Yayınevi: ON8 Kitap

 Sayfa Sayısı: 189

Basım: Temmuz, 2014

Seri: La trilogie des Abîmes series // 100Dünya Üçlemesi

Serinin Diğer Kitapları: 

#1  Les Abimes D'Autremer // 100Dünya'nın Gizli Yüzü

 #2  L'envol de l'abîme // Başkadenize Dönüş

#3 L'appel des abîmes // Abislerin Çağrısı

Haber alma hakkı, yaşam hakkının önüne geçtiğinde; 

zararı kimler görür?

Sürekli görüp, kıyısında dolandığım ON8 Kitap'ın ilk kez bir kitabını okuma fırsatı buldum. 

Yayınevinin çeviri, edisyon, tasarım olarak üzerimde bıraktığı etki bu kitaptan yola çıkarsam olumlu. :)

100Dünya Üçlemesi bir bilim kurgu serisi ancak ağır bir seri değil. Doğru telaffuz edersek teenage bilim kurgu. Ancak eleştirileri oldukça "adult"!

Önce konudan bahsedersek Sandiane Ravna 16 yaşında çetin bir muhabir. Aslında ünlü bir muhabir olan Sten Ravna'nın kızı ve hayali büyük bir muhabir olmak. Annesi ve babası boşanınca babasıyla birlikte haber stüdyolarında büyümüş, en yakın ve tek arkadaşı uçarkamı (uçan kamera) Seeone. Yalnız bir gençten bahsediyoruz yani. Ancak hayalleri çok büyük. Bu yüzden haber yakalamak için her şeyi yapmayı göze alabilir. Bu başkalarının özel hayatına gizlice sızmak, bir nevi casusluk yapmak olsa da. Bu özelliğini biraz da babasından almış diyebiliriz.

Samanyolu Galaksisindeki gezegenler birleşmiş ve 100Dünya Topluluğunu oluşturmuştur. Buna Galaksi Birliği de deniyor.

Babasıyla ve kameramanları Biggy Borg'la haber peşinde koşan Sandiane, bu kez de kaza geçiren bir uzay gemisindedir ve çekim yapmaktadırlar. GB'ndeki gezegenlerden biri olan Başkadeniz'den bir kurtarma gemisi gelir, daha doğrusu bir Abis. Abisler, Başkadenizlilerin özel uzay gemisidir ve bayağı üstdüzeylerdir. Ve bugüne kadar hiçbir Abis'in pilot kabini veya pilotun Abis'i kullandığı an kameraya çekilememiştir. Bu gizlilik tabi ki muhabirlerimizin ilgisini çeker. Hazır bir Abis'in içinde olan Ravnalar, bunu çekebilmek için her şeyi denerler, ancak iş göründüğü kadar basit değildir. Elde ettikleri bilgi, tüm Galaksi Birliği'ni karıştırabilecek, Başkadenizlileri tehlikeye atabilecek kadar büyüktür.

Haber alma özgürlüğü mü, kişisel hak ve özgürlükler (özel hayatın gizliliği) mi?

Sandiane, Abis pilotu olan Paul ve Mel ikilisiyle tanışır; yakın yaşlarda olsalar da Paul, Mel'in amcasıdır. Üstelik bu tarz ikilemler içindeyken Sandiane, Mel'den hoşlanmaya başlar. Hoşlanmaya başladığın birine karşı casusluk yapmak mı? Sırları derinlere gömmek mi?

Doğruluk mu, şeffaflık mı?

Mel ise kendi insanlarının sırrını saklamakla, Sandiane olan hisleri arasındadır.

Aşk mı, sadakat mi?

Bir şehirde, ülkede, hatta gezegende yaşamak insanı daha üst düzey, daha elit yapan bir şey midir?

189 sayfalık kitapta anlatılacak bu kadar şey bulana da "benherneysemo" denir -_-

Kısacık, üstelik daha çok gençlere hitap edecek bir kitapta, yazar güzel mesajlar vermiş.

Bunları çok beğendim.

Sandiane ve babasına başlarda nasıl sinir oldum, nasıl! Ne işkenceler hayal ettim, ne işkenceler... Zamanla Sandiane'e olan hırsım geçti çünkü neler yaşadığını gördükçe, bu kadar materyalist olmasını anladım ama ama Sten Ravna -_-

Mel başta olmak üzere, Mel ve Paul'ü çok sevdim. 

Bir de çok fazla gelecek insanının anlayabileceği tabirler kullanılıyor; staza girmek, uçarkam, çekimkırıcı, bati, abis vs gibi. Bunlar başta göz yoruyor ve okuma hızını yavaşlatıyor; ancak okudukça alışıp, hızını yakalıyorsun.

Aksiyonun yanı sıra üstünde kafa yormaya değecek konular işlenmiş.

Devamını gerçekten çok merak ediyorum.

