31 Mayıs 2014 Cumartesi

Doctor Who & Sherlock ve Birçok Fandom Ürünlerini Bulabileceğiniz Bir Mekan

Bir Tardis Bin Tardis -Doctor Who- yazımdan sonra ürünleri nerelerde bulabileceğinize dair bir çok soru geldi yorum ve mail olarak. Birçok kişi ürünleri yerel veya yabancı internet sitesinden temin ediyor. Bir de bazı mağazalar var. Geçenlerde eminim bir çoğunuzun da bildiği Kadıköy - Köstebek'in önünden geçtim ve neler var bu mağazada, birlikte bir tur atalım istedim :) Ne dersiniz?

Ben daha çok Doctor Who ve Sherlock üzerinden gideceğim ancak resimlerden siz diğer ilginizi çekenleri de görebilirsiniz ^_^

Doctor Who telefon kabı, kumbarası ve metal anahtarlığı. Göz dolduruyor. Benim telefonuma uygun olan versiyonu olsaydı, almayı cidden düşünürdüm. Pandalı anahtarlığımdan memnunum değiştirmeyi düşünmüyorum ^_^

Cüzdan da çok tatlı ^_^

Dikkatle inceleyelim :p

Saatler çok güzel değil mi? *_* Şöyle siyah I am Sherlocked! saati aradı gözlerim :'( 

Hello Sweetie :*

Ve benim en büyük zaaflarımdan biri kupalar *_*

Bir de Tardis kaplı kupa vardı, çekmemişim :'(

Ve gelelim beni can evimden vuran kısma! Tişörtler!!!! *_*

Bayıldım, bayıldım!!! 

Bunların ikisine birden aşık oldum!! Of!! 

En kısa zamanda DW ve SH tişörtü alacağımdır!!!

Not: Bana göre en büyük eksiklik DW veSH defterinin bulunmayışıydı. Özellikle River'ın defteri gibi bir defter gözüm aradı... 

Umarım turdan memnun kalmışsınızdır, görüşlerinizi bekliyorum ^_^

  

