30 Aralık 2014 Salı

Yıldız Avcısı - Claudia Gray (Evernight Akademisi #2)

Kitap Adı: Evernight Akademisi / Yıldız Avcısı

Yazar: Claudia Gray

Çeviri: Sevinç Seyla Tezcan

Yayınevi: Pegasus Yayınları

 Sayfa Sayısı: 310

Basım: Aralık, 2014

Seri:  Evernight #2

Seri Sıralaması: 

#1 Evernight / Sonsuz Gece

 #2 Yıldız Avcısı / Stargazer

#3 Hourglass

#4 Afterlife

#5 Balthazar

"Bu beni ürküttü çünkü dünyada sevdiğim insanların sadece çok azının yanımda kalabileceklerini öğrenmiştim. (...) Bu yüzden yanımda tutabileceklerimi düşünmeye başladım. Her zaman yanımda kalabilecek bir şey varsa tabi"

"Yıldızlar. Yıldızların her zaman seninle olacağını anladın."

(...) Beni kollarının arasına aldı ve öyle sıkı sardı ki Lucas'ın da sonsuza dek benimle kalacağından emin oldum.

Birinci kitabı okumamış olanların yorumumu okumasını önermem.

Akademide hayat devam ediyor *_*

Lucas'ın ardından Bianca hiçbir şey olmamış gibi davranmalıdır. Öyle de yapmaya çalışır. Lucas'tan gelen notları hemen yakar, hayat normalmiş gibi devam eder. 

Okulda ise insan öğrencilerle, vampir öğrenciler kaynaştırılmak için eşleştirilerek aynı odalara konur. 

Madem akademi vampirlerin bir tür sığınağıdır, neden okul müdiresi Bayan Bethany okula insan öğrencileri de kabul etmektedir?

İşte bana göre kitabın en merak edici sorusu! Lucasla Bianca ne olacak, Balthazar ne zaman Bianca'yı boş verip bize gelecek; gibi soruların yanında en çok ötekini merak ettim. Balthazar da en yakın zamanda gelse fena olmaz gerçi ama *_*

Diğer kitap merak unsurundan çok ters köşeler üzerine kurulmuştu. Magazin programları gibi şok üstüne şok, flash haber üstüne flash haber. Bu ise daha çok sorular ve merak edilen cevapları üzerine kuruluydu, temposu hiç düşmedi. 

Lucas'ın, vampir avcısı Siyah Haç'ın üyesi olduğunu ilk kitapta öğrenmiştik ancak gruba dair çok fazla bilgimiz yoktu. Bu kitapta bu tarz ilk kitapta eksik bırakılan konuları da derinlemesine öğrenmiş olduk.

Zevk alarak okudum.

Hala Balthazar adlı kitabı merak etmekteyim çünkü seride favorim kendisi. *_* 

Serinin kapaklarını ve renklerini de ayrı bir seviyorum.

Sevgiler :* 

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

29 Aralık 2014 Pazartesi

Karanlık Ateş - Karen Marie Moning (Ateş Serisi / Fever #1)

Kitap Adı: Karanlık Ateş

Yazar: Karen Marie Moning

Orijinal Adı: Darkfever

Çeviri: Aylin Kalav

Yayınevi: Epsilon Yayınları

 Sayfa Sayısı: 341

Basım: 2. Baskı: Eylül 2012

Seri: Ateş Serisi / Fever #1

Seri Sıralaması :

#1 Karanlık Ateş / Darkfever 

#2 Kan Ateşi / Bloodfever

#3 İntikam Ateşi / Faefever

#4 Rüya Ateşi / Dreamfever 

#5 Gölge Ateşi / Shadowfever

#6 Iced   (Dani O'Malley Trilogy #1)

#7 Burned  (Dani O'Malley Trilogy #2)

#8 Feverborn  (Dani O'Malley Trilogy #3)

#9 Feversong

"Vampirler mi? Iyk. Tadı kaçtı. Onlarla ilgili yeterince şey anlatıldı. Zamanda yolculuk mu? Hah, mağara adamı davranışları gösteren insan azmanı bir dağlıyı her zaman bulabilirsiniz. Kurt adamlar mı? Oh lütfen, bu tam anlamıyla ahmaklıktır. İçindeki köpek tarafından yönetilen bir adamı kim ister? Sanki erkeklerin hepsi öyle değilmiş gibi..."

Mac, Barbie bebek gibi giyinmeyi seven, kokoş, pembe tutkunu, dışarıdan aptal sarışın gibi görünen, barmaidlik yapan bir taşra kızı. Hayatta en büyük derdi sevdiği pembe oje tonunun üretimden kaldırılması olacak kadar sığ. Ta ki ablası okuduğu Dublin'de öldürülene ve polis de soruşturmayı delil yetersizliğinden dolayı kapatana kadar. Mac sanki bir gecede büyümüştür, üstüne ablasının ölmeden dört saat önce kendisine bıraktığı sesli mesaj her şeyi daha içinden çıkılmaz bir hale getirir. Ablası çok telaşlı ve gizemli bir mesaj bırakmıştır. Mac, ablası için adaleti sağlamak üzere Dublin'e gelir ama en korkutucu hayallerinde bile düşünemeyeceği kadar karanlık bir dünyaya çekilir. Fae'lerin dünyasına. Petunyamın kenarları n'olucak? -_- O özel biridir ve gizemli bir emaneti bulmak zorundadır. Denize düşen yılana, Fae alemine düşen Mac ise Barrons adlı esrarengiz adama sığınır... 

Bu seriyi 2 seneden biraz daha önce gördüğümde deli gibi merak etmiş, ilk kitabı hemencecik okumuştum. Seriyi çok sevmiş ikinci kitaba başlamıştım, ancak sonra yarım bırakmak durumunda kalmıştım (sevmediğimden değil araya giren başka nedenlerden ötürü).

Sonra seriyle ilgili çalkantılı dönemler, yayınevi değişimleri, tartışmalar derken uzun bir süre elime alamadım seriyi. Yorumu da bloga yazmamışım, bir daha da fırsat olmamış. Onca zaman sonra bile kitabı çok iyi hatırladığımı fark ettim. Blog ikizim de seriye başladığından yorumumu onunla birlikte girmeye karar verdim. İşte burdayım. ^^

Mac'i çok sevdim. Deli dolu, inatçı, moda düşkünü, kokoş, hazırcevap halleri beni çok eğlendirmişti. Enteresan ve sevilesi bir esas kız. 

Barrons, birçok kişinin öldüğü isim; biliyorum. Büyülü Ayraç'ı örnek verebilir miyim bu isimlere? :p Milyon dolarlık soru Barrons'un ne olduğu sanırım şimdilik. :)

Güçlü ve gizemli bir erkek karakter ama okuduğum kadarıyla Barrons'a vurulmadım henüz ben. Devamında ne olacak göreceğiz tabi ki ama benim ilgimi tek bir isim çekti:

Prens V'lane. 

Dikkat dikkat! Cazibe merkeziyle karşı karşıyasınız. İkizimin de deyimiyle sadece 20-30 sayfa gördüğümüz ama kitabın hem eğlendiren, hem de hayran bırakan karakteri. Lütfen dikkat bayanlar, kendisinin karşısında kıyafetlerinizin üzerinizde kalması çok zor. Çünkü kendisinin özel gücü bu ^^

V'lane'li kısımlarda gerçekten çok eğlendim. Bir sonraki kitaplarda da bolca göreceğimizi umuyorum. 

İkizim de V'lane'i sevdi, sohbetini yapmak çok keyifliydi. 

Kitabın konusu oldukça orijinal. Fae, karanlık ve ışık krallıkları, Sinsar Dubh, güç objeleri, Sidhe-kahinleri, Nulllar gibi birçok orijinal ve iyi işlenmiş karakter ve kurgu... 

Orijinal konusu olan fantastiklere zaten doyum olmuyor. Kitaptaki favori kısımlarıma tekrar göz attım ve yine çok keyif aldım.

Bu arada karanlıktan ve durduk yere tökezleyip umursamadığınız o durumlardan korkmaya başlasanız iyi olur. :3

İlk alıntıdaki zaman yolculuğu göndermesine katılmasam da Anne Rice yapılan şu göndermeye bayıldım: 

"Hatta bazı çevrelerde Malluce ismi neredeyse Vampir Lestat adıyla eş anlamlıydı."

I ♥ Anne Rice

Katıldığım alıntı: 

"Bu arada, kitapları filmlerden daha çok severim. Filmler size neyi düşüneceğinizi anlatırlar. İyi bir kitap ise bazı şeyleri hayal gücünüze bırakır. Filmler size pembe renkli evi gösterirler. İyi bir kitap, pembe bir ev olduğunu anlatır ve detayları sizin boyamanıza, hatta belki çatı modelini seçmenize ve kendi arabanızı o evin önüne park etmenize olanak tanır. "

Beni düşündüren alıntılar: 

"Kendimize ait olduğunu sandığımız şeylerde bile bizden gizlenen birçok gerçek vardır. İnsanların büyük çoğunluğu, burunlarının ucundan ötesini görmeden yaşayıp giderler. Bazılarımız ise görür."

--

"Ölmeyi beklersen, ... ölürsün. Düşüncenin gücü insanların sandığından çok daha büyüktür."

--

"Kafamı yeterince derine gömebilirsem bana bakanı göremediğim gibi o da beni göremezdi. İnsanlar kabul etmemek için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, gerçeklik algıdan ibarettir. Sizi olduğunuz kişi haline getiren, inanmayı seçtiklerinizdir."

Benzersiz ve ilgi çekici bir konusu, güçlü karakterleri olan bir fantastik okumak istiyorsanız deneyebilirsiniz. 

PUANIM: ♥♥♥♥♥ (4,5)

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

27 Aralık 2014 Cumartesi

MİM! Panda Aşkına *_*

Geçenlerde (2 hafta o.O) One Better Day'i mim yaparken yakaladım :) Mim hakkında bolca geyik yapınca beni de mimledi ancak yapacak vaktim olmadı; cevaplarımı kendisi ve blog ikizim Kitap Tutkusu biliyor zaten :D Bu yazıdan sonra yazacağım kargo yazısında siz de bolca panda göreceksiniz :p

Mim konusu sevdiğimiz bir şeye, yiyecek içecek ya da herhangi sevdiğimiz bir hayvan türü olabilir ya da her ne isterseniz, sorulara vereceğimiz cevaplara o kelimeyi uyarlamak. ^^

Öncelikle neden bu kelimeyi seçtiğime değineyim :)

Hayvanları seviyorum ve bazılarına duygularım sevgiden de öte böyle hunharca mıncırasım geliyor gibi taşkın davranışlara dökesim geliyor. Kediler ve Kuzgunlar bunlardan ikisi. Küçükken kirpi beslemişliğim olduğu için kirpilere de ayrı bir sempatim vardır ^_^ Kedilerin ve kuzgunların asaleti yanında bir tür var ki şaşkınlığı, şapşallığı ve tatlılığıyla beni öldürüyor :D Üstelik Kitap Tutkusu ve One Better Day'le de özel bir anlamı var pandaların bizim için. Evdeki eşyalarım bile artık bu hayvan üstüne dönmeye başladığı için konumuz: Panda :)

1. Sevdiğiniz beş filmi seçtiğiniz şeyle değiştiriniz.

 1 - Aşk ve Panda (Gurur)

 2 -  Cesaretin Var mı Pandaya? :p (Aşka)

 3 -  Panda Jones'un Günlüğü(Bridget)  

 4 - Yakut Panda (Kırmızı)

 5 - Pandanın Gölgesinde (Geçmişin)

2. Sevdiğiniz dört diziyi seçtiğiniz şeyle değiştiriniz. (İzlediğim çoğu dizi tek kelime olunca büyük bir kısmını eledim:p )

 1 - Panda Who (Doctor)

 2 - Superpanda (Natural)

 3- Black Panda (Mirror)

 4 - True Panda (Detective)

3. Sevdiğiniz bir şarkıyı ve sözünü (şiir de olabilir), seçtiğiniz şeyle değiştiriniz.

Tûtî-i mu'cize-pandayım ne desem lâf değil 

Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil (gûyem)

4. Sevdiğiniz dört kitap ismini seçtiğiniz şeyle değiştiriniz.

 1 - Vahşi Bir Pandanın Kollarında (Lordun)

 2 - Yatağımdaki Panda (Yabancı)

 3 -  Pandalar Şehri (Camlar)

 4 -  Baştan Çıkartan Panda (Aşk)

 Ben de Blog İkizim Kitap Tutkusu'nu  ve Fighting!! ikizlerini mimliyorum ve özellikle benim cevaplarıma şok olan V'lerim Fighting!!'in ne yapacağını merakla bekliyorum *_*