EK BÖLÜM

Hayal gücü geniş okuyucudan tespitler:

Paul ve Mel'in birlikte ortama ilk giriş yaptıkları yerde gözümde Vampire Night'taki Kaname ve Zero canlandı. Yok artık demeyin ama saçlardan vs bahsederken feci benzettim. Hoştu ama ^_^ Arka planda da opening müziği çaldı zihnimde :p

---

Ana temayı Doctor Who'nun 11. Doktorlu bir bölümüne feci benzettim *_* 

Ama hem Doctor Who izlemek, hem bu kitabı okumak gerekiyor, spoiler veremem, en ana şeylerden biri :(

İşte hayal gücüm beni böyle yollara da soktu :p

PUANIM: ♥♥♥♥

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Her Fırsatta Kitap Alışverişi

Yemek için yaşamak, yaşamak için yemek muhabbetindeki gibi kitap almak için yaşayanlardanım ben sanırım. :(

Son zamanlarda ufak ufak alışverişler yapmışım ve kitaplar bir post oluşturacak olgunluğa ulaşmış :p

Hal böyle olunca yazıvereyim dedim... 

Geçenlerde D&R indiriminden bana kitap yok, sadece Pudra ve ikizime aldım diye ağlarken; bugün ikizimle buluştuk ve buluşma ritüelimizdir, D&R'a girip tüm kitapları elledik :p

Lanet İşleyiciler serisinin son kitabı bende var sanıyordum, yokmuş :O

5 tl indirimi devam ederken onu aldım. Sonra ikizimin baskısıyla, evet önerisi değil baskısıyla -_- Cam Şato'yu da aldım.

Mefisto kitabının devamı Mefisto'nun Öpücüğü ikizimin hediyesi ^_^

Dip Not: Böylece Lanet İşleyiciler serim tamamlanmış oldu, aferin bana :)

Bu serinin kapaklarına bayıldığımı söylemiş miydim? Kırmızı siyah ikilisine ölürüm *_*

Alçak Adam Aspendos'un ilk bastığı kitaplardan biri. Zamanında ilgimi çeken kitapla ilgili sıkıntılar yaşanmıştı ve ben o zamanlar ertelemiştim. Bizim Kitapevi 3 kitaba 10 tl kampanyası yapınca, ikizimin siparişine dadandım ve en son dördüncü kitabı çıkan serinin ilk 3 kitabını aldım :) Konuları feci ilgi çekici *_*

Son olarak Pudra tozu'yla buluştuğumuz gün Güneyli Vampirler serisinin 10. kitabı Aile Ölüsü'nü aldım. En son 11.kitap Patron ölüsü çıktı, ek bilgi :)

Ve toplu görüntü :)

Kitaplarım, la la la! (Evet, bu sözü ikizimden çaldım! -_- )

Herkese bol kitaplı günler! (Bunu da ondan çaldım ne var? -_- )

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Ah Şu Kalbim - Susan Elizabeth Phillips (Chicago Stars #5)

Kitap Adı: Ah Şu Kalbim

Yazar: Susan Elizabeth Phillips

Orijinal Adı: This Heart Of Mine

Çeviri: Selim Yeniçeri

Yayınevi: Pegasus Yayınları

 Sayfa Sayısı: 428

Basım: Haziran, 2014

Seri: Chicago Stars #5  

Serinin Diğer Kitapları: 

#1 It Had to Be You // Aşkta İlk Çeyrek (Phoebe&Dan)

 #2 Heaven, Texas // Kalbinde Bir Yer Aç (Gracie&Bobby Tom)

#3 Nobody's Baby But Mine // Sensiz Olmaz (Jane&Cal)

#4  Dream, A Little Dream // Küçük Bir Hayal Kur (Rachel&Gabe)

#5 This Heart Of Mine // Ah Şu Kalbim (Molly&Kevin)

#6 Match Me If You Can // (Annabelle&Heath)

#7 Natural Born Charmer // (Blue&Dean)

"Sevgilerinin koşulsuz olduğunu kesin olarak anlamanın tek yolu korkunç bir şey yapmak ve hala yanında olup olmadıklarını görmek olmalı."

Molly Sommerville çocukluğundan beri örnek biri olarak bilinirdi. Zihninde çalan yangın alarmı sonucu çılgınca şeyler yapmadığı zamanlarda tabi ki. Kendisine kalan 15 Milyon dolarla tam bir mirasyedi gibi sadece çok kısa bir süre yaşayabilmişti. Yine bir alarm ve tüm parayı bağışlamıştı. Evinin ipotek borcunu bile ödeyebilecek durumda değildi çünkü artık tek geliri yazdığı çocuk kitabı Tavşan Daphne'nin maceralarıydı.

Üstelik ablasının  sahibi olduğu Amerikan futbolu takımı Stars'ın yıldız oyuncusu Kevin'a aşıktı.

Ve yine alarmlar çalıyordu!