30 Mayıs 2014 Cuma

Dindarların çoğu demokrasi ve şeffaflık talebinden uzak

Yeni Asya Gazetesi yazarı, hukuk profesörü Ahmet Battal, Risale-i Nurlara getirilen bandrol yasağının, hukuk dünyasında eşine az rastlanır bir durum olduğunu söylüyor. Bugün toplumsal ve siyasal olarak yaşanan sıkıntıların ise dindarların ortaya çıkardığı siyasal İslamcılık fikrinden kaynaklandığını düşünüyor.Prof. Dr. Ahmet Battal, Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi, aynı zamanda Yeni Asya gazetesi yazarı. Son zamanlarda hem hukukçu hem yazar kimliğiyle yaptığı eleştirilerle gündeme geliyor. Alanlarından biri de fikrî mülkiyet hukuku olan Battal’a Risale-i Nurların neşri için getirilen bandrol yasağını, dindarların siyasetle olan ilişkisini, hukuk ve demokrasi için olmazsa olmaz AB sürecine dair değerlendirmelerini sorduk.Fikrî mülkiyet hukuku, alanlarınızdan biri. Risale-i Nurlara bandrol yasağını nasıl değerlendiriyorsunuz?Bandrol normalde ticarî kaygılarla düşünülmüş bir mesele. Oysa dinî eserlerin tipik özelliği ticarî kaygıdan uzak yazılıyor ve yayınlanıyor olması. Bir dinî eseri ticarî kaygılarla yazan kişinin eserini kimse okumaz, okusa da zaten kimse dinî açıdan yararlanamaz. Dolayısıyla dinî içerik taşıyan eserlerde bandrol taşıma meselesini farklı bir biçimde düşünüp çözmek lazım. Risale-i Nur’a bandrol uygulamasının başka problemleri var.Ne gibi problemler?Sahibi hayattaysa eserin hem maddî hem manevî hakkı sahibine aittir. Başkalarına dilediği gibi yayınlama hakkı verebilir. Vefatından sonra yetmiş yıl süreyle kural olarak kanuni mirasçılarına aittir. Vasiyetname ile mirasçı atanmış ise elbette bu mirasçılarına aittir. Risale-i Nur için Bediüzzaman Hazretleri kanuni mirasçıları olarak, vasiyetname mirasçılarını da bir kenara bırakarak başka bir şey söylüyor. Eserlerinde ısrarla, ‘Risale-i Nur’a sahip çıkmak yönüyle tüm talebelerimin malıdır.’ diyor. Çünkü asıl mesele sahip çıkmak yani yayınlamak ama bilhassa kelleyi koltuğa alarak yayınlamak, riske girerek yayınlamak, ticari bir gelir elde etmek değil. Öncelikli mesele oradaki doğruların, dinî bilgileri, siyasi bilgilerin doğru şekilde aktarılmasını sağlamak.Bugünkü kararın gerekçesi nedir?Görünüşte sadeleştirme uygulamasının da bir sonucu olarak birçok insanın bakanlığa yaptığı başvuru üzerine Bakanlık, ‘Madem önüne gelen herkes eseri basıyor. Bunu engelleyelim, kim hak sahibiyse o bassın, hak sahipliğini ispat edene bandrol verelim, getirmeyene vermeyelim.’ demiş. Bunu derken bakanlık bu hak sahipliğinin nasıl ispat edileceği konusundaki ince ayrıntıyı gözden kaçırmış, öyle anlaşılıyor. Diğer eserler gibi mütalaa etmiş. Kararı böyle verip de bandrol başvurusunu reddettikten sonra iş ayrıntılı hale gelince bakanlık ‘eyvah’ diyor ancak iş işten geçmiş. Anladığım kadarıyla bakanlık da bu işin içinden nasıl çıkacağını bilemiyor. Aslında istemediği bir şey ortaya çıkmış oluyor. 21 yıl önce bu eserlerin yasaklı olmadığını alenen duyuran ve Risale-i Nur külliyatını yasaklı eserler listesinden çıkarıp satın alıp tüm kütüphanelere koyan yani serbestliğin gereğini yapan bakanlık şimdi, birdenbire eserin basımını engelleyen bir noktaya geldi.Niyeti bu değilse, şu an bu sorunu çözmeye çalışıyorlar mı?Bakanlık ne yapacağını pek bilemiyor. Bir organizasyon kurmuyor, kuramıyor. Kurması da pek beklenmez belki. Sivil organizasyonların önüne bir mahkeme kararı getirmesini bekliyor. Mahkeme kararı da öyle kolay değil fakat çok kısa vadede hemen çözülecekmiş gibi görünmüyor maalesef.Risale-i Nur yayıncıları arasında anlaşmazlığa neden olan noktalar neler?Ortak noktaları genel olarak Risale-i Nurların sadeleştirme uygulamasını benimsemiyor olmaları. Sadeleştirme elbette yapılabilir ama yapan kişi kendi adıyla yayınlamalı. Sadeleştirme yapanların, yapması gereken direkt sadeleştirme şeklinde değil de ‘Benim Risale-i Nur’dan anladığım budur.’ diyerek kendi anladıklarını yayınlama biçiminde olması. Genel olarak yayıncıların beklentisi bu. Aslına bakarsanız, eserin aslını korumak için gerekli olduğunu da düşünüyorum.Nurcu cemaatlerin içinde gerçek Nurcu azGeçen haftalarda TRT’nin haber diline yönelik yazınız çok konuşuldu. TRT’nin paralel devlet iddiasını kesin bir dille sunarken, Ergenekon terör örgütünden ‘iddia edilen’ diye bahsettiğini yazdınız. Daha sonra da ‘paralel’ olmakla itham edildiniz.Yeni Asya’da beş senedir yazıyorum. Bu süre içinde okuyucuyu ayırmam gerektiğini gördüm. Gazeteye abone olup düzenli okuyan okuyucu ne demek istediğimizi biliyor. Bu tepkiler genelde internet okuyucularından geliyor. Bunların da bir kısmı sizi, yazdıklarınızı ve gazeteyi bir yere konuşlandırıyor. Sonrasında ya övüyor ya da eleştiriyor. Ben beş senedir hükümeti eleştiren yazılar yazıyorum. Gazetecinin görevi makul bir şekilde eleştirmek olmalı. Ben amatörüm, mesleğim bu değil ama insanları uyarıyorum ve kendimce doğrularımı söylüyorum. ‘İnsanlar ne der?’ endişesinden uzağım. Ben kendimi biliyorum.Bugünlerde hükümeti eleştirenlerin ‘paralel’ ithamı ile karşılaşması adiyattan gibi…Beş sene önce Ergenekon için yazdığım yazılarda da hükümeti eleştirdiğim için Ergenekoncu deniyordu. ‘Kurunun yanında yaşı da yakmamalıyız. Bir terör örgütünün mensubu gibi düşünen insanlar terör örgütü değilse fikirlerinden dolayı yargılanmamalıdır.’ diyordum. Aynı şey bugün için de geçerli. Devlet içinde bir paralel yapı varsa bu paralel yapının mensubu olmayan kişiler paralel yapıdakilerle aynı fikirdeler diye suçlanmamalı. Fikir arkadaşlığı suç arkadaşlığı değildir. Eğer bir paralel yapı varsa, hükümet derhal bunu ortaya çıkarmak için hukuk devletine uygun, şeffaf ve demokratik yöntemlerle hareket etmeli, delilleri savcılara vermeli. İktidar sahiplerinin toptancı tavrını ise herkes eleştirmeli ve fikirlerini net bir şekilde söylemeli. Ama ülkemizde özellikle dindarlar, genelde devleti sevip önemsediği için devleti ve hele dindarların elindeki devleti eleştirmekten, demokrasiyi ve şeffaflığı talep etmekten uzaktır.Bütün dindarlar böyle mi gerçekten?Elbette ki hepsi değil ancak birçoğu devleti önemser. Bediüzzaman, ‘Nurcu ve topuzcu’ diye iki hizmet tarzı ayrımı yapıyor. ‘Nurcu’ dediğimizde nasihatçilik öne çıkıyor. Devletten uzak, gönüllü sivil ve şeffaf hareketler. Bunun zıddı da topuzculuk. Bu da topuzculuk, devlet kudretiyle, yürütme, yargı ve hatta basını da elde ederek insanları güçle bir yere yönlendirmeye çalışmak. Kanun çıkararak günahı yasaklamak gibi. Bizde dindarların büyük ekseriyeti topuzcu ne yazık ki. Hatta Nurcu cemaatlerin içinde de devletten uzak kalmayı başarabilen Nurcu az. ‘Ben Nurcuyum’ diyen cemaatlerin büyük kısmı zihninde büyük bir problem taşıyor. Ankara’da gözlemlediğim kadarıyla böyle ama taşrada aynısı olmayabilir. Ankara’da Nurcu diyebileceğimiz gruplar içinde topuzculuk eğilimi var. Devleti gereğinden fazla önemseme. Devlet zorunu ifade eden hizmet tarzı topuzculukla, nasihati ifade eden Nurculuk arasına kesin bir çizgi koyuyor Bediüzzaman. Diyor ki, ‘Bir adam hem Nurcu hem topuzcu olamaz. Gündüz topuzcu akşam Nurcu oluyorsa bilsin ki gerçek hizmeti akşam hizmetidir, sabahki değildir.’ diyor.Bu durumda dindarlar siyasetle ilgilenmemeli mi?Herkes siyasetle ilgilenmeli. Türkiye’de dindarlar dediğimiz kitle, eğer beş vakit namaz kılanları kasdediyorsak yüzde 15’i 20’yi ifade eder. Bu dindarların siyasette merkezi etki altına alarak yüzde 50’lik bir gücü arkalarına almaları bugünkü problemin ana kaynağıdır. Türkiye’de dindarlar siyasi merkezi, topuzla, güçle, yani bürokraside ve siyasette aktif aktör olarak ya da mevcuda rakip olarak değil, siyasetçiye de nasihat ederek etkilemeliydi.OY VERMEYEN YÜZDE 50 DİNE Mİ YÖNELİYOR?İktidardaki partiye oy vermiş olan kitlelerin dinle-diyanetle arasının gittikçe daha iyi olduğunu ve özgürlüklerinin geliştiğini varsayalım. Peki ya iktidardaki partiye oy vermemiş olan diğer yüzde 50’lik kitle ne durumda? Onların dinle arası acaba iyi mi, iyiye mi gidiyor yoksa kötüye mi? Bugünkü iktidarın din adına icraatları bu kötüye gidişe etki yapmıyor mu? Yapıyorsa bu hem din hem de dinî hamiyet duygusuna sahip herkes için ciddi sıkıntıdır.HEM CUMHURİYETÇİ HEM PADİŞAHÇI OLUNMAZToplumsal genetiğimiz maalesef hâlâ padişahçı. Ben padişahçı değilim, her anlamda cumhuriyetçiyim. Cumhuriyet’in demokratik olmasından yanayım. Bir insanın hem cumhuriyetçi hem padişahçı olması mümkün değil. Padişahları zihinlerde bitiremedik. Bir padişahı çöpe attık, onun yerine bürokrattan oluşan binlerce padişahı yerine koyduk. Ceberut devlet anlayışını temsil ettiler. Biz o ceberut devlet anlayışını evirmeye, hizmetkâr devlete dönüştürmeye çalıştık, başaramadık. Çünkü her seferinde darbelerle, ihtilallerle engellendi, mesafe alamadık. AB SÜRECİNDEN VAZGEÇİLMEMESİ GEREKİRAvrupa Birliği, vazgeçilmemesi gereken bir süreç. Bizi ıslah ediyor bu süreç. Bu birliğe girdiğimizde bizim onlardan iktisadi olarak alacağımızdan daha fazlasını Avrupa ve dünya bizden alacak. Biz AB’ ye bir şeyler almak için değil, aslında bir şey vermek için giriyor olmalıyız. Doğru dini, doğru İslamiyet’i göstermek için girmeliyiz. Bugün doğru İslamiyet demek demokrasiyle bir arada yaşayabilen İslamiyet demektir ve bunu gösterebilecek ilk ve tek ülke de Türkiye gibi görünüyor. İslamın Batı karşısındaki en önemli engeli İslam dünyasının içinde bulunduğu derbeder ve dağınık haldir. İslamın istibdada ve zulme müsait bir din olduğu şeklinde vahim ve yanlış bir algı uyandıran bu halden çıkarsa, AB süreci sayesinde ve bir model ülke olarak önce Türkiye çıkar, Avrupa Birliği’ne girmeyi hak ederek, hakiki hürriyetle İslamiyet’in bir arada olabileceğini gösterir ve böylece İslam’ın da önünü açar. Değişim bu sebeple gerekli ve ben ümitliyim.