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

26 Aralık 2014 Cuma

Allah’ı çokca zikredin ki başarıya ulaşasınız

Enfal Sûresi’nde Yüce Allah, insanlığa bir kurtuluş reçetesi sunuyor. Ayet-i kerimelerde başarının altın kuralları şu şekilde sıralanıyor: Harekette sebat ve istikrar, Allah’ı devamlı anmak ve asla unutmamak, Allah ve Resul’üne itaat, birlik ve beraberliği korumak.Hicretin üzerinden bir buçuk yıl geçmiş ve Müslümanlar, Bedir mevkiinde Mekkeli müşriklerle ilk önemli savaşlarını yapmışlardı. Savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlanmış, düşmandan ganimet de elde edilmişti. Ganimetlerin paylaşımı konusunda, daha önceden uygulanarak sabit olmuş İslami bir kural bulunmadığı için doğrudan çarpışmaya katı­lanlarla cephe gerisinde hizmet verenler, gençlerle yaşlılar, teşvik maksadıyla kendilerine ödül vaat edilmiş kimselerle buna razı olmayanlar arasında ihtilaf çıkmıştı. Bu olaylar üzerine daha Be­dir’den ayrılmadan ve ganimetler paylaştırılmadan Enfal Sûresi’nin ilk ayeti nazil oldu.Cihad, insanları ebedi saadete ulaştırmalıEnfal Sûresi adını birinci ayette geçen ‘savaşta elde edilen ganimetler’ manasına gelen enfal kelimesinden alıyor. Sûre, Müslümanlara Allah’tan korkmalarını, birbirleriyle iyi geçinmelerini, Allah’a ve Resul’üne itaat etmelerini emreden ayetle başlıyor. Bedir örneğinden hareketle genel olarak savaşın amacı, barış, savaşta ele geçen esirler ve ganimet ile ilgili hükümler de geçiyor. Sûrenin esas konusu Bedir Gazvesi ve ganimetler meselesi gibi görünüyorsa da asıl vurgulanan, Müslümanların her devirde düşmanlara karşı alacakları tedbirlerin temel ilkeleri. Bunun ardından gelen ayetlerde, gerek savaşta gerekse barış zamanında kişiyi başarıya götüren ve ahiret saadetini sağlayan etkenler üzerinde duruluyor. Bunlar da Allah’a ve Resul’üne itaat etmek, hem fertlere hem de toplumlara hayat veren İlahi çağrıya olumlu ve samimi bir karşılık vermek. Sûrenin son bölümünde Hz. Peygamber’in Müslümanları savaşa teşvik etmesinin ve onları hazırlamasının önemi üzerinde duruluyor. Bu kısımda sûrenin başlangıcıyla bağlantı kurularak İslam’da cihattan maksadın esir elde etmek değil, insanları hidayete kavuşturup ebedi saadete erdirmek olduğu bildiriliyor. Allah yolunda yerini yurdunu terk edip hicret edenlerin ve Müslüman saflarına katılanların bundan böyle kardeş olduğu, eskiden yaptıkları şeyler yüzünden birbirlerine kin ve nefret duymamaları gerektiği anlatılıyor. Yine Müslümanların dayanışma içinde olmaları ve düşmana ait bölgelerde bulunan din kardeşlerine yardım elini uzatmaları, kardeşler arasında fitne çıkaracak ve Müslümanları zaafa uğratacak şeylerden sakınmaları emrediliyor. Sûre, İslamiyet’i benimseyen bütün Müslümanların aynı haklara sahip olduğunu, ancak akrabaların kendi aralarında farklı hak ve vecibeleri bulunduğunu bildiren ayetle sona eriyor.Kur’an’ın temel amacı insanlara iman, ibadet ve ahlâk değerlerini kazandırmak olduğu için sûrede yeri geldikçe bu doğrultuda gerçek bir müminde bulunması gereken nitelikler de belirtiliyor. Hicret, Allah’ın ihlaslı ve fedakâr kullarına müstesna yardımlarından bahsediliyor. Allah ve Resulü’ne itaatin gerekliliği ve sonuçları, takva ahlâkı ile hakkı batıldan ayırma bilinci arasındaki ilişki, inkârın dünya ve ahiret hayatında insana getirdikleri, Allah’ın lütuf, nimet ve cezasının, kulların kendilerini değiştirme ve iyi­leştirme çabalarıyla bağlantısı, maddi ve manevi değerleri koruyabilmek ve meşru savunmayı gerçekleş­tirebilmek için gerekli bulunan stratejik donanım ve hazırlık, müminler arasındaki birlik ve dayanışma ilişkisinin şartları ile boyutları ele alınıyor. Enfal Sûresi’nde geçen “Ey iman edenler, bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin. Gerekir ki kurtuluşa erersiniz.” ayet-i kerimesiyle bütün müminlere hitap edilerek başarının altın kuralları surede şu şekilde sıralanıyor: Harekette sebat ve istikrar, Allah’ı devamlı anmak ve asla unutmamak, Allah ve Resul’üne itaat, birlik ve beraberliği korumak, düşmana karşı caydırıcı güç edinmek, başarının gerektirdiği kadar hazırlıklı ve sabırlı olmak.Harekette sebat ve istikrarEnfal Sûresi’nin 45. ayet-i kerimesinde “Ey iman edenler, bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin. Gerekir ki kurtuluşa erersiniz.” buyruluyor. Müfessir Ebu Cafer Taberi ayeti şu şekilde tefsir ediyor: “Ey iman edenler, savaşta herhangi bir kafir toplulukla karşılaştığınız za­man, savaşmakta kararlı olun, düşmanın önünden kaçmayın. Kalplerinizle ve dillerinizle Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz ve muzaffer olasınız.” Sahih-i Buhari’de geçen Abdullah bin Ebi Evfa’nın rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, Efendimiz (sas) düşmanlarıyla karşılaştığı günlerin birinde güneş te­pe noktasından biraz eğilinceye kadar beklemiş ve sonra ayağa kalkıp şöyle buyurmuş: “Ey insanlar, düşmanla karşı karşıya gelmeyi temenni etmeyin. Allah’tan afiyet dileyin. Şayet düşmanlarınızla karşılaşacak olursanız da sabredin ve bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır.” Resulullah, sonra Allah’a şöyle dua etti: “Ey kitabı indiren, bulutları yürüten, kafir ordularını mağlup eden Allah’ım, Sen, bunları mağlup et. Onlara karşı bizi muzaffer kıl.”Birlik ve beraberliği korumakEnfal Sûresi 46. ayet-i kerimede “Allah’a ve Resul’üne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Yoksa ba­şarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin. Şüphesiz ki Allah, sab­redenlerle beraberdir.” buyruluyor. Allah Teala, müminlere, savaşırken de Allah’a ve Resul’üne itaat etmele­rini, emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmalarını emretmekte böylece Allah’ın, kendilerine yardım etmesini hak edeceklerini beyan ediyor. Ayrıca Allah Teala müminlere, birbirlerine kenetlenmeleri gereken savaş halinde ihtilafa düş­memelerini, aksi takdirde birlik ve beraberliklerinin zedelenerek güçlerinin gi­deceğini, dolayısıyla sabretmeleri gerektiğini, zira Allah’ın, sabredenlerle bera­ber olacağını bildiriyor.Bir dönüm noktasını anlatıyorMütefekkir Bedruddin Zerkeşi’nin bildirdiğine göre Enfal Sûresi’nde Bedir Gazvesi, ‘iyi ile kötünün, hak ile bâtılın birbirinden ayrıldığı gün’ anlamındaki yevmü’l-furkan terkibiyle anılıyor. Buna göre Bedir Zaferi, İslamiyet’in gelişmesinde önemli bir dönüm noktası. Enfal Sûresi’ni Tevbe Sûresi’nin bir mukaddimesi sayan, hatta Tevbe Sûresi’nin başına besmele konulmayışını sırf bu sebebe bağlayan alimler de var. Bu sureyi okumanın faziletine dair Übey b. Kâ’b veya Ebû Ümâme tarafından rivayet edilen, Enfal ile Tevbe sûrelerini okuyanların kıyamet günü şefaate nail olacaklarını bildiren, ayrıca kendilerine sonsuz sevap verileceğini, arşın ve onu taşıyan meleklerin de dünyada iken bunlar için mağfiret dileyeceğini ifade eden hadisin mevzu olduğu da kabul edilmiş.Allah’ı devamlı anmakEnfal Sûresi 45. ayetin sonunda “Allah’ı çokça zikredin ki başarıya ulaşasınız.” buyruluyor. Bu hususta Ebu Katade, “Allah sizlere kılıçlarla vu­ruştuğunuz, en çok meşgul olduğunuz durumda bile başarıya ulaşmanız için, kendisini anmanızı farz kılmıştır.” diyor. Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır ise bunu şu şekilde açıklıyor: “Size savaş açmış bir cemaate çattığınız zaman (yani kâfir olduğu bilinen veya ne olduğu bilinmeyen herhangi bir cemaatle harp vaziyetinde karşı karşıya geldiğiniz vakit), gerek toplu halde, gerek teke tek olsun, ister sayıca sizden çok, ister az olsunlar, siz hemen sebat edin, geri çekilmek veya başka bir geri çizgide yeniden mevzilenmek durumu dışında, sakın yüz çevirmeyin ve Allah’ı çokça zikredin. (Savaşırken O’nun yardımına sığınarak ve ihsan edeceği zaferi gözeterek kalbinizle ve dilinizle O’nu çok çok anın ki, Allah’ın zikri ile moral ve kuvvet kazanasınız). Muradınız olan nusret ve sevaba erebilesiniz. Yoksa galip bile gelseniz sevaba eremezsiniz. ‘Bütün işler eninde sonunda Allah’a irca olunacak’ olduğundan dolayı hiçbir şey, savaş dahi, insanoğlunu Allah’ı anmaktan alıkoymamalıdır. Kul, özellikle bela ve musibet zamanlarında, ümitsizliğe düşmeyip Allah’a iltica etmeli ve her ne hâl içinde olursa olsun Allah’ın lütfuna güvenerek, kalbini kötü duygulardan arındırmaya çalışmalı ve bütün varlığıyla Allah’a yönelmelidir. Gerçek kurtuluş buna bağlıdır. Bunun için sebat gösteriniz ve Allah’ı zikrediniz.”

24 Aralık 2014 Çarşamba

Metin HARA- AŞKIN İSTİLASI YOL

Metin Hara- Aşkın İstilası YOL

 Şu hayatta en keyif aldığım şey kitap okumak...Aynı zaman da kitap hediye etmek, kendime kitap sipariş etmek, alışveriş yapsam da yapmasam da her gün kitap sitelerinde dolaşmak beni inanılmaz mutlu ederken, evde onlarca okumayı bekleyen kitabım olsa bile sevdiğim insanlardan kitap hediye almak beni deli mutlu ediyor. Gel gör ki  benim canım dostum Burçak'tan başka kimse bana kitap hediye etmez bu duruma Sevgili eşim de dahil:( Bu kitap da bana canım Burçağımın hediyesi...

   Bir Kitap Bağımlısı klasiği olan tarihimi de attım:)Arka Kapak;   Üç kitaptan oluşacak olan “Aşkın İstilası” serisi; dünyada yepyeni bir istila hareketi yaratacak. Şu an elinde tuttuğun kitap, serinin 1. kitabı, senin ilk adımın…“YOL”“YOL” bir aşk yolculuğu… Kendinde başlayıp yine kendinde biten… Bir çırağın yola düşmesi,Bir neyzenin nefesi,Bir âşığın kalp atımı,Bir çocuğun gülümsemesi,Bir tohumun toprağa kavuşması…Kalbinin derinliklerinde hayalini kurduğun bambaşka bir dünyanın yol haritası…Bu bir bilgi kitabı değil. Bu satırlar yaşamını değiştirmek için tasarlandı. Kendi başına yapabileceğin pratik uygulamalardan nefes egzersizlerine, chi enerjisinin kullanımından yeteneklerini hayallerinin ötesine taşıyacak ödevlere, yüzünde gülümsemeyle okuyacağın sayfalardan hüngür hüngür ağlayacağın hikâyelere kadar; her şey senin için titizlikle toparlanıp kaleme alındı…Bu kitap; senin gözyaşlarınla ıslanacak, kahkahalarına tanıklık edecek, uyanışına “YOL” olacak…Ciğerlerine çektiğin her nefes kalbinden çıkan kana kavuştuğunda ayakların seni bir adım daha ileriye taşıyacak… Her yeni adımında cennet biraz daha yaratılacak…Kalbin atmak için doğru nedeni bulduğunda,İnsanoğlunun uyanışına tanık olduğunda,Benimle beraber bu “YOL”a çıktığında,Yaşam ilk kez seninle anlam bulacak…Aşkın İstilası başlıyor… “YOL”a çıkıyoruz!Hazır mısın?   Ben aslında Kişisel Gelişim kitaplarından hiç hoşlanmam ama bu kitap bir başka dostlar!!! Yol aslında bir üçleme'nin ilk kitabı...Metin Hara'nın çok bambaşka bir enerjisi var, bunu kitabın her sayfasında, satırında inanılmaz hissediyorsunuz. Çok fazla kitaplarla arası olmayan sevgili eşim bile yaz tatilimiz boyunca elinden bırakamadı:)Hatta zaman zaman yan şezlonga baktığımda kitapda ki meditasyonları yaparak okuduğunu görmek beni çok mutlu etti.   İlk kitap bence genel bir bilgilendirme, yönlendirme ama asla zorlama yada yaptırım cümleleri kurulmadan yazılmış. Çünkü sizi bilmem ama benim Kişisel Gelişim kitaplarından hoşlanmamamın en büyük sebebi de emir kipi ile yazılmış cümlelerden oluşması(!) Metin Hara o kadar tatlı tatlı, mantıklı, uygulamalı, ödevli,samimi yazmış ki ben okurken büyük keyif aldım. İnanılmaz endişeli bir yapım vardır daha da kötüsü sevdiklerim söz konusu olunca kendime dert ederim herşeyi Burçak tam da annemin ameliyatı öncesi bu kitabı bana hediye edince hayatımda olmadığım kadar rahattım desem yalan olmaz. Ameliyat öncesi, anneciğimi beklerken, sonrasında bol bol ki toplarımla,dualarımla beraber düşünce gücüm birleşince herşey o kadar yolunda gitti ki inanamazsınız! Uzun lafın kısası YOL bana çok iyi geldi size de iyi gelsin isterseniz mutlaka alın okuyun derim...

23 Aralık 2014 Salı

Aşka Son Bir Şans - Marie Force (The McCarthys of Gansett Island #3)

Kitap Adı: Aşka Son Bir Şans

Yazar: Marie Force 

Orijinal Adı: Ready For Love

Çeviri: Nilgün Birgül

Yayınevi: Novella Yayınları

 Sayfa Sayısı: 336

Basım: Kasım 2014

Seri: The McCarthys of Gansett Island #3

Seri Sıralaması :

#1 Bir Aşk Çarpıntısı / Maid For Love(Mac&Maddie)

 #2 Aşka Düşünce / Fool for Love (Janey&Joe)

#3 Aşka Son Bir Şans / Ready for Love (Luke&Sydney)

#4 Falling for Love (Grant&Stephanie)

#5 Hoping for Love (Evan&Grace)

#6 Season for Love (Laura&Owen)

#7 Longing For Love (Tiffany&Blaine)

#8 Waiting For Love (Adam&Abby)

#9 Time For Love(David&Daisy)

#10 Meant For Love(Jenny&Alex)

#10,5 Chance for Love (Jared&Elizabeth)

#11 Gansett After Dark  (Owen&Laura)

#12 Kisses After Dark (Shane&Katie)

"Ben sana bakarım." dedi burnunu boynuna sokarak. "Bana ihtiyacın olduğu sürece yanında olacağım."

Luke onu saran kollarını biraz daha sıktı. "İyileşmemin kırk ya da elli yıl süreceğini söylüyorlar." :)

Marie Force'un kitaplarını her kapatışımda yoğun mutluluk hissediyorum ve bir sonraki kitabı deli gibi merak ederken buluyorum kendimi. Yazarın kalemine bayılıyorum. Her şeyin dozunda olduğu, bu kadar etkileyici ve keyifli kitapları nasıl yazıyor anlamıyorum.

Önceki kitapları aratmayan, bir sonrakiler için deli gibi heveslendiren bir okuma süreci oldu yine. Ne yazsa okurum kategorimdeki yerini koruyor kendisi.

Yazarın her kitabında bir sonraki hikayelerin temelini atması ve geçmiş karakterlerin devam eden hayatlarını oldukça doğal bir şekilde sunuyor olmasından çok hoşlanıyorum. 

Bu hikayede de çok merak ettiğim Grant ve Evan'dan Grant'ın hikayesinin temellerini attık ve merak katsayım tavan yaptı *_* 

İlerideki kitap karakterimiz Owen da sahneye çıkıverdi. Adam'ın hikayesi ise hepimizi şok edecek gibi duruyor. 

Esas karakterlerimizin dışında 1. ve 2. kitaptaki karakterlerin yaşamları da devam ediyor. Maddie & Mac ve Janey&Joe ikililerinin devam eden yaşamlarına şahit olmak yine güzeldi.

Bunlar dışında ekstra bir hikayemiz daha vardı kitap içinde. Daha önceki kitaplardan tanıdığımız Koca Mac'in en yakın arkadaşı ihtiyar ve aksi Ned'in hikayesi. İç ısıttı resmen. 

Gelelim Aşka Son Bir Şans'a. 

Luke ve Sydney gençlik aşkı idiler. Birlikte büyüdükleri adada aşktan kaçamamışlardı. Tutkulu aşklarına rağmen Sydney okuluna devam edip, varlıklı bir aileden gelirken Luke eğitimine devam edememiş, parasal darboğazlardan kurtulamamıştır. Fakir oğlan-zengin kız hikayesi değil yanlış anlaşılmasın. Luke hasta annesine bakmak için üniversite bursunu da reddedince adada McCarty'lerin marinasında çalışmaya devam etmiştir. Sydney'in ailesi Luke'u hiçbir zaman kızlarına layık görmekle kalmamış, daha iyisini hak ettiğine dair onu işlemişlerdir. Hal böyle olunca Sydney üniversitede tanıştığı Seth'le evlenmiştir. 

Yıllar sonra bir trafik kazasında eşi ve 2 çocuğunu kaybeden Sydney adaya yazı geçirmek için döndüğünde Luke ondan uzak kalamaz. Aradaki engelleri aşıp aşka son bir şans daha verebilecekler midir?

Luke ve Sydney'i sevdim. Luke'un sadakatini, Sydney'in içinde kaybolduğu suçluluk duygusunu çok güzel anlatmıştı yazar. 

Grant'ın hikayesi şu an en merak ettiğim hikaye sanırım ve ne mutlu ki 4. kitapta bizle olacak. 