Derken kariyerini tehlikeye atacak saçma davranışlar yapan Kevin, cezalı olduğu dönemde Molly'nin karşısına çıkar! Daha doğrusu birbirlerinin hayatlarına dalarlar :p

Olaylar olaylar! :)

Molly'nin duygularına bir göz atalım mı? :p

"Anlayamıyordu. Kevin'a olan aşkıyla -eski aşkıyla- ilgili en nefret ettiği şeylerden biri, onun dünya üzerindeki en sığ adam olmasıydı. Onun için önemli olan tek şey Amerikan futbolu  ve sonu gelmek bilmeyen uluslararası modeller. Onları nereden buluyordu ki? Kisiliksiz.com'dan mı?"

Susan Elizabeth Phillips çoğu kişinin severek okuduğu, hatta kitaplarına aşık olduğu bir yazar. Örnek: Pudra Tozu ve Okuma Seansı ^_^

Bana ise okumak bu birlikte okuma etkinliğimizle nasip oldu.

Molly serinin ilk kitabının esas kızı Phoebe'nin ergen olan :p kız kardeşiymiş.

Kendime Not: Serinin ilk kitabı zaten elimde mevcut, seriye en kısa zamanda en baştan başlanacak!

Çok eğlenceli, doğal, zorlama olmayan, dolu dolu bir hikaye okudum.

Ara ara okumak sorun teşkil etmese de, son zamanlarda 2 kişi etrafında dönen hikayelerin beni ne kadar sıkmış olduğunu da görmemi sağladı bu kitap.

Sadece esas karakterlerin değil, yan karakterlerin de bolca bulunduğu ve dolu dolu anlatıldığı, doyurucu bir okuma süreci geçirdim. Yan karakterler sadece dekordaki bir biblo gibi, bulunsun diye konmamıştı. Hem esas karakterlerin onlarla etkileşimi, hem onların esas karakterlere etkileri anlatılmaktaydı.

Kitapta aşk, aile gibi klasik konuların dışında; ideallerinden asla vazgeçmemek, ancak bazı ideallerin bazı şeylerinde yanında önemi olmadığını görmek, kişisel bazı değerlerin veya handikapların aslında neyi temsil ettiği... Kısaca tüm hayatın dinamiklerine dokunan bir şeyler vardı, kendimce buldum çıkardım :)

Ve bunlar oldukça eğlenceli bir dille anlatılmıştı. 

Kevin ve Molly'nin birbirlerine oyunlarından, Molly'nin kanişine, Daphne ve Benny'ye kadar  yüzde hınzır bir tebessüm oluşturan olaylarla örülü bir roman.

Daphne ve Benny, Molly'nin çocuk kitaplarındaki Büyülü Orman'da yaşıyan bir tavşan ve bir porsuk. Ve kitapta olayların gidişatına göre Daphne kitaplarından ufak bölümlere yer veriliyor. O kadar tatlı ki. Kendimi sürekli Daphne'nin gerçekten kitapları olsa da okusak derken buldum ve her parçanın çizimini zihnimde canlandırdım. Bayıldım onlara!

Molly'nin çoğu zaman ilhamını gerçek yaşamdan aldığını söylemiş miydim? ^^

Susan Elizabeth Phillips'in neden bu kadar sevildiğini anladığım, yazarın kalemini çok sevdiğim ve bana yeni bir yazar kazandıran bu okuma süreci, oldukça kazançlı oldu benim için. 

Günümüz aşk romanlarını seviyorsanız, SEP'e bir şans vermenizi öneririm :) 

PUANIM: ♥♥♥♥♥

ALINTILAR:

"Chicago'dan ayrılmadan önce baldızınla konuştum ve bana her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Belki de bu sohbeti onun erkek arkadaşıyla yapmalısın. "

"Şu anda erkek arkadaşı olamayacak kadar meşgul."

"Senden gizliyor. Bu yolculuğu bir hiç uğruna yapmışsın. Benny diye bir adamla birlikte."

"Benny mi?"

"Ne kadar süredir birlikte olduklarını bilmiyorum ama baldızının şu anki durumundan onun sorumlu olduğundan şüpheleniyorum."

"Benny onun erkek arkadaşı değil, seni kibirli herif! O lanet olasıca bir porsuk!"

---

Yan karakterlerden bir çift arasında geçen bir konuşma. Üzerinde düşünülesi: 

"Gerek yok. Sana neden çekim duyduğumu gayet iyi biliyorum. Eski bir alışkanlık."

"Ne demek bu?"

"Yani bunu daha önce yaşadım. Alfa erkeği. Sürüye hükmeden aygır. Külkedisi'nin bütün sorunlarını ortadan kaldıran prens. Senin gibi erkekler benim ölümcül zaafım. Ama artık birinin kendisiyle ilgilenmesine ihtiyaç duyan meteliksiz bir ergen değilim."