29 Mayıs 2014 Perşembe

Carrefour'da Hangi Kitaplar İndirimli? Neler Aldım?

Dün iş çıkışı Carrefour'a uğradım. Kitap reyonuna çekilmeden duramadım tabi ki! :) Baktım, bayağı indirim vardı. Birkaç resim çekip sizle de paylaşmak istedim. 

İlk dikkat çeken çok satanlar kısmı. İsteyen göz gezdirebilsin diye çektim :p

7.90tl'lik kitaplar bu kısım. Koridor Yayınları'nın birçok kitabı vardı bu kısımda.

Kitaplar böyle :) 

Gelelim 6.90tl'liklere.

Bu kısımda daha çok Olimpos, Arunas vardı. Az sayıda da Aspendos... 

Altın Kitaplar da vardı!

Bunlar da 5tl'lik kitaplar.

Klasikler de mevcuttu bu kısımda.

9.90tl'liklere de bakalım mı? ^^

Bakalım, bakalım:)

Ve beni bitiren Sherlock Holmes'ler. ^_^ 3.95tl'likler.

Ama bende seri mevcut olduğu için gerek kalmadı :)

Peki ben neler aldım??

Yedi Gün Yedi Gece historical seçimim oldu. 

"Her Ladyship's Companion'ın duyularla örülmüş dünyasına adım attığınızda, asla çıkmak istemeyeceksiniz!"

Eşsiz bir Güzellik

Bazı fedakarlıklar, diğerlerinden daha zordur. Babasının ölümünden sonra yokluk içinde kalan Rose Marlowe'un ödemesi gerek borçları ve destek olması gereken kendinden küçük bir erkek kardeşi vardır. Fakat aynı zamanda eşsiz de bir güzelliğe sahiptir-bol miktarda paha biçilebilecek bir güzellik...