Sevgiler :*

PUANIM: ♥♥♥♥♥

Maddie ve Sydney'in beni güldüren diyaloğu

-Dün gece seni öptü mü?

-Belki.

-Bu bir cevap değil. 

-Şey, bir şekilde kendimizi çimlerin üzerinde yuvarlanırken bulduk.

-Kapa çeneni!

-Sen sordun.

-Sydney beni dinle, dinliyor musun? Luke daha önce olanları aşmış. Aşmasaydı, gerçekten aşmasaydı; seni evine davet etmez ve kesinlikle seninle çimlerde yuvarlanmazdı.

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

20 Aralık 2014 Cumartesi

2014 Yılı Ganimetlerim

   Evet uzunca bir aradan sonra tekrar buradayım. Aslında yazamadığım aylar boyunca aklımın bir köşesi hep burada idi ama nedensizce bilgisayarımın başına oturup da yazamadım... Yeni yılda kendime sözüm açtığım gereksiz arayı hızla kapatmak olacak. O zaman hoşgeldim:)   Tamam bloguma yazamadım ama kitap okumayı ihmal etmedim. Belki geçen yıla göre daha az okudum ama hayatımın hep en önemli yerinde kitaplarım vardı. Bakalım 2014 de neler okumuşum???1- Ahmet ÜMİT- BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ2- NTV-2013 ALMANAK3- Özlem ÇELİK- KENDİ HAYATINI YAŞA4- Ayfer TUNÇ- SUZAN DEFTER5- Elif ŞAFAK- USTAM VE BEN6- Truman CAPOTE- TIFFANY'DE KAHVALTI7- J.B SALINGER- ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR8- İhsan OKTAY ANAR- GALİZ KAHRAMAN9- Nermin BEZMEN- KURT SEYT VE ŞURA10- Dr.Gökçen ERDOĞAN- GİZLİ KAPAKLI ŞEYLER11- Jose SARAMAGO- KÖRLÜK12- Ayşe KULİN- HAYAL13- Ferza ÖZPETEK- İSTANBUL KIRMIZISI14- Tess GERRITSIN- GECE NÖBETİ15- Tezer ÖZLÜ- ÇOCUKLUĞUMUN SOĞUK GECELERİ16- Barış BIÇAKCI- BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ17- Tess GERRITSEN- GÖLGESİZLERİN TUTKULU DANSI18- Tess GERRITSEN- PROJE:ÖLÜMCÜL VİRÜS19- Tess GERRITSEN- MASUMİYETİN İÇİN SAVAŞ20- Jean Christophe GRANGE- KIZIL NEHİRLER21- Jean Christophe GRANGE- ÖLÜ RUHLAR ORMANI22- Jean Christophe GRANGE- ŞEYTAN YEMİNİ23- Jean Christophe GRANGE- SİYAH KAN24- Lily PRIOR- LA CUCINA25- İsmail ERCİYAŞ- İSTANBUL DEDİKODULARI26- RAMSES- IŞIĞIN OĞLU27- RAMSES- MİLYONLARCA YILIN TAPINAĞI28- RAMSES- KADER SAVAŞI29- RAMSES- EBU SİMBEL'İN KARDEŞİ30- George R.R MARTIN- TAHT OYUNLARI31- George R.R MARTIN- KRALLARIN ÇARPIŞMASI- 132- George R.R MARTIN- KRALLARIN ÇARPIŞMASI- 233- Kürşat BAŞAR- YAZ34- Tezer ÖZLÜ- ESKİ BAHÇE ESKİ HİKAYE35- Metin HARA- YOL36- John GRISHAM- VASİYETNAME37- Arnaldur INDRIDASON- SULAR ÇEKİLDİĞİNDE38- Espıdo FREIRE- DONDURULMUŞ ŞEFTALİLER39- Christian JAGO- KATLEDİLEN PİRAMİD40- Enver AYSEVER- BU ROMAN O KIZ OKUSUN DİYE YAZILDI41- Khaled HOSSEINI- VE DAĞLAR YANKILANDI42- RAMSES- BATI AKASYA'NIN ALTINDA43- Yaşar KEMAL- İNCE MEMED-244- Ferit EDGÜ- HAKKARİDE BİR MEVSİM45- Gabriel Garcia MARQUEZ- BENİM HÜZÜNLÜ OROSPULARIM46- Haruk MURAKAMİ- RENKSİZ TSUKURU'YLA HAC YOLCULUĞUBu yıl benim ganimetlerim 46. Kim bilir belki 2014 bitmeden 47. kitabımı da bitiririm :) Sizin ganimetleriniz neler? Merak ediyorum...2015 bol okumalı bir yıl olsun. Şimdiden keyifli okumalar...

19 Aralık 2014 Cuma

Her güçlükle beraber kolaylık vardır

Her sıkıntı her ızdırap bir kolaylığa gebe. Lakin sıkıntı müddetine tahammül etmek gerekiyor. Nitekim Allah (cc) her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğunu müjdeliyor İnşirah Sûresi’nde. Biz kullarına da “Allah var, gam yok” demek düşüyor.Hayat, iyilerle kötülerin birbirinden ayrılarak Rabb’imize kimin güzel kul olacağının belirlendiği bir sınav. Ve bu sınav, türlü zorluklar içinde gerçekleşiyor. Çekilen bu sıkıntılar arasında Allah kullarının gönüllerine ve hayatlarına ‘inşirah’ (genişlik) vererek hem onları teselli ediyor hem de onların daha iyi kul olmaları için yollarını gösteriyor. Musibetler karşısındaki dik duruşuyla insan, kabiliyetlerini daha çok artırdığı gibi on sekiz bin âleme bakan duygularını da açığa çıkarıyor. Peygamberimiz’in (sas) hayatına baktığımızda da bunu; vahiy gelmeden önce Allah’ın Peygamber’ini türlü musibetlerle, sıkıntılarla nasıl yetiştirdiğini ve onun kabiliyetlerini nasıl geliştirdiğini görmek mümkün. Mekke’de yeni bir din doğarken aynı zamanda zorluklarla mücadeleler başlıyordu. Allah musibetler, sıkıntılar içinde Habib’inin gönlüne inşirah vermek, ruhunu ferahlandırmak için binbir çeşit güzelliği de ikram ediyordu. Böylece Rabbimiz, Habibinin (sas) şahsında bizlere her zorluktan sonra bir kolaylık, her sıkıntıdan sonra bir ferahlık olacağını hatırlatıyordu. Vahyin kesildiği, ızdırabın hakim olduğu bir anda nazil olan İnşirah Sûresi de bu durumu apaçık anlatıyor. Allah (cc), İnşirah Sûresi’nde “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Senin belini çatırdatan o ağır yükünü indirmedik mi? Hem senin şanını yüceltmedik mi? Demek ki güçlükle beraber kolaylık vardır. Evet, güçlükle beraber kolaylık vardır! O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş. Hep Rabb’ine yönel, O’na yaklaş!” buyuruyor. Duha Sûresi’nden sonra nazil olan bu ayet-i kerimeler, güçlüğü kolaylığın takip ettiğini, çile ve zorluğun ardından kolaylık ve muvaffakiyetin geleceğini anlatıyor.Zorlukla beraber kolaylık varMekke’de nazil olan İnşirah Sûresi, adını ilk ayette geçen ‘elem neşrah leke’ ifadesinden alıyor. Elem Neşrah, Elem Neşrah Leke ve Şerh Sûresi olarak da anılıyor. Duha gibi İnşirah Sûresi de Hz. Peygamber’in tebliğin ilk dönemlerinde maruz kaldığı sıkıntılar karşısında kendisini teselli etmek üzere indirilmiş. Sûrenin nüzul sebebi olarak fakirliklerinden dolayı putperestler tarafından aşağılanan Müslümanların teselli edilmesi de gösteriliyor. Sûrenin başında Hz. Peygamber’e, “Senin göğsünü açmadık mı?” şeklinde hitap edilerek kendisine sıkıntı veren ağır yükün üzerinden kaldırıldığı bildiriliyor. Daha sonra şanının yüceltildiği vurgulanıp her güçlükle birlikte bir kolaylığın bulunduğu iki defa zikrediliyor. Sonunda ise Resûl-i Ekrem’e boş kaldığı zamanlarda çaba sarf etmesi ve Rabb’ine yönelmesi emrediliyor.İlk ayetin yorumuyla ilgili olarak iki farklı görüş naklediliyor. Bunlardan birine göre ayet, Hz. Peygamber’in çocukluk döneminde veya Miraç’ın meydana geldiği gece Hz. Cebrail tarafından göğsünün yarılarak kalbinin çıkarılmasına, zemzem suyuyla yıkandıktan sonra ilim ve hikmetle doldurularak tekrar yerine konulmasına işaret ediyor. Müfessirler arasında yaygın kabul gören ikinci görüş ise ayetin cismani bir müdahaleyi değil, Hz. Peygamber’in ruhunun ilim ve hikmetle zenginleştirildiğini, üzüntü ve sıkıntısı giderilerek kalbine ferahlık verildiğini ifade ediyor. İbn Abbas’ın da ayeti “Biz senin göğsünü İslâm’a açtık” şeklinde tefsir ettiği bildiriliyor. Enam Sûresi’nde, “Allah, hidayetini dilediği kimsenin göğsünü İslâm için açar” ve Zümer Sûresi’nde, “Allah’ın İslâm için göğsüne genişlik verdiği kimse Rabb’i tarafından hidayet nuru üzerinde değil midir?” buyrulması da bu yorumu destekliyor.İnşirah Sûresi’nin, “Senin üzerinden ağır bir yükü kaldırdık” mealindeki ayetiyle, peygamberlikten önce veya peygamberliğin ilk dönemlerinde Resûlullah’ı (sas) çok üzen ve tahammülü güç olan zorlukların kaldırılması kastediliyor. Ayetteki vizr kelimesinin ‘ağır günah’ manasında olduğunu, dolayısıyla burada Hz. Peygamber’in günahlarının bağışlanmasının kastedildiğini söyleyenler bulunmakla birlikte ağırlığı özellikle vurgulanmış olan bir günahın Resul-i Ekrem’le irtibatlandırılması uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Resulullah’ın bu ayet nazil olunca, “Bir zorluk iki kolaylığa asla üstün gelemez” dediği rivayet ediliyor. Ayette güçlükle beraber kolaylığın bulunacağına iki defa vurgu yapılması bir yandan Resul-i Ekrem’in, karşılaşacağı şiddetli engelleme ve zorlukların rahatlamayla sonuçlanacağına kesin olarak güvenmesini sağlamayı amaçlıyor. Öte yandan müminlere maruz kalacakları sıkıntı ve haksızlıklar karşısında yılgınlığa düşmemelerini, Allah’a daima güvenmelerini, iyimserliklerini koruyup güzel günler için çalışmalarını telkin ediyor. Nihayet sûrenin sonunda Hz. Peygamber’in (sas) şahsında bütün müminlerden Allah’a bağlılıklarını sürdürmeleri isteniyor.Allah’ın yardımıyla çizgimizi koruyabilirizFethullah Gülen Hocaefendi, ‘Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar’ adlı eserinde İnşirah Sûresi’ni “(O hâlde) bir işten boşalınca hemen (başka) bir işe koyul.” (İnşirah, 7) ayeti üzerinden ele alıyor. Bu ayetin Müslüman’a önemli bir hareket felsefesi ve hayat düsturu sunduğunu dile getiriyor. Ona göre bir mümin için “Artık yapacak bir şey kalmadı; vazifem bitti.” diye rahata kapılıp, olduğu yerde kalma söz konusu olamaz. Mümine yakışan bir hayırdan boşalınca ikinci hayra koşma, yorulma içinde dinlenme, dinlenmeyi bir başka yorulmanın mukaddimesi haline getirme, hayatında boşluk olmayan bir insan gibi yaşama... İnşiraha mazhar olabileceğimizi ise şu şekilde anlatıyor: “Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi ufku seviyesinden yaşadığı bir sıkıntıdan sonra inşirah-ı sadra nail olmuştu. Bizler de maruz kaldığımız değişik sıkıntı, hafakan, kırgınlık hatta köpürme ve taşkınlıklarımızda bir kopukluk yaşayabiliriz. İç âlemimiz ışıksız, karanlık bir atmosfere bürünebilir. İşte böyle bir zamanda, Allah’ın yardımıyla hâlâ çizgimizi koruyabiliyor ve dönüp tekrar Cenâb-ı Hakk’a teveccühte bulunabiliyorsak, zılliyet planında biz de inşirah-ı sadra mazhar olabiliriz. Hocaefendi’nin beyanıyla Allah bizim sadrımıza da inşirah verir, kalbimizi açar, gönlümüzü coşturur ve bizi yeniden şahlandırır. Hani, vasıta sahiplerinin kullandıkları benzini bitirip tükettikten sonra bir istasyona yanaşıp depolarını yeniden benzinle doldurdukları gibi, Cenâb-ı Hak da enerjileri bitip tükenen hakikat yolcularının vasıtalarını semavî bir enerji ile yeniden doldurur. Dolayısıyla rahatlıkla diyebiliriz ki, asliyet planında Efendiler Efendisi için söz konusu olan inşirah-ı sadr meselesi, zılliyet planında ümmet-i Muhammed için de her zaman söz konusu. Nitekim O (sallallâhu aleyhi ve sellem) hangi sofraya oturmuş, Allah’ın hangi nimetlerinden istifade etmişse, gözü o sofrada olan peyrevlerini (izinde giden) de o nimetlerden mahrum bırakmamış, onlar için de kapıyı ardına kadar açık bırakmıştır.”

17 Aralık 2014 Çarşamba

Kayıp Şeyler Kitabı - John Connolly

Kitap Adı: Kayıp Şeyler Kitabı

Yazar: John Connolly

Çeviri: Zeynep Ünalan

Orijinal Adı: The Book of Lost Things

Yayınevi: Hyperion Kitap

Basım Tarihi: 2014

Sayfa Sayısı: 440

Satın Almak İçin: Kitapyurdu

Aslında bu kitabın kırmızı kapaklı halini çok daha fazla sevmiştim. Ben ♥ Kırmızı Siyah. 

-------

"Hikayelerin canlılığı ise farklıydı: onlar anlatıldıkları zaman canlanırlardı. Onları yüksek sesle okuyan bir insanın sesi veya bir battaniyenin altındaki fener ışığında yazılanları takip eden bir çift göz olmadan, gerçek dünyada hiçbir varlıkları yoktu.  (...) Bu fırsatın ortaya çıkacağı anı beklerken, eylemsizlik içinde bir kenarda dururlardı. Birisi onları okumaya başlar başlamaz değişmeye başlayabilirlerdi. İnsanların hayalleri içinde köklenip okuyanı dönüştürebilirlerdi. Hikayelerin okunmak istediklerini fısıldardı David'in annesi. Buna ihtiyaçları vardı. Kendi dünyalarından bizim dünyamıza geçmeye çalışmalarının nedeni buydu Bizim onlara hayat vermemizi isterlerdi."

---

Kaybettiği şeyleri, kitapların dünyasında arayan bir çocuğun hikayesi... 

David, tüm küçük çocukların ailelerindeki kötü olayların sorumluluğunu kendinde bulmaları gibi annesinin hastalığının yükünü üstlenmişti. O sorumluluğunu yerine getirdiği sürece annesinin iyi olacağını düşünüyordu. Her şeyi bir rutine bağlamıştı, sayılarla yapıyordu. Elini yıkamaktan, kafasını bir yere vurduğunda tekrar vurup çift sayıya tamamlamaya kadar belli bir düzende ve çift sayıda yapıyordu. Üstüne düşenleri yapmasına rağmen annesinin ölmesini önleyememişti. 