11 Temmuz 2014 Cuma

Onlar hayırda yarışır

Kur’an-ı Kerim, inananların ahlâk, inanç, ibadet, hukuk, zikir ve hayat kitabı. Kişi onu okuyup, anlayıp, hayatına taşıdığı ölçüde Allahü Teâlâ’ya yakınlık kazanmış oluyor. Kur’an, insan-ı kâmilliğe ulaşmada yol haritası çiziyor. Mü’minun Sûresi de müminlerin vasıflarını sıralayarak insana dünya-ahiret mutluluğu kazandıracak reçeteyi sunuyor.Hz. Ömer (ra) anlatıyor: “Resulullah’a (sas) vahiy indiğinde biz yanında arı vızıltısı gibi bir ses işitirdik. Bir gün üzerine vahiy indi, bir süre bekledik. Derken üzerindeki bu hal açıldı, hemen kıbleye dönüp ellerini kaldırdı, ‘Ya Rabbi, bizi çoğalt, eksiltme. Değerimizi artır, bizi hakir kılma. Bize ver, mahrum etme. Bizi tercih et, başkalarını bizim üzerimize tercih etme. Bizden razı ol ve bizi razı eyle.’ diye dua etti. Sonra da: ‘Bana on ayet indirildi ki kim bu ayetlerdeki buyrukları yerine getirirse cennete girer’ buyurdular.”Hz. Ömer’in, fazileti ve önemiyle ilgili rivayet ettiği bu ayetler, Mekke döneminin sonlarına doğru indirilmiş olan Mü’minun Sûresi’nde geçiyor. Sûre, Kur’an’ın 23. sûresi ve 118 ayetten meydana geliyor. Adından da anlaşıldığı üzere hem ideal hem de mükemmel müminlerin özelliklerinden bahsediyor. Sûrenin çeşitli ayetlerinde müminlerin temel özellikleri hatırlatılıyor. Diğer ayetlerde de müminlerin tersi olan kişilerin belli başlı özelliklerine de atıflarda bulunuluyor. İnsanlığın zirvesini tutan peygamberlerin fazilet mücadelelerine işaret ediliyor. Sûrenin baş tarafında kesin bir ifadeyle müminlerin mutluluk ve başarıya erecekleri bildiriliyor. Özellikler sayıldıktan sonra da ahirette bu özellikleri taşıyanların ulaşacakları mükâfat açıklanıyor. Bunun da, ebedi kalacakları Firdevs cenneti olduğu belirtiliyor. Bu özellikler şu şekilde sıralanıyor:-Namazlarında tam bir saygı ve tevazu içinde olanlar,-Lüzumsuz, faydasız ve boş şeylerden uzak duranlar,-Zekâtı tastamam verenler,-Mahrem yerlerini günahlardan koruyan, yani eşleriyle yetinip harama dalmayanlar,-Üzerlerine aldıkları emanetlere ihtimam gösterenler,-Verdikleri sözleri tam tamına tutanlar,-Namazlarını vaktinde huşu içinde eda edip zayi etmekten koruyanlar.Yukarıda sayılan nitelikler, müminlerin dikkatle üzerinde durmaları gereken özellikler. İlahiyatçı Prof. Dr. Muhittin Akgül, bu kuralların kiminin insan-Allah arasındaki ilişkiyi, insanın kendisiyle olan ilişkisini, kiminin de insanların toplumla olan ilişkisini düzenlediğini belirtiyor. Bu özelliklerin tersinin ise Allah katında konum itibarıyla kâfirlerden daha aşağıda olan münafıkların özelliği olduğunu söylüyor.Zengin, fakirin emanetçisiİnananlar açısından bu dünya, insanın imtihan için geldiği geçici bir yer. İnsanın imtihan olduğu şeylerden birisi de şüphesiz malı. Allahu Teala fakir ve muhtaçlara vereceği miktarı, adeta zenginin malının içine emanet olarak koymuş. Ve bu noktada zengin adeta bir emanetçi konumunda. İnsan Allah katında değerli olduğu için, onun elinden tutan, sıkıntılarını gideren, muhtaçları görüp gözetenler de Allah katında değer kazanıyor. Mü’minun Sûresi’nin 57-61 ayetlerinde müminlerin önemli özelliklerine vurgu yapılıyor. Allah Teâlâ ayetlerde, hakiki iman, şirksiz kulluk ve özellikle de hayırlı ve güzel işlerde yarışmaya dikkatleri çekiyor:-Yüce Yaratıcılarına duydukları saygıdan dolayı korkudan dolayı titreyenler,-Rab’lerinin âyetlerini tasdik edenler,-Rab’lerine hiç ortak tanımayanlar,-Verdiklerini Rab’lerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri ürpererek ve­renler,-Hayırlı işlerde yarış edenler ve bu yolda önde gidenler.Ayetler, insanlara özellikle infak konusunu hatırlatıyor. Kur’an’ın pek çok ayetinde de infak, değişik açılardan ele alınıyor. Allah Resulü (sas) farklı beyanlarıyla buna vurgu yapıyor. Bakara Sûresi’nde, “Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın. Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.” ve benzeri uyarılarla insanın dikkati çekiliyor. Hayır yollarında harcanmayan malın, ahirette insanı yakan bir ateş haline geleceği de Âl-i İmrân Sûresi’ndeki; “Allah’ın kendilerine lütfu ile bol bol verdiği nimetlerde cimrilik edip harcamayanlar, sakın bu hâli kendileri için hayırlı sanmasın. Hayır, bu onların hakkında şerdir. Cimrilik edip vermedikleri malları kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Kaldı ki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah ne yaparsanız hepsinden haberdardır.” ayetiyle haber veriliyor.İnfak, paratoner vazifesi görüyorTefsir Profesörü Muhittin Akgül, insanın başkalarına yardımda bulunması ve muhtaçlara sahip çıkmasının başına gelebilecek muhtemel sıkıntılara karşı adeta bir paratoner vazifesi gördüğüne dikkat çekiyor. Yardımlar kıtlık, deprem, kuraklık gibi tabii afetlere karşı bir set haline dönüşüyor. Akgül, Ramazan ayında yapılan hayır ve hasenatın sevabının, diğer aydakilere nispetle kat kat fazla olduğunu söylüyor: “Allah Resûlü (sas) bu mübarek ayda adeta esen bir rüzgâr gibi yerinde durmaz, hayır işlerini zaten yapmakla beraber, bu ayda daha da sıklaştırırdı. Bu ayda her eve girdiğinde acaba verecek bir şey var mı diye araştırır, bulduğunu da hemen muhtaç kimselere ulaştırırdı. İslam tarihi boyunca müminler Allah Resulü’nden öğrendikleri bu yöntemi hep hayatlarına taşımış, infaklarını özellikle bu ayda daha da artırmış.”Efendimiz Hz. Muhammed (sas) de geçmişte yaşanmış şu vakayı haber vererek bu konuda müminlerin dikkatlerini çekiyor:“Bir adam boş bir arazide giderken bulut içinden gelen bir ses duydu: ‘Falancanın bahçesini sula!’ diyordu. O bulut uzaklaşarak suyunu bir kayalığa boşalttı. Derken oradaki sel yollarından biri bu suların tamamını toplayıp bir yöne akıtmaya başladı. Adam da suyun istikametini takip ederek yürüdü. Bir müddet sonra, suyu bahçesine çevirmek üzere elinde bir kürek, çalışan bir adam gördü. Ona: ‘Ey Allah’ın kulu senin ismin ne?’ diye sordu. ‘Falan!’ dedi. Bu isim, adamın buluttan işittiği isimdi. Bu sefer o sordu: ‘Ey Allah’ın kulu, peki sen benim adımı niye sordun?’, ‘Ben şu suyu sana getiren buluttan bir ses işitmiştim, senin ismini söyleyerek ‘Falanın bahçesini sula!’ diyordu. Sen bahçede ne yapıyorsun?’ Adam, ‘Mademki sordun söyleyeyim. Ben, bu bahçeden çıkan ürüne nezaret ederim. Ondan çıkan ürünün üçte birini tasadduk ederim. Üçte birini ben ve ailem yeriz, üçte birini de bahçeye iade ederim.’ dedi.Müminlerin özelliklerinden bahseden ayetlerde insanın verirken dikkatli olmasına, verdiğini Rabb’inin huzuruna dönecek diye kalbi ürpererek vermesi konusuna özellikle vurgu yapılıyor. Her amelde sadece Allah rızasını gözetmek temel ölçü olmakla beraber, verme konusunda buna özellikle dikkat çekilmiş olması, insanın tabiatıyla yakından ilgili. Nitekim insan verirken gösterişe, riyaya girebilir. Oysa asıl olan gizli verilmesi. İlahiyatçı Akgül, verirken sadece rıza-i İlahi mülahazasının olması gerektiğini söylüyor. Akgül, “Veren açısından boşa gitmemesi, gösteriş, riya gibi amelleri yok eden virüslerden uzak kalması, alan için de onur kırıcı olmaması, insan şahsiyetini küçülten bir durumla karşı karşıya kalmaması için, Allah Resulü (sas) konuyla ilgili gizliliğe vurgu yapmış. ‘Sağ elin verdiğinden sol elin haberdar olmaması’ ifadesini kullanmış.” diyor.Aslında insanın, verdiğinden haberdar olmaması imkansız. Ancak buradaki hikmet insanın verdiğini unutması ve içinde büyütmemesinde gizli. Çünkü infakın, insanı riyakarlığa götürme ihtimali var. Böyle bir riyakarlık ise, küçük şirk dediğimiz tehlikeli yola götürebilir. Gösteriş için verilen mal, kıyamet gününde hayırlı netice vermez. İşte bu açıdan verirken ya da kulluğun diğer kısımlarını ifa ederken, kalbinin de ciddi bir endişe içinde olması gerekiyor. ‘Acaba Allah için mi verdim? Tam isabetli yapabildim mi? Acaba yaptıklarım, Allah’ın rızasına muvafık mı? Kusursuz yapabildim mi?’ sorularını sormak gerekiyor.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Babil.com'dan İlk Kitap Alışverişim ^^