Annesiyle David'in arasındaki en özel bağ kitaplardı. Önceleri annesi ona kitaplar okurken, annesi hastayken David ona kitaplar okumaya başlamıştı ama kitaplarla kurdukları o bağ asla kopmamıştı. 

Annesi öldükten sonra David içine kapanmaya başladı, birçok şeyi sorguladı. Bu dünya okudukları kitaplardaki gibi adil bir dünya değildi, iyilik mükafatlandırılmıyordu. O tüm görevlerini yapmıştı ama annesinin iyi olmasıyla ödüllendirilmemişti. 

Üstelik babası başka bir kadınla görüşmeye başlamış; ülkesi savaşın eşiğine gelmişti. 

Sonra David kitapların ona seslendiğin duydu. Onların kendi aralarındaki konuşmalara şahit oldu. Ve kurtuluşu yine kitapların dünyasında buldu. Bu kez hikayelerin içine tek başına adım attı... 

Kitabın anlatımını çok sevdim. Konu zaten ilgi çekici ve şaşırtıcı. Üstüne anlatım da bu kadar etkileyici olunca kendine bağlıyor. Kitapta bolca tasvir ve ayrıntı var. Bazı okuyucuları belki yorabilir bilmiyorum ama ben sevdim! Alıntıları okuduğunuzda aslında demek istediklerimi çok rahat görebilirsiniz. 

Ve kitaptaki akıl yürütmeleri, felsefeyi de sevdim. Basit olaylardan, ufacık cümlelerden yapılan o çıkarımlar beni kitaba daha bir bağladı.

"Bu yeni dünya, baş edilebilmesi çok zor bir dünyaydı. Bütün gücüyle uğraşmıştı. (...) Bütün kurallara uymuştu ama hayat onu aldatmıştı. Bu dünya, hikayelerindeki dünya gibi değildi. Hikayelerin dünyasında iyilik ödüllendirilir, kötülük cezalandırılırdı. Eğer patikayı izler ve ormana girmezseniz, güvende olurdunuz.  Masallardan birindeki yaşlı kral gibi, birisi hastalandığında, o kişinin oğulları hastalığın devasını yani Abıhayat Çeşmesi'ni bulmak için bir yolculuğa gönderilirdi ve oğullardan sadece bir tanesi yeterince cesur ve yeterince dürüst olsa bile, kralın hayatı kurtulurdu. David cesur olmuştu. Annesi de cesur olmuştu. Ancak cesaret yeterli olmamıştı işte. Burası cesareti ödüllendiren bir dünya değildi. David bu konuda daha çok düşündükçe, böyle bir dünyanın parçası olmayı daha az istiyordu."

PUANIM: ♥♥♥♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

16 Aralık 2014 Salı

Okuma Alışkanlıklarıma Dair Bir İç Döküş

Birkaç tür hariç bana hitap eden çoğu türü okurum. Aile-dram ve Çik-lit / Romantik Komedi bana pek hitap etmez. Ama bu demek değildir ki o kitapları aşağılarım ya da okuyanlara laf ederim. Bu zevk meselesidir ve kimseye yorum hakkı vermez.

Ki ben bile çok nadir aile-dram veya çik-lit türü sevebilirim. Ara ara beni tanıyan ve tarzımı bilip  bu türde kitap okuyan arkadaşlarımın bana önerileri doğrultusunda denemeye çalışırım, onun dışında çok fazla araştırıp okumam. Bu türlerde sevdiğim yazarları takip ederim sadece. Örneğin, Sarah Jio, Sherryl Woods.

Genç Yetişkin(Young Adult) kitapları aslında severim. Ya da severdim mi demeliyim bilmiyorum. Ancak son zamanlarda bir şey fark ettim. Günümüz aşk türü YA'lardan sıkılmışım. Artık o kadar da zevk vermez olmuş. Fantastik YA'lara laf yok onlarla ilişkim son sürat devam ediyor ^^

Zaman zaman bazı türlere ara verdiğim olur. Bir çiçeği uzun süre koklayınca artık kokusunu alamaz olursunuz ya öyle hissederim. O yüzden bir süre ara verir başka kitaplar okurum ki zaten birkaç kitap sonra özlerim, açlığını çekerim. Örneğin arka arkaya delicesine historical romance okuduktan sonra bir süre ara vermiştim. Ardından canımın gerçekten Historical çektiğini fark ettim ve okumaya devam ettim. Ama Genç Yetişkin günümüz aşk kitaplarıyla durum böyle mi pek emin değilim. Önceden görüp konusunu merak ettiklerimi alıp, hevesle okurken artık daha alarga davrandığımı, o kadar merak ve heves hissetmediğimi fark ettim. O yüzden elimde olan, gerçekten okumak istediklerim dışında bir süre Genç Yetişkin aşk kitaplarına ara vermeyi düşünüyorum. Tekrar canım çeker mi, bir gün döner miyim bilmiyorum ama durum şimdilik bu. 

Aynı duyguyu bir de okulda geçen New Adult (Yeni Yetişkin) kitaplarda hissettiğimi fark ettim. Kız yeni bir okula gelir, erkek karakter okulun en popüler çocuğudur ama kimseye aşık olmaz. Kaderin ne büyük oyunudur ki kızımıza aşık olur. Ama ya geçmiş travmalar vardır ya gizli kalan sırlar... Bu kurgudan da biraz sıkılmaya başladım galiba... "Merhaba, Ben Bambaşka Bir Şehirde Yeni Bir Okula Başlayan Kız!" yazısını hatırladınız mı? :p

Kısaca Young Adult romanslardan ve okulda geçen New Adult romanslardan bir süre uzaklaşmayı düşünüyorum. Ama dediğim gibi bu durum kesinlikle bu türlerdeki fantastikleri kapsamıyor *_* Daha önce almış olduklarımı da yeri geldiğinde yavaşça okuyup eriteceğim. 

Son zamanlarda çok fazla Yetişkin Romans okuduğumdan canım Fantastik ve Polisiye çekiyor örneğin :p

Eskilerden bahsetmişken :p

Eskiden bir seriye başlar elimdeki tüm çıkmış kitaplarını arka arkaya okurdum. Artık kaç tanesi çıkmışsa ben başladığımda. Seriden çok fazla uzaklaşamazdım, bir seriyi yarım bırakamazdım. Tüm seri tamamlandıktan sonra seriyi baştan sona tekrar okumayı da severdim. Evet, sevdiğim kitapları ve serileri tekrar tekrar okurum ben. Ama okuduğumuz seri sayısı fazlalaştıkça ve çıkış süreleri arasındaki zaman uzadıkça artık ne eski okuduklarımızı tekrar okumaya vakit kalıyor, ne de serileri arka arkaya okumaya. Ve bu bolluk hissinden sanırım, artık serileri yarım bırakabiliyorum. Cidden devamını merak etmediğim, can sıkan serileri içim acımadan bırakıveriyorum. Ama hala kitap yarım bırakamıyorum :(  Bir kitap yarım kaldığında ne kadar sevmemiş olursam olayım karakterler, olaylar orada donuvermiş gibi hissediyorum, ben de eksik kalıyorum sanki. O yüzden zorlaya, sızlaya bitiriyorum. 

Türleri karıştırarak okumayı severim. Önceden okuduğum klasiklerin, araştırma inceleme kitaplarının, felsefe/psikoloji kitaplarının arasına fantastik, polisiye, aşk kitapları almaktan hoşlanırdım. Blogu ilk açtığım dönemden beri eski okumalarımdan biraz uzaklaştığımın farkındayım. Yine zaman zaman ilk saydığım türleri okuyorum ama çok fazla bloga yansıtmıyorum, ara ara :p 

2 seneden sonra eski alışkanlığıma tekrar yöneldiğimi fark ettiğimden blogda da sıkça yorumlayabileceğimi düşünüyorum. 

Sonra Beyaz Dizilerle ilgili bir tespitte bulundum kendi adıma. Beyaz dizilere nasıl başladığımı blogda çok fazla anlattım. İlk yazım bile bunun üzerineydi. Beyaz Dizilere dair tüm yazılarımı okumak için TIKTIK! Yolda okumak için aldığım Beyaz Diziler hep cep boy 80-90'lı yılları anlatan, nostalji kokan kitaplardı. Bol bol Harlequin Romance ve Gelişim Beyaz Dizi almıştım o dönem. Şimdi evimde 500'e yaklaşan sayıda Beyaz Dizi var. Beyaz Dizilere cep boy, nostaljik hikayelerle başlayınca ve okuduğum en az ilk 200 Beyaz Dizi böyle olunca zihnimde o şekliyle yer etti. O yüzden her ne kadar şu an güncel çıkan Beyaz Dizileri okusam da hep eskileri aradığımı fark ettim. 

Güncel BD'lerde de sevdiklerim ve sevdiğim yazarlar var ama işte o kızların tuhaf gömlekler, etekler giydikleri; adamların "Ne oluyorsun kuzum?" diye hitap ettikleri (bu yazıdan sonra yayınlayacağım Sevda Kafesi yorumunda göreceksiniz:p), kızları alıp aniden pikniğe götürdükleri, cep telefonu gibi lükslerin olmadığı o Harlequin/Beyaz Dizi dünyasını daha çok sevdiğimi fark ettim. Elimde güncel BD'ler olsa da eskilerin bir sıralamasını yapıp, okudukça linkleyeceğim bir yazı yazacağım. 

Son dönemlerde en çok özlediğim türlerden biri Fantastik kitaplar. Şöyle aşkla-meşkle vakit kaybetmeyen dibine kadar bir fantastik okumak istiyorum. Bir yandan canım Anne Rice çekiyor. Bir de polisiye özlemim var, ama güncel değil klasik polisiye. Agatha Christie'ye ya da Peder Brown'a el atabilirim. 

Böyle demediğinizi umuyorum -_-

Uzun zamandır kafamı kurcalayan birkaç şeyi anlatmış, bir nevi iç dökmüş oldum. Aslında bu yazının taslağını bir ay önce yazmıştım. Toparlamaya yeni fırsat oldu. Çok da toparlamış sayılmaz, düşünce silsilesi olduğu için daldan dala bir yazı oluverdi. Bahsedeceğim bir şeyler daha varmış da unutmuşum gibi geliyor şu an. 

Umarım sıkılmamışsınızdır. Sizin son zamanlarda okuma zevkinizde bir değişiklik oldu mu? 

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

12 Aralık 2014 Cuma

Ölümü kavuşma saymak

Hayatını özetlemek için üç kelime yeterliydi. O üç kelimeyi de kendisi söylemişti zaten: “Hamdım, piştim, yandım” Hz. Mevlânâ 17 Aralık 1273’te Hakk’ın rahmetine kavuştu. Hayatını bu üç kelimeyle anlatan Allah dostunun, ölümünü ‘düğün gecesi’ anlamına gelen ‘Şeb-i Arus’ diye nitelendirmesi ‘ölmeden önce ölen’ bir kul olmanın doğal neticesiydi.Bîşter â bîşter â cân-ı menPeyk-i der-i Hazret-i Sultan-ı men”“Beri gel, biraz daha beri gel. Ey benim canımı hakiki sevgiliye götürecek olan sevgili, biraz daha beri gel” diyerek Hz. Azrail’e seslenen zat, Hz. Mevlânâ’dan başkası değil. İsmine ‘Ölüm meleği’ desek de elinde tırpanla resmettiğimiz Hz. Azrail’i bu şekilde çağırmak, ‘ölmeden önce ölünüz’ hadisini bilip de anlayamayan günümüz insanının akıl erdirmekte zorlanacağı bir hal. Hz. Mevlânâ da zaten onun için Mevlânâ. Ve işte Hudâvendigâr Mevlânâ Celâleddin’in Rabbi’ne kavuşma gecesi olarak gördüğü için ‘düğün gecesi’ olarak adlandırdığı bu gecenin 741. yıl dönümü yaklaşıyor.Asıl adı Muhammed Celaleddin olan Mevlânâ Hazretleri’nin hayatını anlatmaya doğumundan değil, ölümünden başlamak gerek. Sebebi Rumi Hazretleri’nin ömrü boyunca benzemek için çaba gösterdiği Efendimiz Hz. Muhammed’in (sas) şu hadis-i şerifinde gizli: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyandırılır.” Ve bu hadis ki bugün Şeb-i Arus olarak andığımız gecenin özü. Aslında ölümü ‘beden hapishanesinden kurtulma’ ve sevgiliyle kavuşma anı olarak nitelendiren tek zat Hz. Mevlânâ değil. Yunus Emre, ‘Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez’ derken de, Hz. Bilal, ‘Bu gece ruhum gurbetten, asıl vatanına kavuşuyor’ derken de aynı hadise işaret ediyorlardı. Ölümün kucağına maşukun kollarına atılır gibi atılma halinin Mevlânâ Hazretleri ile daha çok anılmasının sebebi ise onun hayata gözlerini yumduğu gecenin özel bir isimle anılıyor olmasından kaynaklanıyor. Bu geceye verilen özel isim Şeb-i Arus. Şeb Farsçada gece, Arus ise Arapçada düğün anlamına geliyor. Bu iki kelimenin bir araya gelmesinden ise kul aklımızla tahayyül edemeyeceğimiz derinlikte bir ifade ortaya çıkıyor: Düğün Gecesi.Şeb-i Arus ruhunun ne olduğunu anlamak için Mevlânâ Hazretleri’nin beden kafesi içinde geçirdiği son zamanlarına bakmak yeterli aslında. Abdülbaki Gölpınarlı’nın Mevlânâ Celaleddin adlı kitabında hazretin hastalığının şiddetlendiği günlerdeki ruh hali şu şekilde anlatılıyor: Hz. Mevlânâ, ömrünün son demlerinde ateşli bir hastalığa yakalandı. Hekimler, tedavisine yoğun çaba harcıyor, fakat ateş bir türlü düşürülemiyor sonuç alınamıyordu. Bu sıralarda Konya’da sık sık deprem oluyordu. Halk depremlerden korkup Mevlânâ’ya başvurunca o gülümseyerek, “Korkmayın. Yerin karnı acıktı. Yakında bir yağlı lokma yer ve deprem biter.” der.Ahmed Eflaki’nin Ariflerin Menkıbeleri eserinden aktarılanlara göre ise bir gün hanımı, Mevlânâ’ya hitaben, “Hudâvendigar Hazretleri’nin dünyayı hakikat ve manalarla doldurması için üç yüz veya dört yüz yıllık ömrünün olması lazımdı.” dedi. Mevlânâ cevaben “Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ne Nemrud’uz. Bizim toprak alemiyle ne işimiz var? Bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasıl olur? Biz birkaç tutuklunun kurtulması için bu dünya zindanında hapsolmuşuz. Yakında Allah’ın sevgili dostunun, Hazreti Muhammed’in yanına döneceğiz umulur.” dedi.Hayata bu şekilde bakan bir zatın ölümü ‘düğün gecesi’ olarak görmesi Mevlânâ olmanın gereği bir bakıma. Şefik Can’ın Divan-ı Kebir’den Seçmeler eserine göre O da vefatından sonra kendisini ziyaret etmek isteyenlere şöyle seslenmiş: “Kardeşim! Benim mezarıma sakın defsiz gelme. Çünkü Allah’ı sevenlere, O’nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yaraşmaz.”Yine Gölpınarlı’dan aktarılanlara göre cenazesinde nefirler, neyler, rebablar çalınıyor, mazharlar (zilsiz defler) dövülüyor, zillerin, kudümlerin sesleri, çalgıların nağmeleri, hıçkırıklarla boğuluyordu. Naralar atıp sema edenler, feryatlar edip bayılanlar vardı. Tabut ilerleyemiyordu. Evden sabahleyin çıkan tabut, pek yakın olan musallaya akşama yakın varabildi.O Rabb’ine kavuştuğu için mutluydu fakat onu tanıyanlar, Rumi’yi dünya gözüyle bir daha göremeyecek olmanın hüznünü bastırmakta zorlanıyordu. Peki sadece ölümüyle bile anlayabilenlere hikmet dolu desler veren Şeyh, nasıl bir dünya hayatı sürmüştü?Feridüddin Attar’ın gördüğü cevherRumi takvimle 1207 yılında bugün Afganistan sınırlarındaki Belh şehrinde doğan Hz. Mevlânâ, Sultanü’l-Ulema (Bilginlerin Sultanı) olarak bilinen Bahaeddin Veled’in oğludur. Sultanü’l Ulema’nın bazı siyasi olaylardan dolayı ailesiyle birlikte Belh’ten ayrılmak zorunda kalmasıyla ailenin ilk durakları Nişabur olur. Burada Mevlânâ, henüz çocuk yaştayken tanınmış Mutasavvıf Feridüddin Attar ile karşılaşır. Yaşının küçük olması Attar Hazretleri’nin Mevlânâ’da cevher görmesine ve onun takdirini kazanmasına engel olmaz.Daha sonra Bağdat’a ve buradan da hac için Mekke’ye giden aile, Anadolu Selçuklularının en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu’ya gelir. Ailesiyle birlikte Karaman’da yedi yıl kalan Hz. Mevlânâ burada Gevher Hatun ile evlenir, Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu olur. Daha sonra Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad Sultânü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya davet eder ve böylece Hz. Mevlânâ son nefesine kadar yaşayacağı Konya’ya yerleşir. Babasının ölümünden sonra onun müritlerinin Hz. Mevlânâ çevresinde toplanmaya başladığı belirtilir. Ders verdiği İplikçi Medresesi, Mevlânâ’yı dinlemeye gelenlerle dolar. Hz. Mevlânâ’nın 1244’te Şems-i Tebrizi ile tanışması, hayatındaki dönüm noktası olur. Mevlâna’nın ‘mutlak kemâlin varlığını’ gördüğü Hz. Şems ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal etmesi üzerine müritleri ve halk tepki gösterir. Ancak beraberlikleri uzun sürmez. Hz. Şems, 1247’de esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Mevlâna Şems Hazretleri’nin ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekilir daha sonraki yıllarda ise Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî’nin yerini doldurmaya çalışır.Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Mevlânâ 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk’ın rahmetine kavuşur. ‘Hazret-i Hudâvendigâr’ın vefatının kameri seneyle her yıldönümü gecesi, Konya’da meydan odasının önündeki havuzun başına hasırlar, halılar serilir, herkes toplanır, âyinler okunur, meyveler yenir, sohbetler edilir, böylece bir sema meclisi kurulurdu. Sonunda bir gülbank çekilerek bu hususi âyin-i cem’e son verilirdi. Şeb-i Arus geleneği de bu törenlere dayanıyor ve 1950’li yılların ortasından itibaren Konya’da resmi törenlerle anılıyor.Minyatür diliyle Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin cenazesi.Mevlânâ, Konya’ya da sığmaz İstanbul’a da, âşık gönüllere sığarŞeb-i Arus törenlerinin son yıllarda Konya dışında yapılmaya başlanması bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Özellikle İstanbul’da popüler sanatçıların katılımıyla yapılan törenin ‘gösteri’ye dönüştüğünü ileri süren bazı kesimler var. Son olarak Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Konya dışında yapılan Şeb-i Arus törenlerini ‘çakma’ olarak nitelendirmişti. Cerrahi Tarikatı Postnişi Ömer Tuğrul İnançer ise törenlerin İstanbul’da yapılmasının hiçbir sakıncası olmadığını söylüyor. Zamanında bu törenlerin İstanbul’da beş tekkede Konya’da ise bir tekkede yapıldığını anlatan İnançer, “Güzel olan her şey her yere yayılmalı. Kimsenin malı değildir Hz. Mevlânâ. Ne Konya’ya sığar ne İstanbul’a. O, ancak aşık gönüllere sığar” diyor. İnançer, Şeb-i Arus törenlerinin ticarileşmeye başladığı iddialarına ise şu şekilde cevap veriyor: “Hz. Mevlânâ üzerinden Konyalılar bunca yıllık peynir şekerine Mevlânâ şekeri deyip satarken, kıymalı ve peynirli pidelerin adına Mevlânâ pidesi derken bunlar ticari olmuyor da İstanbullular bilet satınca mı ticari oluyor? Güzel olan her şey her yere yayılmalı.”İlahi aşk, eğlenceye alet edilmemeliProf. Dr. Abdülhakim Yüce (ilahiyatçı): Tasavvufta ruh ve nefs eğitimi adına önemli bir metot olan rabıta-i mevt bu gece münasebetiyle hatırlanmalı hatta kitlelere mal edilmeli. Ancak Hz. Mevlânâ gibi bütün insanlığa mal olmuş bir şahsiyet ve bütün insanlığı kucaklayan ilahî aşk, eğlenceye dönüştürülmemeli. Zira Şeb-i Arus gibi bize Rabb’imizi, hepimizi bekleyen mukadder son ölümü ve ahireti hatırlatması gereken bir ibret günü de eğlenceye çevrilirse, ibret alacağımız, ölümü hatırlayacağımız, günah ve sevaplarımızı düşünüp kendimizi hesaba çekeceğimiz gün ne olacak? Tabii ki ilahî okumak güzel şeydir ama bu asla eğlence havasında olmamalı. Sema bir vecd halidir, kişinin Allah aşkıyla kendinden geçip bu aşkla sema yapmasıdır. Sema tarihini anlatan hemen her yazıda şu ifadeler geçiyor: “Önceleri bilhassa İstanbul tekkelerinde mukabele zamanları vecdin gelişine, bir heyecanın zuhuruna bağlı olarak sema yapılırdı.” Düğün ise bir sevinç ve eğlence zamanıdır, orada aşk-ı ilahinin kişiyi vecde getirmesi beklenmemeli. Bu düğünün ruhuna aykırı olduğu gibi, semanın ruhuna da tamamıyla terstir. Spor salonlarında ve eğlence formatında geniş insan kitlelerini eğlendirmek için yapılan semaya da sema demek tartışılır.

Super Junior - Kyuhyun - Zhoumi Albümleri Üzerine ^^

Super Junior ve üyelerden ardı ardına şarkılar, albümler geldi; bana da Kitap Tutkusu ve One Better Day'in zoruyla yazmak düştü tabi. -_- 

Super Junior'un The 7th Album Special Edition  içeriğinde iki yeni parçası bizleydi. Evanesce ve This is Love. 

Aynı kıyafetlerle, aynı mekanda çekilen; sadece ufak farklılıklar içeren iki de klip çekildi. Ben çok beğendim. 

This is Love 

Türkçe Altyazılı izlemek için TIKTIK!

This is Love hoş bir şarkı. This is love, this is loveee... diye ortalarda gezmeniz olası. Çünkü ritimleri ve dansı çok güzel. 

Klip Kyu♥nun kapıyı açmasıyla başlıyor.

Klibe böyle bir giriş yüreğimi hoplattı tabi, sanki benim kalbimin kapıları açıldı ^_^

Daha başlamadan sevmiş gibi oldum yani. 

Kıyafetleri çok sevdim. Üç parça takımlara bayılırım, yeleklere ise zaafım vardır tam anlamıyla. Son dönem Kore idol piyasası zaten bana çalışıyordu bu konuda, Suju da bir süredir bu kervana katılmışlar arasında. Elbiseleri çok sevdim, klibin çekildiği ortamı da.

Suju'nun oda klipleri artık klasikleşmiştir ama bir süredir konseptli klipler çektikleri gözümden kaçmıyor, bu da benim hoşuma giden bir durum. Üyelerin saçlarını da sevdim. Heenim, Kyu, Donghae, Sungmin gerçekten siyah saçı çok yakıştırdığım isimler. Hepsini siyah saçla ve tam onlarlık kesimlerle görmek güzeldi. Heenim'in şapkasına ayrı bir güldüğümü söylemeliyim. Ormanda tek başına ne işin var kırmızı başlıklı kız? 3:)

Sungminin kız arkadaşının adını bir şekilde imzasına eklemesi skandalından sonra Sungmin'i görmek yine güzeldi. Sungmin'i çok severim. Haklı olduğu yanlar olmakla birlikte imza konusunda fanlara malesef ki hak veriyorum biraz. Ben de gidip sevdiğim bir ünlüden imza alsam sevgilisini imzaya eklesin istemem ki ben bu çocukların da sevgilisi olsun, ayan beyan yaşasınlar aşklarını, evlensinler diyen insanım. Neyse devam.

Şarkı devam ettikçe mekan değişimlerini, geçişleri sevdim ve her odada aniden başlayan dansları. Bir de Suju'nun çoğu şarkısında herkesin susup Kyu'nun sesini yükselterek söylediği bir geçiş kısmı olur. Aşk yaşıyorum o kısımlarla. Örnek: Super Junior M - Perfection (Korean Version) / 53. sn 

Bu şarkıda da vardı ^^  Ek olarak Ryeowook'un geçişlerini de yabana atmamak lazım burada.

Mikrofon dansı harikaydı *_* Ama sizin de aklınıza MBLAQ - Sexy Beat gelmedi mi?

Benim geldi. Ve ölürüm Sexy Beat'e *_* Sanki onun daha az ateşli, hafif bir versiyonu gibiydi. 

Sexy Beat demişken bir daha açtım izledim *_* Yüksek kalitede izlemeniz önerilir. Fanların cırlamasına hak vermemek çok zor +_+ 

Donghae ve Eunhyuk'un dansı klibin en enteresan kısmıydı bence. Güzel miydi güzeldi ama insanın aklı kötüye çalışıyor. Hele bu kadar çok shiplenen iki karakter olunca 3:)

SM'in bu shipinden sonra fanlar... :p

Klibin sonlarına doğru olan serbest saati çok sevdim. Teneffüse çıkmış gibi herkes kafasına göre takılıyor :p

Ve can alıcı son sahne... Kapıyı kapatıp bizi klibe hapseden bir adet cool Donghae *_*

Ne çok slow, ne çok hareketli bir şarkı. Yine de insanı kıpır kıpır yaptığı bir gerçek. Bu şarkıda Kyuhyun ve Ryeowook'un seslerine daha çok odaklanmış buldum kendimi. Leeteuk'u her klipte biraz daha toplanmış görüyorum ve onun adına seviniyorum! 

Gelelim ikinci şarkıya...

Evanesce

Türkçe Altyazılı izlemek için TIKTIK!Bu şarkıyı This is Love'a göre bir parça daha fazla sevdiğimi itiraf etmeliyim. Ortam aynı, sadece kurutulmuş yapraklarla tekrar elden geçirilmiş. Bizimkiler çıkarmış ceketleri, yelekleri (en azından bir çoğu), gömlekleriyle devam etmişler. O yüzden bu klibin This is Love'dan hemen sonra çekildiği çıkarımı yapıyorum :pKlip yine Kyu'mun o yasak odanın kapısını açmasıyla başlıyor 3:)Geçen klipte mekan geçişleri vardı burada karakter geçişleri göreceksiniz. Bir an Kyuhyun gelip piyanoyu tutmuşken, o elin aslında Kang In'e' ait olduğunu göreceksiniz.Ya da Leeteuk kendini duvarlara çarparken, onun Ryeowook olduğunu görmek sizi şaşırtmasın. Bu bayıldığım bir ayrıntıydı.Hemen örnek vereyim:Bir sonraki sahne:Harika ^^Normalde Siwon'u pek sevmediğimi sık sık söylerim. Ama bu klipte ilk kez bir hareketini saniyenin milyonda biri bir an da olsa beğendim. Ceketini çıkarıp kameraya attığı o an. Çok kasıntı bir suratla olsa da hareket güzeldi.Donghae'nin atraksiyonu ise yakayı bağrı dağıttığı şu sahneydi sanırım. Siwon'la ilgili bir şeyi beğendiğimi fark edince ben de öyle yapmak istedim -_-Neyse şu gifteki kazma halini gördüm de geçti -_-Ciddiye alıp bana atarlanan olurmuş yorumda :p

Eunhyuk bu kez Donghae'yi aldatmış, bir bayan dansçıyla çok hoş dans ediyor. Çok sevdim bu kısmı ama Donghae benle aynı düşünmüyor :(

Bu danstan sonra Donghae:

Sen daha bu kısımları görmedin Donghaecim ^_^

Sululuğu bırakıp iki klip arasındaki 7 farkı bulmak gerekirse This is Love'da kırmızı renk de kullanılmış. Heechul'un kırmızı şapkası da var. Ortam temiz. Evanesce'de bunlar yok kurumuş yapraklar var. İki videoda Eunhyuk'un dans ettiği kişiler değişiyor. Evanesce'ın mikrofon dansı güzelliği var 3:)Birinde kişi, birinde oda geçişleri var.Ve iki şarkı da çok güzel :)

GelelimZhoumi - Rewind Dans versiyonu için TIKTIK!Türkçe Altyazılı Klibi izlemek için TIKTIK!----Zhoumi solo çıkış yaptı ^_^Hemen şarkı listesine bakalım:01. Rewind (Korean Version) (feat. 찬열 Of EXO) 02. Why (Color-blind) (Korean ver.) 03. Without You 04. 一人的寂寞 (Lovesick) 05. 爱上你 (Loving You) (feat. f(Victoria)) 06. Love Tonight (feat. 타오 Of EXO) 07. Rewind (feat. 타오 Of EXO)08. Why (Color-blind) ----Neredeydin sen be çocuk? dedim.Özet bu.Super Junior M'i çok severim. Henry'le Zhoumi'nin yeri ayrıdır. Zhoumi'nin çok solosunu dinlemişliğim vardır. Ama bu şarkı bambaşka olmuş.Görüldüğü gibi Zhoumi'nin içindeki star ışığı ortaya çıkmış.Klip çok cool bir araba sahnesiyle başlıyor. Bir araba sahnesinde Dongwoon'un solosunda etkilenmiştim bir de böyle.Rewind çok cool, güzel bir parça.Kıyafet, fizik ve dansla işi sesin ve şarkının ötesine götürmüş.Açılış demişken :)  Off!Parmak şıklatma ve "Stop, Rewind, Rewind" kısmı dile dolanıyor dikkat!Klipte şekilden şekle girmiş Zhoumi! Siz beni sadece uzun, sempatik, Çinli üye olarak tanıyor olabilirsiniz ama ne cevherler saklı bende demiş adeta! *_*Sol üstteki çapkın tarz, siyah beyaz coolluktan ölen tarz favorim, alt ortada yine ailemizin sempatik çocuğu ve ortada karizmanın dibine vurmuş +_+Bitmedi demiş, derilerle devam etmiş *_*Görsel şölen ^^

Bu da amme hizmeti :D  

Zhoumi ne güzel dans edermiş!

Örneğin böyle eğlenceli bir dans ki gülüşünü ayrı sevdim.

Derilerle dans o.O

Evet, derilerle... Motorsikletçi tarzı bile yakışmış. 

Bir önceki dansı tekrar gösteriyorum, çok yönlülüğü görelim. 

Ama bir tarzı var ki favorim. Siyah bağrı açık gömlek *_*, Pötikare bir pantolon, karizmatik saçlar.

Bu tarz lacivertle başabaş gidiyordu ama burun farkıyla önde. 

Özellikle dans kısmının karizması... 

Yürek hoplatan hareketler...

*_* 

Tabi, ne zannetmiştin? bakışı :p 

Adam tarz geçisinde olay yaratmış. Birçok tarz bir arada ve bence yakışmayanı da yok. 

Bunu bir daha göstereyim şüpheniz varsa :p

Bu tarzı da oldukça şirindi. Genelde ortaya koyduğu iyi çocuk tarzıydı.