Merhabalar,

Eminim bir yerlerde reklamını görmüşsünüzdür, Babil.com diye yeni bir alışveriş sitemiz oldu. Birçok internet sitesinde ve bilboardlarda reklamını gördüğüm bu siteyi, kargo da 1 Temmuz'a kadar ücretsiz olunca denemeye karar verdim. İzlenimlerimi de iyisiyle kötüsüyle paylaşmak istedim... 

Öncelikle kitaplar karton bir klasör içinde geliyor. Çok enteresan. Fazla yer kaplamadığı gibi, kitaplar da zarar görmüyor, hoş bir düşünce bence. 

Neler aldım yine?

Lara Adrian'ın Midnight Breed serisini çok severim. 

(İlk üç kitabı yorumladığım postum için tıklayınız.)

Serinin 6. kitabı Gece Yarısı Külleri'ni görünce hemen sipariş etmek istedim. Hazır kargo da ücretsiz. 

Sonra 1 seneden fazladır beklediğimiz Down to You / Kötü Çocuklar - Soluk Soluğa takıldı gözüme. Onu da ekledim kargoya, Laram Adrian'ım yalnız gelmesin dedim.

İlk kargom buydu ve ödeme yaptığım gün kargoya verildi, ertesi gün elime ulaştı. Wuhuu dedim şaşırdım bu hıza açıkçası. Tarihler 16 Haziranı gösteriyordu :p

Ardından iş yeri için kitap sipariş etmem gerekti, tekrar sipariş verdim. Tam da Ahlaksız Ritim'in ön siparişe çıktığı gündü, dayanamadım onu da ekledim. Ahlaksız Ritim ya, 4. kitap, deli bateristimiz Eric'in kitabı, kaçar mı??

Serinin ilk 3 kitabına dair yorumlarım:

Tutkulu Notalar

Sert Rock

Ateşli Bilet

En kısa zamanda okumam lazım *_*

Sonra baktım Kötü Çocuklar 2. kitap Tutkudan Sırlara da arz-ı endam etmiş eklemek lazım dedim. 

Bakalım bu seri nasılmış?

Deli olduğum ancak uzun zamandır beklettiğim bir seri olan Ölümcül Oyuncakların da ilk kitabını yıllar sonra nihayet aldım. Allah affetsin, Blog Günü etkinliğimizde Fighting!! ikizlerime gönderirken elim titremiş, ben de istiyorum diye ağlamak istemiştim :p 

Cadılığın Tarihi de hakkında okuma yapmayı çok sevdiğim bir konu, bunu de ekledim ^_^

İkinci kargo malesef çok gecikti. Bunun nedeni ise Ahlaksız Ritim'in piyasa süresinin uzamasıydı. Geç çıktı malesef. Diğer kitaplara ihtiyacım vardı, Babil'i arasam tedarik edilenleri gönderir mi diye düşünürken kargo geldi o.O 

Babil akıl okuyor la o.O

Tedarik edilenleri göndermişlerdi, şok. 

Diğer kitaplar da bugün itibariyle gelince, yazayım dedim. 

Genel olarak alışverişten memnun kaldım ancak benim için olumsuz noktalara gelecek olursak:

Birincisi piyasanın azıcık üzerinde ya da hemen hemen aynı fiyatlar; yani kargo işi olmasa alır mıyım bilmiyorum. 

Diğeri ise Papersense'in şu şirin kitapçığından elimde 4 tane oldu :O

Birini CNR Kitap Fuarında almıştım. Yolda ucu ıslandı. Pudra'da fazladan varmış, temiz bir tane oldu bende. 

2 alışverişime de bu kitapçıktan konmuştu, etti 4. 

Bir daha alışveriş yapsam yine gelir diye korkuyorum, ehe :)

Bir de 2 cilt halindeki bir kitap normal boy, biri ara boy geldi. Bu baskıdan mı yoksa onlar mı öyle yolladı sormayı düşünüyordum. Neyse geçti artık, aldığım kişi de pek umursamayınca, sorun olmadı. 

E-babil adındaki isim esprili mini dergilerine ve şekil şekil baykuşlu ayraçlarına bayıldım bu arada. 

Her alışveriş yazımın sonunda adet olduğu üzere, kitaplara toplu bakak mı?