Klibi irdeledikten sonra; şarkıya tekrar dönersem:

Zhoumi'nin konser sololarını zevkle dinlerdim. Sesini beğenirim, yaydığı ışığı da seviyorum. 

Parça güzeldi, keyifliydi, bir yandan hüzünlü gibiydi... Nakarat kısmı dile dolanıyor. 

Ben dansları da ayrı bir beğendim. Kendini daha iyi ortaya koyduğu bir klip olmuş Zhoumi'nin :) 

Hoşuma gitti; tekrar tekrar dinliyor, izliyorum ^^

Exo'dan Chanyeol ve Tao da kendisine eşlik ediyor. Ben Exo pek takip etmiyorum ama es geçmeyelim :p

Dedikodulara gelirsek; fanlar Zhoumi'nin çıkışının Exo'dan ayrılan Luhan'a tepki olsun diye yapıldığını düşünüyor, bu yönde söylentiler var. Baksen gittin ama biz Çinli üyelerimize albüm bile çıkarıyoruz der gibi. Exo'yu takip etmediğim için bilemiyorum ama Zhoumi'nin çıkışını sevdim ^^ 

Kyuhyun - At Gwanghwamun Türkçe Altyazılı İzlemek İçin TIKTIK!Canlı İzlemek İçin TIKTIK!---Şarkı Listesi:01. 광화문에서 (At Gwanghwamun) 02. Eternal Sunshine 03. 뒷모습이 참 예뻤구나 (At close) 04. 이별을 말할 때 (Moment of farewell) 05. 사랑이 숨긴 말들 (One confession) 06. 깊은 밤을 날아서 (Flying, deep in the night) 07. 나의 생각, 너의 기억 (My thoughts, Your memories) ------Gelelim kalbimin prensi, yazının assolisti Kyuhyun'a...Artık gerçekten vakti gelmişti ve nihayet bir Ballad albümüyle çıkıverdi karşımıza.Kendisinin de dediği gibi: Hepimizin beklediği an bu!Hani bir tabir vardır sesi cennetten gelme diye Kyuhyun da o listeye giriyor işte. Şu piyasada sesine böyle dediğim 3 isim var. Kyuhyun, G.O ve Hong Ki... Sonbaharı, düşmüş yaprakları çok severim; Kyu'ya, sesine bayılırım, Ballad söyleyişine hiç dayanamam. Sonuç olarak sonbahar konseptli, düşmüş yaprak temalı, Kyuhyun'un Ballad albümüne ölürüm! Nokta!İçimdeki fangirl'ü susturup devam etmeye çalışacağım ama aralarda kendini gösterirse idare edin lütfen ^^Albümün resimleriyle giriş yapayım. Hepsi birbirinden güzel *_*Bu klibin açılışı da kalp krizi geçirtecek gibi!Açılış sahnesi *_*Klip Kyu'nun uyanması, su içmesi, banyoya gitmesi, giyinmesi gibi günlük aktiviteleri üzerine kurulu... 

Banyo deyince aklınızda duş sahnesi canlanmasın hiç, küvetin önünde şarkı söylüyor kendisi. Kyuhyun bu, böyle sahnelerin insanı değil. Zaten ihtiyacı da yok. 

Eski resme bakamayıp devirdikten sonra oturma odasında şarkı devam ediyor. 

Giyim odasında da devam ediyor...

Klipte en sevdiğim sahnelerden biri de piyano sahnesiydi. Yang Seung Ho ve Kyuhyun piyano çalışına bayıldığım 2 isim...Kısaca klip basit ama güzeldi. Şarkı ise; off off... Böyle bir ses, böyle içli bir şarkı... Şarkıya edilecek tek bir söz yok... Ben ki okuduğu dinlediği şeylerin içine giren biri olarak, azıcık dinlemek bile beni o duygusal moda soktu.Tarifsiz... 

Kyuhyun'ın chibileri çok tatlı oluyor. Bunu yerim ^_^

Bol resimli, uzunca bir yazı oldu...

Umarım sıkılmamışsınızdır. 

Çünkü daha sırada MBLAQ'in Comeblaq yazısı var :( 

Arada atladığım kısımlar varsa ekleyebilirsiniz :) 

Sevgiler :*

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

9 Aralık 2014 Salı

Harika Yabancı - Christina Lauren (Beautiful Bastard #2)

Kitap Adı:  Harika Yabancı

Yazar: Christina Lauren

Orijinal Adı: Beautiful Bastard

Çeviri:  Sertaç Kahyaoğlu

Yayınevi: Pegasus Yayınları

 Sayfa Sayısı: 326

Basım: Ekim 2014

Seri: Beautiful Bastard #2

Serinin Diğer Kitapları: 

#1 Harika Piç / Beautiful Bastard (Bennett Ryan&Chloe Mills)

#1,5 Beautiful Bitch (Bennett Ryan&Chloe Mills) -Novella

 #2 Harika Yabancı / Beautiful Stranger (Max Stella&Sara Dillon)

#2,5 Beautiful Bombshell (Max&Henry&Will&Bennett) -Novella

#3 Beautiful Player (Will Sumner&Hannah Bergstrom)#3,5 Beautiful Beginning (Bennett Ryan&Chloe Mills) -Novella#3,6 Beautiful Beloved -Novella -Novella#4 Beautiful Secret

Max: Pekala, işte o. Bak... Bu yalnızca ikimizin arasında tamam mı?

Will: Tabii ki. Pisliğin teki olabilirim fakat güvenilir bir pisliğim. Ayrıca burada olsan daha iyi olmaz mıydı, nasıl desem, duygularımızdan bahsederken birbirimize oje sürerdik?

Harika Piç'i beğenmiştim, çok fazla beklemeden Harika Yabancı da çıktı. Ara kitapları çıkarmamaları hayal kırıklığı yarattı ancak umarım ki Pegasus Yayınları onları da çıkartır. Novella'lar oldukça eğlenceli görünüyor. Bu seriyi sevme nedenim; yormayan, keyifli yetişkin romansları olmaları. İlk kitaptaki gibi bu kitapta da cinsellik yoğun olarak kullanılmış. Ancak konusunu biraz daha fazla sevdim galiba. Yazar her kitapta aykırı bir özelliğe yer veriyor. İlk kitapta Bennett'le alakalı bir durum, bu kitapta Sara'yla alakalı bir durum. Aynı seri içinde yazarın kendini tekrar etmemesi hoş. 

Türü sevenlerin beğeneceğini düşünüyorum. Yetişkin kitapları sevmeyenlere uymayacaktır.

Geçen birkaç hafta içinde bu sessiz,  billurlaşmış anlara şahit olmuştum. Öyle anlar ki; ne kadar büyümüş olduğumun ve hayat ile ilişkiler hakkında ne kadar az şey bildiğimin aynı anda farkına varmıştım.

Sara Dillon, ilk kitaptaki esas kızımız Chloe'nin yakın arkadaşlarından. Onun bekarlığa veda partisinde bir adamla tanışır. Bu yabancı bir harikadır. Sara problemli ilişkisinden yeni ayrılmış ve şehir+iş değiştirmişken aslında yeni bir ilişkiye hazır değildir. Ancak bu adam onu zorlamıştır. Bir kerelik olsun her zaman içinde bulunduğu o cici kız kalıbından çıkmak ister ve Harika Yabancı'sıyla bir kaçamak yapar. 

Ertesi gün yabancısını iş yerinde patronunun arkadaşı olarak gördüğünde ise korunaklı dünyasının bir daha asla aynı olmayacağının farkındadır. Karşı koyamayacağı, tüm ülke tarafından çapkınlığıyla, birçok kadını bir arada idare etmesiyle tanınan bu adamla bir anlaşma yapar. Sadece fiziki görünen bu anlaşma gerçekten öyle midir?

PUANIM: ♥♥♥♥♥

Kitabı birlikte okuduğumuz:

Kitap Tutkusu yorumu için TIKTIK!

Pudra Tozu yorumu için TIKTIK!

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

5 Aralık 2014 Cuma

Beş Şehir - Ahmet Hamdi Tanpınar (Bizimkisi Bir Lise Aşkı)

Kitap Adı: Beş Şehir

Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar

Yayınevi: Dergah Yayınları

Basım Tarihi: Son Baskı: 2014

Sayfa Sayısı: 235

Satın Almak İçin: Kitapyurdu

Türk ve Dünya klasiklerini devirdiğim dönemler ilköğretim ve lise dönemimdi. Tamamen kendi isteğimle okurdum bu kitapları. İlk klasiğim Bir Çalgıcının Seyahati ardından Jane Eyre idi. 

Türk klasiklerini de severdim. Mehmet Rauf, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi gibi birçok romancıyı okumuştum. Şairlere ise bambaşka bir düşkünlüğüm vardı. 

Sonra bir adamla tanıştım. Benim gibi hayal dünyasına düşkün, aklı bir karış havada bir hayalperest için cennet sayılabilecek, gerçekle rüya karışımı şiirler yazardı.

Önce şiirlerini okudum. Bana yeni hayal dünyaları açan, puslu gözün gözü görmediği anlatımını sevdim. Zaman kavramı üzerine düşünmeyi, okumayı seven, zaman yolculuğu kavramına aşık biri olarak yolum hep Bursa'da Zaman'a düştü. Çok güzel bir şiir olsa da içinde adım geçse de :p (Ahmetciğim çok kullanır adımı şiirlerinde) nedense ben hep Ne İçindeyim Zamanın'a yöneldim, Bir Adın Kalmalı'ya, Her Şey Yerli Yerinde'ye... Neden bilmiyorum... Belki de sadece bu yüzden: 

"Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner."

Ve yine neden hatırlamıyorum kendisini aşkım ilan ettim :p Evet aramızda yaş farkı vardı, dönem farkı vardı ama benim umrumda değildi. Burada aşktan kastım onun tüm yazdıklarını okumaya çalışmaktı. Şiirlerini okudum, ardından romanlarına/denemelerine geçtim. 

Huzur okudum. 

Mahur Beste'yi okudum, ne zaman düşünsem aklımda ŞU şarkı çalar. Sadece isim benzerliği... Atilla İlhan ^^

Ardından Beş Şehir ve Sahnenin Dışındakiler okudum. 

Bunların hepsini okul kütüphanesinden alıp okumuştum. 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü malesef yoktu. Kendim aldım, okudum.

Çoğu kişi sıkıcı ve karmaşık buluyor biliyorum ama Ahmet Hamdiciğimle ben bambaşka bir uyum tutturduk. O yazdı, ben okudum. 

Bu nedenledir ki Saatleri Ayarlama Enstitüsü elimde olan tek kitabıydı. Beş Şehir de seneler sonra döndü geldi sanki.

Okuyamadıklarım içinde hala aklımda kalan ve bir gün İnşallah okuyacağım kitap ise Abdullah Efendi'nin Rüyaları adlı hikayesidir. 

Eski okuduklarımdan, anılarımdan bahsetmeyi seviyorum; bunu blogda çokça yaptım. Ahmet Hamdi'den bahsetmek kısmet olmamıştı. Bu vesileyle içimi döktüm. Kırık dökük bir aşk hikayesi işte... 

Gelelim Beş Şehir'e

Ahmet Hamdi bir eğitimci olduğu için çok şehirler gezmiş. Beş Şehir adıyla müstesna yazarda iz bırakan beş şehirden bahsediyor. Ahmet Hamdi'nin kendi düşüncelerinden yola çıkarak yazdığı bir deneme. Beş Şehir: Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul... 

Önceden Bursa deyince aklıma sadece Ahmet Hamdi gelirdi. İki isim zihnimde bütünleşmiş gibiydi. Şimdi One Better Day blogunun sahibi o güzel insan da geliyor ^^ 

Hepsi bir dönem bize başkentlik yapmış şehirlermiş, aslında anlam buymuş. 

Ankara'ya boğucu dediğimden beni utandıracak bir anlatım... Aslında ülkemizin kaderini değiştiren bir şehir olması... Ve öncesi... 

Erzurum, anlatımı en güzel ve mistik olanlardan biri bana göre. Üç kere bambaşka zamanlarda yolu düşülen bir şehir. İlki çocukken, ikincisi harbin hırpalayıcılığının ortasında. Atatürk'ü de ilk kez Erzurum'da gördüğünden bahsediyor yazar. Üçüncü yolculuğu ise 2. Dünya Savaşı zamanındadır. Talihsiz zamanlarmış sanki. 

"Konya bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen bir güzelliği vardır." Fazla söze ne hacet?

Bursa dediğim gibi zihnimde Ahmet Hamdi'yle özdeşleşen şehir. Öyle bir Bursa anlatıyor ki, hangisi gerçek emin değilim sanki. 

Ve İstanbul. Anlatılan İstanbul sanki hem bambaşka bir İstanbul, hem de şimdikiyle aynı bir İstanbul gibi. Ne tuhaf... 

Bu kitabı uzuuun bir aradan sonra tekrar okuma fırsatı bulmak, içimde bir şeyleri uyandırdı. Bazı şeyler ne kadar özlediğimi fark ettim. Yazarın dili de bunlardan biri.

Özlemler ve umutlar bir arada bu kitapta.

Öyle işte... 

-----------

sen say kiben hiç ağlamadımhiç ateşe tutmadım yüreğimigeceleri, koynuma almadım ihanetive say kibütün şiirler gözlerinibütün şarkılar saçlarını söylemedihele nihaventhele buselik hiç geçmedi fikrimdenve hiç gitmedibir topak kan gibi adıniçimin nehirlerinden

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Halka cömert, hakk’a yakın

Bitmek bilmeyen kişisel ihtiyaçları karşılamakla meşgulken, dinin bize getirdiği cömertlik ve diğerkâmlık hasletini hayatımızdan çıkarıyoruz. Kimseyi düşünmeden yaşanan bir hayat, insanı sadece ruhsal bunalımlara sürüklemiyor, Allah’tan da uzaklaştırıyor.Herhangi birinize ölüm gelip de: ‘Ey Rabb’im, beni yakın bir müddete kadar geciktirsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam’ demesinden evvel size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin! Çünkü Allah, bir kimseyi eceli geldiği zaman asla ertelemez. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Münafikun Sûresi’ndeki bu ikaz, bencillikle geçirilen bir ömrün ahirette pişmanlık sebebi olduğunu, cömertliğin ise cennet kapılarını aralayan hasletlerden olduğunu anlatıyor. Bir başka ayet-i kerimede ise, “Ey îmân edenler. Ne bir alışveriş ne bir dostluk ne de (Allah’ın izni olmadıkça) bir şefaat bulunmayan kıyâmet günü gelip çatmadan önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda cömertçe sarf edin. Kâfirler, zâlimlerin tâ kendileridir.” buyurulur.Dünya malı, insanın her daim imtihanı. Bencilce yaşamanın kaçınılmaz görüldüğü günümüzde ise cömertlik ve diğerkâmlıkla ilgili ikazların daha iyi anlaşılması gerekiyor. Zira kendimize göre bitmek bilmeyen ihtiyaçları karşılamaya çalışırken yanı başımızdaki muhtaçlara ulaşmaya bir türlü sıra gelmiyor. Kendisiyle böylesine meşgul hayatların sonucu ise huzursuzluk ve sebepsiz depresyonlar. Daha da kötüsü kulun Allah’tan uzaklaşması.Peygamber Efendimiz, (sas) “Cömert, Allah’a, cennete, insanlara yakın, ateşten uzaktır; cimri ise Allah’tan, cennetten ve insanlardan uzak, ateşe yakındır. Muhakkak cömert bir cahil, Allah Teâlâ’ya cimri bir âbidden daha sevimlidir.” sözleriyle Rabb’ine yakın olmak isteyenin cimrilikten sakınması gerektiğini buyuruyor. Ümmetine karşı diğer uyarısında ise “Cimrilikten sakının çünkü cimrilik, sizden öncekileri helâk etmiştir. Onları aralarında kan dökmeye ve dokunulmazlıklarını çiğnemeye sürüklemiştir.” buyuruyor. Ölümden sonra üç şey hariç amel defterinin kapanacağını anlatırken de bunlardan birisinin sadaka-i cariye olduğundan söz ediyor.İlahiyatçı Prof. Dr. Saffet Sancaklı, İslam’ın kolektif yaşanılan bir din olduğuna vurgu yapıyor. Konuyla ilgili yazdığı bir makalede Peyegamberimiz Hz. Muhammed’in (sas); fedakar, cömert, başkalarını kendine tercih eden bir toplum oluşturmayı amaçladığını anlatıyor. O’nun hedefi iyi huylarla bezenmiş, kötü huylardan arınmış erdemli bir birey modelini yani insan-ı kâmil örneğini oluşturmaktı. Buna göre başkasını düşünmeyen, bencilce bir hayatın da dinde yeri yok. Prof. Dr. Sancaklı, Kur’an beyanlarına göre diğerkâmlığı geliştirmenin, nefsi bencillikten korumakla mümkün olduğunu anlatıyor. Bunun için de kişinin bütün içtenliğiyle Allah’ın koyduğu evrensel ahlâk ilkelerine bağlanması, sahip olduğu kıymetleri başkalarıyla paylaşmayı nefsine benimsetmesi gerekiyor. Sancaklı, “Kur’an, bencil tutum ve davranışların kontrol altına alınması için insanın Allah ile olan ahlâklı ilişkisini sürdürmesini O’nun koyduğu değerleri benimsemesini önerir.” diyor. Saffet Sancaklı, Allah’ın verdiği nimetleri kullarla paylaşmada ‘isar’ kavramına dikkat çekiyor ve şu şekilde açıklıyor: “Bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakarlıkta bulunması...” İsarın zıttı olan bencilliği ise insanın yalnız kendiyle ilgilenmesi olarak tanımlıyor. Bencillik kişiyi sadece menfaatçiliğe sürüklemekle kalmıyor, Allah’ın sevgisinden de uzaklaştırıyor. Çünkü Peygamber Efendimiz (sas), “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” buyuruyor. Kişinin kendini başkalarının yerine koymasının bu çabada yararlı olacağını hatırlatan Saffet Sancaklı, empatiyi isarın bir önceki aşaması olarak tanımlıyor. Bütün bu kazanımlar ise insanı hem Allah katında sevgili kılar hem de dünya hayatını kolaylaştırır. Bu müjdeyi de yine Peygamberimiz’in (sas) şu sözlerinden öğreniyoruz: “Kim bir mü’minin dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan birine kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki ayıplarını örter. Mü’min kul, din kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da o kulun yardımındadır.”‘Önce sen varsın’ dayatması başkalarını unutturuyorDinde övülen cömertlik ve isar, modern dünyanın da keşfettiği değerlerden. Şimdiye kadar hayatın her alanında ‘benmerkezci’ bir yaklaşımı benimseyen ve insanlara bu şekilde yaşamayı dayatan Batılı kaynaklar da diğerkâmlığa işaret ediyor. Rekabet ortamında sürekli kendi menfaati için çabalayan, başkalarının iyiliğini görmezden gelen, bunu yaparken de ruhsal bunalımdan çıkamayan insanlar arttıkça işlerin kötüye gittiğini keşfeden uzmanlar artık egoistliği değil, diğerkâmlığı tavsiye ediyor. Üstelik bunu sadece maddi yardım değil, herhangi bir konuda başkasına destek vermek şeklinde açıklıyor. Yani insanın elindeki maddi manevi bütün kazanımları bir başkasıyla paylaşması. Bu kapsamda yapılan araştırmalar da aynı sonucu veriyor. Nitekim Wisconsin-Madison Üniversitesi’nin ünlü haber sitesi Huffingtonpost’ta çıkan makaye göre iş hayatında birbirine yardım edenler diğerlerinden daha mutlu oluyor.Öte yandan birçokları bencilliği ve cimriliği bir karakter olarak düşünüp kaçınılmaz görüyor. Oysa bencillik hem ilahiyatçıların hem de psikologların bahsettiği üzere kader değil. Bu durumda şu güne kadar bencilce bir hayat sürdüğünü düşünen kişi için atılması gereken ilk adım bu ruh halinden kurtulmak. Psikolog Farika Teymur Artır, iç uyaranların yaratılıştan gelen bir özellik olduğuna dikkat çekiyor. İç uyaranlar ise kişiye bir başkasının derdini anlayabilme imkanı tanıyor. Durumu algıladığında ise kendi iç dünyamızdan gelen uyarılarla çözüm üretmeye çalışıyoruz. İşte bu içe dönebilme kapasitesini geliştirmek gerektiğini söyleyen Artır, “Bize yaratılışta verilen özelliğimizi ne kadar iyi kullanabilirsek başkalarının dertleriyle o kadar dertleniyoruz.” diyor. Dikkat çektiği diğer nokta ise bir başkasının yardımına koşmak kişinin kendisindeki bu hasletleri daha da çok besliyor. Çünkü kişi yardım ettikçe kendini daha iyi hissediyor. Yardımdan kastın illa maddi bir değeri olmadığını da eklemek gerek. Zira zorda kalmış birine herhangi bir şekilde kendini iyi hissettirmek kişinin içe dönük özelliğinin bir sonucu. Benmerkezli insan tipinden de bahseden Farika Artır, “Benmerkezcilikten çıkıp sosyal birey olmak gelişmişliğin bir parçası. Psikolojinin sağlıklı olması için bu iki yönün de gelişmesi gerek.” diyor. Çünkü ihtiyaçlarla dolu günlük hayatta her ne kadar kendimizi mutlu etmenin yeterli geldiğini zannetsek de asıl mutluluk başkalarının da yanında olmaktan geçiyor. Artır, insanın kendi ihtiyaçlarını karşılamak isteyeceğini ve buna ihtiyacı olduğunu hatırlatıyor. Ancak aynı zamanda sosyal normlara da uyulması gerektiğini anlatıyor. Bu hem ahlâklı bir hayat hem de sağlıklı bir ruh hali için kişinin ihtiyacı. Öte yandan toplum kişilere bunu tek taraflı dayatıyor. Ve günümüz insanını ‘önce sen varsın’ psikolojisine sokuyor. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamazsan başkalarınınkini de karşılayamazsın görüşünün hakim olduğunu ekleyen Artır, “Hep ‘önce ben’ diyemeyiz. Çünkü kişisel ihtiyaçlar göreceli ve sonu gelmeyebiliyor.” diyor.Kişi bencil olduğunu fark edebilir mi?Farika Teymur, bu soruya evet cevabını verip, kişinin kendisini düzeltebileceğini söylüyor. Mesela mutsuz olduğu bir anda kendini okuyarak bir farkındalık meydana getirebilir. Sadece kendi için yaşadığını gören kişi bunun mutsuzluk kaynağı olduğunu keşfedebilir. Artır bu konuda, “Her şey değiştirilebilir, yeter ki farkına varılsın.” diyor. Ona göre bencilce davranmanın sebeplerinden biri de çevresindeki aşırı stres. Maddiyat düşkünlüğünün bir sebebi de ulaşılması gereken çok şey olması. Herkesin kendi hayatına baktığında sıraladığı ihtiyaç listesinden bu çok daha kolay anlaşılacaktır elbet. İşte bu noktada dinimizin bize azla yetinmeyi öğrettiğini hatırlatan Artır, “Din aynı zamanda insan ruhuna en iyi gelen şeyi istiyor. Benmerkezcilikten çıkıp bir başkasına el uzatmak insana en iyi gelen davranışlardan.” ifadelerini kullanıyor. Bu hayat tarzını disipline sokmak için ise dernek ve vakıf çalışmalarını takip etmeyi öneriyor.

4 Aralık 2014 Perşembe

İhanet - Monica McCarty (Highland Guard #4)

Kitap Adı: İhanet

Yazar: Monica McCarty

Orijinal Adı: The Viper

Çeviri: Belgin Selen Haktanır

Yayınevi: Koridor Yayınları

 Sayfa Sayısı: 435

Basım: 2014, İstanbul

Seri: Highland Guard #4

Seri Sıramalası

#1 İki Ateş Arasında (The Chief) - Tor MacLeod & Christine  Fraser

 #2 Tutsak (The Hawk) - Erik MacSorley & Elyne de Burgh

#3 Gazap (The Ranger) - Arthur Campbell & Anna MacDougall 

#4 İhanet (The Viper) - Lachlan MacRuairi & BellaMacDuff

#5 The Saint - Magnus MacKay & Helen Sutherland

#6 The Recruit - Kenneth Sutherland & Mary of Mar

#7 The Hunter - Ewen Lamont & Janet of Mar

#7,5 The Knight - James Douglas & Joanna Dicson (Novella)#8 The Raider - Robert Boyd & Rosalin Clifford#9 The Arrow - Gregor Macgregor & Cate of Lochmaben

İskoç Muhafız Alayı ve Uzmanlıkları: Tor “Lider” MacLeod: Ekip lideri ve kılıç ustası.Erik “Şahin” MacSorley: Denizci ve yüzücü.Lachlan “Engerek” MacRuairi: Gizlilik, sızma ve kaçırma.Arthur “Korucu” Campbell: Keşif ve araştırma.Gregor “Okçu” MacGregor: Nişancı ve okçu.Magnus “Aziz” MacKay: Hayatta kalma uzmanı ve demir silah dövmecisi.William “Tapınakçı” Gordon: Simya ve patlayıcılar.Eoin “Vurucu” MacLeon: Korsan ve savaş taktiklerinde strateji uzmanı.Ewen “Avcı” Lamont: İz sürücü ve insan avcısı.Robert “Akıncı” Boyd: Fiziksel güç ve teke tek savaş.Alex “Ejderha” Seton: Hançerler ve yakın dövüş.----------------------"Davranışlarım için asil sebepler uydurmaya çalışma, leydim. Sadece hayal kırıklığına uğrarsın."İskoç Muhafız Alayımızın hikayesi en merak edilen karakterlerden biri olan Lachlan MacRuairi ile devam ediyor. İskoç Muhafız Alayı kurulduğundan beri bağımsızlığı ve asiliğiyle dikkat çeken Lachlan nam-ı diğer Engerek, Robert the Bruce'un emriyle Kontes Bella MacDuff'ı kaçırmak ve Bruce'un taç giyme törenine yetiştirmek zorundadır.İskoç Kralına taç giydirebilme yetkisi MacDuff'lardadır. Ancak Bella'nın zalim bir eşi ve arkada bırakamayacağı bir kızı vardır. Krala ve ülkesine olan bağımlılığı nedeniyle Bella kendini bu büyük tehlikenin içine atar ve Bruce'a taç giydirir. Yıllardır sadece dişi olarak görülen, eşi tarafından türlü eziyetlere maruz kalan, onun şüpheciliği yüzünden acı çeken Bella, kızını geride bırakmak istemese bile Lachlan'ın sözüne güvenerek kızını geride bırakmış olur. Taç giydirme töreninden sonra Bella artık hem eşi, hem İngiliz Kralı tarafından aranan bir kaçağa dönüşmüş ve en sonunda yakalanmıştır. Lachlan ise onu kurtarmak için her şeyi yapacaktır. Kimsenin güvenmediği, bağlılığı olmayan, korsan ve hain olarak bilinen bir adamı böyle yapan nedenleri öğrenmeye, bilinenin altında başka bir adamla tanışmaya; sadece çekici bir tatmin aracı, soğuk, etkisiz eleman bir kadının tarihin seyrini nasıl değiştirdiğini görmeye hazır mısınız?---Bella: Topraklar kız kardeşine geçmiş olabilir, ama hala klan lideri olabilirdin. Neden klanına sırtını döndün?Lachlan: Konteslere eşlik etmek daha keyifli bir iş.---Monica'nın bu serisine hayranım. Gerçeklik temelli, derin anlatımlı, etkileyici bir hikayeyle yine baş başa bırakmış bizi yazar. Muhafız Alayımızın kalplerinin mühürlerinin sökülmesi bir yana, İskoçların bağımsızlık mücadelesinin de bambaşka bir seyir aldığı bir kitap bu. Lachlan'ı tanımak hem çok acılı, hem de çok güzeldi. Bella da tarihin ona biçtiği role karşı gelen etkileyici bir karakterdi. Muhafız Alayımızın diğer üyelerini de görmeye devam ettik tabi ki. Kitabın ilk yarısında mağarada Lachlan, MacKay, Gordon arasında öyle bir konuşma geçti ki Gordon ve MacKay'in kitaplarını merakla bekliyorum. Özellikle İhanet'ten sonra gelecek olan MacKay'in kitabı The Saint'te bu düğüm çözülecek. Heyecan!---Bu konuşma ufacık spoiler içeriyor olabilir----Ona nasıl baktığını gördüm. İyi bir kadın. Evli ve iyi bir kadın ve sen ardında salyalarını akıtmazsan bile yapacağı şey yüzünden başı yeteri kadar derde girecek.-Onu istiyor olsaydım, bir evlilik sözleşmesinin beni engelleyeceğini de nereden çıkarıyorsun?-MacLeod haklı. Sen bir yılan kadar namussuzsun.-Olabilir, ama en azından en yakın arkadaşımın nişanlısını istemiyorum.----Monica McCarty'nin kalemine yeniden tutsak olduğum, hayran kaldığım bir kitap oldu. Sevgiler. :*PUANIM: ♥♥♥♥♥Hayalgücü fazla çalışan okuyucunun ufak notu: Karakteri yine Midnight Breed serisinden biriyle özdeşleştirdim kafamda o.O Sarışın baş belası Tegan'la *-* Evet, fazla uçuyorum, ama çok benziyorlar o.O

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

29 Kasım 2014 Cumartesi

Klan Liderleriyle Geleneksel İskoç Sofrasına Oturuyoruz!

Proje turlarının en sevdiğimiz yanı! Bolca beyin fırtınası, komik sohbetler ve hamarat çalışmalar sonrası ortaya çıkan şeyden aldığımız keyif! :3

İskoç romanlarına ve Monica McCarty'e, ıı.. şeyy.. bir de karakterlere bayılırken, tüm Muhafız Alayını özel bir sofrada bir araya getirelim dedik. Hem belki az biraz Robert the Bruce dedikodusu yaparız, İngiltere'yi çekiştiririz ^^

Madem konuk olan biziz, oturduğumuz sofrayı, şartları bir anlatıverelim.

İskoç beslenme düzeni genellikle protein ağırlıklı yiyecekler üzerine kuruludur. İskoçların bu kadar yapılı ve güçlü olmalarının bir nedeni de bu aslında.

 Bu yiyeceklerden başlıcası ettir. Ancak kırmızı et genellikle yazın tüketilmez, kış için kurutulur ve tuzlanırdı. Çünkü yazın daha çok balıkçılık ve avcılık yapılır, adada yaşamanın nimetlerinden sonuna kadar faydalanılırdı. Ancak kış ayları çok çetin ve balıkçılığa imkan vermeyecek şekilde geçtiğinden kırmızı eti kışa saklamak en mantıklı olandı.  

Tarım neredeyse yoktu! Çok fazla ot ve sebze yetiştiriciliği olmadığından imkan oldukça soğan, şalgam yenir ve ısırgan gibi bazı yabani otlar tüketilirdi.

 Çiğ süt ise onlar için çok önemlidir. Yaz aylarında çiğ süt tüketen İskoçlar sütün fazlasını kış ayları için peynire ve tereyağına dönüştürürdü.

Gelelim mis kokulu ekmeğe!