Sahabe ve zenginlik

Birçoğumuz ahiret hayatımızın bireysel ibadetler üzerine şekilleneceği algısına kapılsa da, İslâm beşerî ilişkileri etkileyen amelleri en az onlar kadar önemsiyor. Kul hakkıyla huzura çıkanın iflah olmayacağını bilen sahabenin hayatı da helal kazanç, infak ve tevazu üzerine kurulu.Teravihler, Kur’an-ı Kerim hatmi ve dualarla ibadetlerin artırıldığı şu kutlu günlerde kulluk vazifesinde gözden geçirilebilecek bir husus da hayat tarzımız olmalı. Alabildiğine gösteriş odaklı süren hayatlardan uzaklaşmaya başlayan tevazu, daha çok infak, hakka riayet gibi kavramları yeniden gündemimize alabiliriz. Saydığımız bu hasletlerin insanı ‘insan’ etmede kilit rol oynadığını düşünürsek önemini daha iyi kavrayabiliriz. Allah’a yaklaşmada karşımıza ilk çıkan amellerden biri infak etmek. Allahü Teâlâ’nın, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz.” buyruğu kişinin O’nun katındaki derecesinin ancak infakla yükselebileceğine işaret ediyor. Zengin ya da fakir ayrımı yapılmaksızın, herkesin gücü yettiğince bir başkasına Allah için yardımda bulunması teşvik ediliyor. Peygamber Efendimiz (sas) de gıpta edilmesi gereken iki çeşit insandan bahsederken ilmiyle amel edenlerin yanında, Hakk’ın verdiği serveti kendi eliyle Hak yolunda sarf edenleri sayıyor. Çevremizdeki ihtiyaçları gözeterek verilen sadaka veya infak için dikkat çekilen en önemli husus ise vaktinde yerine getirilmeleri. Nitekim Münafikûn Sûresi’nde, “Birbirinize ölüm gelmeden önce mallarınızdan sarf edin ki, ölüm geldiği zaman: (Allah’ım ne olur) Ölümümü biraz geciktirsen de sadaka verip, iyilik edenlerden olsam’ demeyesiniz.” mealindeki ifadelerle Allah bu konuda kullarını uyarıyor.İnfak, ya da kendi malından Allah için tasarrufta bulunmada ölçülerimizden biri, Peygamberimiz’in tedrisatından geçen sahabilerin hayatları. Zengin ya da fakir bütün sahabilerin dünyasında helal mal kazanmak, helal yolda harcamak ve bol bol infakta bulunmanın Allah’a yaklaştıran eylemler olduğu açık. Tıpkı zulüm ve yoksulluk gibi zenginliği de imtihan sebebi gören Sahabe Efendilerimiz, sosyal ve manevi sorumluluklarını unutmayarak kazançlarını yine İslâm uğruna ve Müslümanların lehine harcamışlardı.Onların hayatlarını ölçü alarak günümüz Müslüman’ının varlıkla imtihanını inceleyen sosyal siyaset uzmanı Prof. Dr. Ali Seyyar, takvasını korumayı bilen sahabilerin dünyadan el etek çekmediklerini ve zenginliği sakıncalı görmediklerini anlatıyor. Allah’a karşı sorumluluklarını hiçbir zaman unutmadıklarına da dikkat çekiyor. ‘Zengin Sahabiler, Sahabenin Varlıkla İmtihanı’ isimli bir de kitap kaleme alan Prof. Dr. Seyyar, zengin sahabilerin ortak özelliklerini şu şekilde sıralıyor: İnsanî münasebetler açısından güçlü olmaları, yüksek sorumluluk sahibi olmaları, sosyal statüleri yüksek olduğu halde mütevazı olmaları, kâr payı yüksek olsa dahi şüpheli konularda ticari işler yapmaktan imtina etmeleri.Aktif şükür: Şükrü eyleme dönüştürmekSosyal İslâm gibi kavramlar ışığında günümüz Müslümanlarının içtimai hayatlarını ele alan Seyyar, aktif şükre dikkat çekiyor. Bir nimetin Allah’tan geldiğine iman ederek, en samimi duygularla Yaradan’a hamdü senada bulunmayı şükür olarak niteleyen Seyyar, “Ancak böyle bir tutumun ihlas ve samimiyet ölçüsü, fiilî eyleme dönüşmesiyle belli olur.” diyor. Yani sadece niyetle ve sözle değil, cömertçe sadakada bulunarak aktif şükrün yerine getirilmesi gerekiyor. Seyyar, günümüz Müslümanlarının sahip oldukları nimet türüne göre şükür görevini çok kolay ifa edebileceğini söylüyor. Örneğin sağlıklılar hasta ziyaretinde bulunabilir, serbest zamanı olan vaktini çocuğuyla geçirebilir, ilim sahibi olan gönüllü ders verir, zengin olan ise yoksullara yardımda bulunur. Ancak burada dikkat çekilen bir husus daha var; sadece bollukta değil, darlıkta da şükredip iyilikte bulunmaktan vazgeçilmemeli. Çünkü Allah rızasına dayalı en küçük bir davranış dahi ahiretimiz için manevi bir yatırım hükmüne geçiyor.Burada hatırlanması gereken diğer gerçek ise Peygamber Efendimiz’in ‘Durumuna göre bir gümüş para, yüz bin gümüş parayı geçebilir.’ ifadesi. O’nun bu sözünü duyan sahabilerin şaşırması üzerine Resulullah (sas) şöyle buyurur: “Bir adamın iki gümüş parası olsa birini tasadduk etse; diğer adamın da pek çok malı olsa da ondan alıp yüz binini infak etse durum nasıl olur? Bir düşünün...” İşte bu yüzden miktarı ne olursa olsun hayrın ertelenmemesi gerektiği hatırlatılır. Çünkü yoksulluk döneminde hayır adına verilen ufacık bir şey zenginlik döneminde dağıtılan binlerce liradan Allah katında daha büyük değer taşıyabilir. Prof. Dr. Ali Seyyar, iyiliklerin ahiretteki karşılığının yanı sıra dünya hayatında da insanlar arasında kardeşliği ve muhabbeti pekiştiren önemli bir sosyal araç olduğunu vurguluyor. Seyyar burada da sahabilerin hayatından yola çıkarak konuyu açıklıyor; infak zenginlik ve yoksulluktan bağımsız olarak bütün sahabilerin ortak özelliği. Kur’an-ı Kerim’de de muttakilerin tanımı yapılırken onların bollukta da darlıkta da infak etmesi anlatılıyor.Takva helal kazançla gelirÖte yandan bir imtihan unsuru olarak insanın fıtratında var olan mal ve dünya sevgisi yadsınamayacak bir gerçek. Esasen İslâm da böyle bir insani vasfı reddetmiyor. Ancak ahireti unutturan dünyevileşme riskine karşı uyarıyor. Bunu da mala nasıl sahip olunacağını anlatarak ve belirli sınırlamalar koyarak yapıyor. Prof. Ali Seyyar’a göre bunlardan en önemlisi haram ve helal yaklaşımı. Seyyar, bu noktada Peygamberimiz’in (sas) “Kim malı hak ederek yani helal yoldan elde ederse bu kendisi için mübarek kılınır. Kim de onu haram yollarla, aç gözlülükle veya hırsla elde ederse bunun bereketini görmez.” mealindeki ifadesini hatırlatıyor. Seyyar, “Dindarlığın ve takvanın ölçüsü, işin ve kazancın helalliği nispetindedir.” diyor. Helal kazanç ifadesi ise ‘Hırsızlığım, kumarım yok. Rüşvet almıyorum’ boyutundan çok ötede hassas noktalara işaret ediyor. Zira çalışma hayatında kişiler kendi vicdanıyla tartabileceği birçok konuda sınanıyor. Bu bir memur için çalışma saatine riayet etmekken, esnafta müşteriyi kötü malla kandırmamak olabiliyor. Diğer bütün ameller gibi kazancı temin ederken takip edilen yolun da dünyevi ve uhrevi boyutu var. Prof. Dr. Seyyar da haksız kazancı savunup yaygınlaştırmanın dünyevi boyutuyla fırsat eşitliğine darbe vurduğunu söylüyor. Bugün en çok yakınılan konulardan sosyal adaletin altüst olma sebebi de yine haksız kazanç yollarından medet umanlar. Peygamber Efendimiz’in (sas), “Bir kısım insan vardır, Allah’ın mülkünden haksız bir surette mal elde etmeye girişir. Halbuki bu, kıyamet günü onlara bir ateştir, başka değil.” sözleri ise haksız kazancın uhrevi boyutunu ortaya seriyor. İslâm, zenginliği değil teşhiri yasaklarBütün sınanmalar geçilerek helalinden kazanç elde edildi. İçiniz rahat. Genel koşullara göre zengin sayılabilecek bir hayatınız var. Burada insanı bekleyen imtihan ise kibir. Prof. Dr. Ali Seyyar, ‘Zenginliğin İlahi bir imtihan olduğunu unutanlar arasında sık görülen sosyal hastalık türü’ olarak tanımladığı kibri bir çeşit şirk olarak görüyor. Çünkü Kassas Sûresi’nde nimetin Allah’tan geldiğini unutup, bir mağrur abidesine dönüşme hali söz konusu. Günümüz Müslümanlarının belki en büyük zaaflarından biri olan mal ve servet teşhirciliği de kibrin sonuçlarından sayılabilir. Böyle bir davranışın hem sosyal ilişkileri zedelediğini hem de güven ortamını sarstığını anlatan Seyyar, “Gösterişe dayanan bir hayat tarzı, kişilerin maneviyatına da zarar vereceği için, İslâm dini bunları kesin olarak yasaklamıştır.” diyor. Dinde yasak olanın zenginlik değil, teşhircilik olduğunu ekliyor. Bu hususta bizim için en güzel örnekler ise yine sahabilerin hayatı. Örneğin Hz. Ebu Hureyre, zengin olduğu halde birçok defa kibir ve gösteriş olabilir endişesiyle hayvana bile binmez, uzun yolları dahi yürüyerek kat ederdi. Hz. Abdullah bin Ömer de sıradan insanlar gibi sade giyinirdi. Sadece cuma günleri iyi elbise giyerdi. Evine ziyaretine gelen bir dostunun, “Evindeki eşyaların hepsine alıcı gözle baktım, hepsi yüz dirhem etmezdi.” sözü de zengin sahabilerin nasıl bir hayat yaşadıklarını göstermesi açısından örnek kabul edilebilir.