Tarifi ve izlenimleri bir tur böyle geçti yazısında anlatacağım ^^

Ada koşulları sadece yulaf ve arpaya izin veriyordu. 

Bunlar da genelde ekmek ve bazen yulaf lapası olarak tüketiliyordu. 

Bu nedenle dönemin şartlarına en azından görsel olarak uygun Söke Un'un Akdeniz ekmeğini seçtim. Koyu renkli, içinde bolca baharat ve diğer malzemelerden bulunan mis kokulu bir ekmek çıktı ortaya. Sadece kokusu  bile yetti bize resmen *_*  Bir ekmeğin bu kadar lezzetli olması haksızlık -_-

Heyecanla, belki bazen hevesle okuduğumuz dönemlerin zorluğunu kavramak açısından çok hoş bir çalışma oldu. Tor'un kaledeki yemek yenilen mekanı geldi aklıma hazırlarken ve yerken. Kendimi orada oturup, klanla birlikte yiyormuş gibi hissettim ^_^

Çok hoş düşünceler bunlar. 

Ayrıntılar Bir Tur Böyle Geçti yazısında olacak!

Sevgiler :*

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

28 Kasım 2014 Cuma

Serinin Dayandığı Tarihi Gerçeklik: İngiliz - İskoç Savaşı

Stirling Savaşı

--------

Monica McCarty'nin Highland Guard serisinde sevdiğim şeylerden biri kitabın tarihi bazı olaylar üzerine inşa edilmiş olması. Dönemin gerçeklerini temel alarak, bazı uyarlamalar, değişiklikler ve bolca kurguyla harmanlanmış bu seri gerçekten keyifli ve etkileyici.  

Hal böyle olunca ben de size serinin dayandığı dönemden bahsetmek isterim. 

William Wallace

1300'lü yıllara dönelim beraber. William Wallace, İskoçya'nın bağımsızlık mücadelesinin bir nevi simgesi olmuş bir isim. 

İskoç kralı III. Alexander ölünce önce 4 yaşındaki torunu Margaret tahta geçirilir, kısa süre içerisinde o da ölünce İngiltere Kralı “Uzun Bacaklı” Edward tahtta hakkı olan John Baliol ve Robert Bruce arasından John'u kral seçer ama John İngiltere'ye vergi vermeyince Dunbar savaşıyla tahttan indirilir.  

William Wallace ise bilinenin aksine soyludur. Edward, Dunbar savaşından sonra tüm soylulara kendisine bağlılık yemini ettirdiğinde bir tek onun bağlılık yemini etmediği rivayet edilir.Wallace İngilizleri ailesinin öldürülmesinden sorumlu oldukları için asla affetmez. İsyan eder. İsyan İskoçya genelinde destek görür ve Stirling savaşının da kazanılmasıyla ulusal kahraman kabul edilir. Ülkeye hükmetmeye başlamıştır. Ama klanlar sürekli mücadele içindedirler ve Wallace'ın güçlenmesi işlerine gelmediği için Falkirk Savaşı'nda Wallace'a ihanet ederler, savaşmadan geri çekilirler. Wallace kurtulunca tekrar tuzağa düşürüp İngiltere'ye teslim ederler. İngiltere'de asılan Wallace'ın vücudu parçalanarak bir nevi ihtar olarak ülkenin çeşitli yerlerine gönderilir. Ama bu halkın tekrar ayaklanmasına neden olur. William Wallace'ın son sözleri "Özgür İskoçya!"dır.

Robert the Bruce

Tahtın diğer varisi ve Wallace'ın son sözlerini  gerçekleştirecek olan Robert the Bruce'a gelelim. Wallace ölünce, bağımsızlık mücadelesi artık ona kalmıştır. İşte Highland Guard serisi de tam bu zamanda başlıyor. Seriye göre Bruce, Wallace'ın başına gelenlerin onun da başına gelmesinden, savaş alanında ihanete uğrayıp askerlerinin geri çekilmesinden korkuyor ve kendine özel bir Muhafız Alayı kuruyor. Muhafız Alayı'nın üyelerinin hikayelerini Monica McCarty'nin bu serisinde -her bir savaşçı için bir kitap olmak üzere- okuyabiliriz ^^

Aslında bu hikayeyi bir yerden tanıyorsunuz. Mel Gibson'ın Cesur Yürek (Braveheart) filmini bilirsiniz. Dünyaca ünlü film, bu olayı konu alır. William Wallace'ı Mel Gibson canlandırmıştır. Filmin tarihi olaylarla birçok uyuşmazlığı vardır, aynı şekilde serinin de büyük bir kısmının kurgu olması gibi.

Bu denli ilgi çekici bir dönemi bir Tarihi Aşk serisi olarak okumanın keyfi ise bambaşka :)

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Nasıl tefekkür edilir?

Gökyüzüne bakıp, yıldızların, Ay’ın güzelliğiyle mest olunca, denizin sesiyle ruhumuzu dinlendirince tefekkür ettiğimizi düşünüyor fakat yanılıyoruz. Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her şeyi tefekkür etmek lazım ama nasıl?Tefekkür, Arapçada ‘fkr’ mastarından türeyen bir kelime. Derin düşünme, işin şuuruna varma, zihni yorma manalarına geliyor. Zıddı ise, fikirsizlik ve düşüncesizlik demek. Mısırlı alim Ragıb el-İsfehanî’ye göre; bilinenden ilme varma kuvvetine fikr, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür deniyor. İslam düşüncesinde tefekkür, zihni bir süreç olarak insanın nasıl bildiğini temellendirmeye yönelik olarak düşünülüyor. Tasavvufta ise iki türlü tefekkürden söz ediliyor. Biri iman ve tasdikten doğan istidlal sahiplerinin tefekkürü, diğeri ise Hakk’ı Hakk vasıtasıyla gören ashab-ı şuhuda mahsus tefekkür. Seyr ü sülûk ehlinin makam ve menzilleri arasında önemli bir yere sahip olan tefekkürü mutasavvıflar, kalbin amellerinden biri olarak, aklın kalbe olan ilişkisiyle gözün can ile olan ilişkisi gibi olduğunu söyler. Ebu İsmail Abdullah Muhammed Ensarî, “Bil ki tefekkür, istenileni idrak etmek için basirete dokunulmasıdır.” der. Dolayısıyla tefekkür en değerli ibadet ve Cenab-ı Hakk’a yaklaştırıcı bir vasıta olarak kabul edilir.Çoğu insanın tefekkür denilince aklına, “Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.” hadis-i şerifi gelir. ‘Ne kârlı bir ibadet’ düşüncesiyle, sadece gökyüzüne bakıp, yıldızları, denizi, ağaçları seyrederek tefekkür etmeye koyulur. Ancak durum bilinen şeklinden çok farklı. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kadir Paksoy, hadis kriterleri açısından bu hadisin zayıf olduğuna dair bilgiler olduğunu söylüyor. Bir kısım alimler bu hadisi sahih kabul ederken, önemli bir kısmı zayıf olarak görüyor. Bazı kaynaklarda ise, ‘Tefekkür bir gece boyunca namaz kılmaktan daha hayırlıdır.’ şeklinde geçiyor ama bu da zayıf. Paksoy’a göre bu hadislerin zayıflığı, tefekkürün dinimizde ve Hak katında ne derece kıymetli olduğu gerçeğini değiştirmiyor.‘Düşünmeyen kişilere yazıklar olsun’Kur’ân-ı Kerim’de, hadisteki mânâyı ifade eden evrenin yaratılışı, kâinatta oluşturulan sistem ve sistemin işleyiş mükemmelliğine vurgu ile Cenab-ı Hakk’ın kudretine dikkat çekilerek birçok tefekkür ayeti dikkat çekiyor. Nebiler Serveri’ne en çok etki eden ayetlerden birinin de tefekkür ayetlerinden biri olduğu söylenir. Ümmü Seleme (ra) ve başka bir rivayette ise Âişe Validemiz r.anha, bu âyet nazil olduğu zaman veya bu âyeti okurken Efendimiz’in ağladığını nakleder. Bir gün sabah ezanı için gelen Hz. Bilal (ra), “Ya Rasulallah (sas)! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir?” diye sorar. Efendimiz, “Bu gece Yüce Allah bir ayet indirdi. Beni bu ayet ağlatmaktadır.” dedi ve ayeti okudu: ‘Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri arkasına gelişinde aklı başında olan kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.’ (Âl-i İmran, 190.) Bir sonraki ayet, ‘Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (tefekkür ederler) ve Rabb’imiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz (derler).’ (Âl-i İmrân, 191.) Ondan sonra Rasulüllah (sas) “Bu ayeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.” der.Yaratılış gayesini anlamanın anahtarıTefekkür, imanda büyük bir inkişafa vesile olduğu için çok ehemmiyetli. Zira tahkiki imana giden yolun ve yaradılış gayemizi anlamanın tefekkürden geçtiğini belirtiyor Kadir Paksoy. Allah’ın azametini tefekkür eden insan, O’nun büyüklüğü karşısında gafletten kurtulur, imanı kuvvetlenir. Acz, fakr ve kusurlarını anlar, Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala, kudret-i Rabbaniye’nin mucizatını göstererek, insanların bunları düşünerek ibret almalarını beyan buyurur. Âlemin düzenliliğini, yaratılış gayesini, verilen nimet ve güzellikleri, dünyanın geçiciliğini, süt veren hayvanlardaki icazı, gece ve gündüzün dönüşümünü düşünen insan, Allah Teala’nın sonsuz ihsanlarıyla kullarını nasıl donattığı karşısında, O’nun büyüklüğünü idrak eder. İnsan, bir saat sağlam tefekkür ederse, o insanda erkân-ı imaniye (iman esasları) inkişaf eder. Daha sonra o insan, Allah’ı sever ve kalbinde derin bir muhabbet-i ilâhî belirir, derken zevk-i ruhanîye ulaşır ve ötelere doğru kanatlanır gibi olur. İşte böyle bir tefekkürle bazen insan, bin sene ibadet yapan ancak bu türlü bir tefekkürden mahrum kimselerin varabildiği ufka varır. İşte bu manadaki tefekkür, bin sene ibadete mukabil olur.Gökyüzüne bakmak, deniz kenarında oturmak tefekkür mü?Tefekkürün usulü nedir? Neler yapınca tefekkür edilmiş olur? sorularının cevabı gayet açık. Tefekkür etmek için evvela icmâlî bir malumatın olması şartından bahsediyor alimler. Doç. Dr. Kadir Paksoy, tefekkürden maksadın, insanlığın hal-i hazırda ulaştığı ilim seviyesi itibarıyla, bu ilk bilgi sayesinde yeni terkipler, yeni tahliller yapıp, onlar üzerinde derinleşip ve daha değişik hükümlere varması olduğunu söylüyor. Bu sebeple, tefekkürün yüzeysel değil, derinlemesine yapılması gerektiği üzerinde duruyor: “Mesela bir ağacın meyvesine bakarken onun sadece bir meyve ya da gıda olduğunu düşünmek tefekkür değil. Onun Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarını hem nazarlarımıza hem dil zevkimize hem de enzarımıza arz ettiğini görerek topraktan ve kuru odundan ne derece nimetler sunduğunu görmek tefekkürdür. O sebeple ayetleri kelamî kaynakları okuyarak derinlemesine bilgiye sahip olabiliriz.” İnsan tefekkür sonucu vardığı hükümlerle, ileride varacağı daha başka hükümler için mukaddime yaparak, bundan yeni yeni neticeler çıkarıp, tefekküründe derinleşmesi, tek buudlu tefekkürünü çok buudlu yapmasıyla muzaaf tefekküre ulaşabilir. Bütün bunlar, ilk etapta malumat sahibi olmaya vâbeste. Malumatsız insanın tefekkür etmesi de mümkün değil. Bunun için bol bol kitap okumak ve araştırmak gerekir ki, daha sonra tefekkür yolu ve usûlünü öğrenip, son olarak şeriat-ı fıtriye ve âyât-ı tekviniye mütalaa edilebilsin, sabit ve sağlam düşünebilme imkânı doğsun. Bu sebeple insanın evvelâ tefekkür edecek mevzuyu bilmesi, yani ayların ve yıldızların dönüşünü, onların insanla münasebetini, insanı teşkil eden zerrelerin deveran ve cereyanını bilmesi tefekkür adına önemli bir adım.Zikirler tefekkür yerine geçiyor mu?Yaratılan her şeyi düşünüp tefekkür etmenin dışında, birtakım ayet, zikir ve dualarla da tefekkür edilebileceği söyleniyor. Bu duruma da kaynaklarda açıklık getiriliyor. Belli vird ve zikirler de, insanın tefekkürünü geliştiriyor. Ancak tefekküre sevk eden ayetler, zikirler ve sessizce yapılan duaların manası anlaşılmıyorsa, okunmaları sevap olur ama tefekkür olmaz. Zira tefekkür, fikretmekten geliyor. Dünkü vakalarla yeni vakaları bir araya getirme, terkipler yapma ve çok defa bir şeyin sebebi ile neticesi arasında münasebet kurmaktır. Allah ile münasebetlerimizi perçinleştirme ise bunun en önemli semeresi. Buna götürmeyen, evrad ü ezkâr da olsa, Kur’ân-ı Kerim de olsa, hatta o Kur’ân’ı bizzat Cibril’in ağzından da dinlesek sevap olur fakat tefekkür olmaz. Tefekkür olabilmesi zihni yormaya, üzerinde durmaya, ciddi araştırmaya, Rabb’imizle münasebetimizi derinleştirmeye ve kuvvetlendirmeye bağlı.Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün, Zat’ı hakkında değilTefekkür, afaki ve enfüsi olmak üzere iki şekilde ele alınıyor. Doç. Dr. Kadir Paksoy, bu çeşitlere değiniyor. Enfüsi tefekkür aklımızın alabildiği, somut ve ispatı mümkün varlıklar üzerinden yapılırken, afaki tefekkür Allah’ın varlığı gibi soyut, insanın ihata edemediği konuları tefekkür etmeye çalışmak oluyor. Paksoy, bu sebeple enfüsi tefekkürde kendi yaratılışımızı anlamak adına derinleşebildiğimiz kadar derinleşip, afaki tefekkürde kendimizi kaptırmadan, afakta boğulmadan ilerlememiz gerektiğinin alimler tarafından tavsiye edildiğini hatırlatıyor. Bunun yanı sıra hadis-i şeriflerde tefekkür kavramının fazileti yanında tefekkür ameliyesinin de bir sınırının olduğu ve bu sınırların nerelere kadar uzandığı da anlatılıyor. Bu sınır Cenab-ı Hakk’ın zatına kadardır. Zira Efendimiz (sas) “Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün. Allah’ın zatını düşünmeyin. Allah’ın zatı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz.” buyuruyor.Huzur, tahkikî iman kuvveti ve imanî tefekkürle kazanılırBediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’un dört esas üzerine bina edildiğini belirtir. Bunları acz, fakr, şefkat ve tefekkür olarak sıralar. Dördüncü esas, yani tefekkür, Risale-i Nur’un en önemli esası olarak karşımıza çıkıyor. Üstad Hazretleri’nin gözünde, bütün varlık âlemi bir tefekkür levhasıdır. Şuur sahibi varlıkların yaratılışından maksat da, tefekkür vazifesinin yerine getirilmesidir. Âlemi iki daire ve iki levha şeklinde mütalâa eden Bediüzzaman, bunları şu şekilde sıralar: “Biri, gayet muhteşem, muntazam bir daire-i rububiyet ve gayet musannâ, murassâ bir levha-i san’at. Diğeri, gayet münevver, müzehher bir daire-i ubudi­yet ve gayet vâsi, câmi bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman.” Bir başka yerde ise, huzurun tahkikî iman kuvvetiyle ve marifetullahı netice veren masnuattaki imanî tefekkürle kazanılacağını belirtir.