Artık Rose her ay kendi ülkesinden Londra'da gözden düşmüş bir geneleve giderek orada bir hafta geçirmektedir ve orada çok rağbet gören bir ganimete dönüşmüştür. Zevk sanatında zarif ve başarılı olan Rose, gecelerini sosyete beyefendilerinin fantezilerini yerine getirerek geçirirken, kendi kalbinde gömülü olan arzuları reddetmektedir. 

Derken bir gece, zengin bir tüccar beyefendi kapısından içeri girer. Yakışıklı, nazik ve merhametli bu adamın yalnız olan ruhu kadınınkiyle eşleşmektedir. James Archer, kadının normal müşterilerine benzememektedir. Evli olması bir yana müşteriye aşık olmak olanaksızdır. Fakt Rose kendine hakim olamaz. James'in kollarında bir gece, yediye dönüşür-ve yedi gece de sonsuz birliktelik şansına göz kırpar...

 

Arsen Lupen Herlock Sholmes'a Karşı uzun zamandır merak ettiklerimden. Herlock Sholmes denmesine çok gülmüştüm. :p İki efsane bir arada *_* 

Sonunda kazanan Arsen Lupen olursa yıkarım ortalığı -_-

Arsen Lüpen nüktedanlığı, çekiciliği, kibarlığı ve zekasıyla tam bir beyenfedi... Ancak aynı zamanda dünyadaki en usta hırsız.... Lüpen elinizdeki bu kitapta belki de zekasıyla boy ölçüşebilecek tek adamla karşı karşıya geliyor: İngiliz dedektif Herlock Sholmès'le... Bakalım bu düellodan kim galip çıkacak?

Maurice Leblanc bu eserinde iki ölümsüz kahramanı bir araya getiriyor. 

Sevimli, zeki ve becerikli hırsızımız Arsen Lüpen ünlü İngiliz dedektif Herlock Sholmès'le amansız bir mücadeleye girişiyor. Tabii ki Lüpen'in ezeli düşmanı Ganimard'ı da unutmamak gerek. 

Antika bir çalışma masasının çalınması, o masanın içindeki piyango biletine vuran büyük ikramiye, tarihi değeri olan ve adı cinayete karışan bir elmas… Ganimard tüm bunların Lüpen'in işi olduğundan adı gibi emindir ancak düşündüklerini kanıtlayamaz. Bu olaylardan mağdur olanlar ise Ganimard'ın başaramadığını büyük dedektif Herlock Sholmès'in başaracağından emindirler ve İngiliz'den yardım isterler. 

Böylece iki rakip arasında kimi zaman sert kimi zaman tatlı bir mücadele başlar. Sholmès olağanüstü gözlem yeteneğiyle gizemi aralayabilecek mi? Lüpen kurnazlığıyla diğer rakipleri gibi dedektifi de parmağında oynatabilecek mi? Bu olayların ardından ikili tekrar bir araya gelecek mi? Tüm bu soruların cevabı elinizdeki harika kitapta...

Böyle bir inceleme oldu işte. Yine indirim görürsem paylaşırım:*

27 Mayıs 2014 Salı

TARRYN FISHER'LA RÖPORTAJ

Tarryn Fisher, Love Me With Lies serisinin ilk iki kitabı Fırsatçı ve Tehlikeli Kızıl (okundu, yorum yakında^^) ile  bizi gerçekten değişik karakterlerle ve alışık olmadığımız bir hikayeyle buluşturdu. Bu nedenle kendisine bazı sorular sormak istedim, beni kırmadı. Yeni kitabının yoğun tanıtım sürecinde bana vakit ayırdı. 

Teşekkürler Tarryn ^^ 

Röportaja geçmeden kendisini biraz tanıyalım. 

"Yazar, Love Me With Lies serisini yazmadan önce, yetimleri yakalayan bir köpekle ilgili bir seri yazdı. Bu seri arkadaşları tarafından yazılmış en iyi kitaplar olarak kabul gördü ve Tarryn daha beşinci sınıftayken bir hikaye anlatıcı olmak istediğine karar verdi. Yazar olarak doğduğuna memnun olan Tarryn, ailesi ve lamaları Milton ve Mort ile Washington'da yaşıyor.

1-Bu kitabı nasıl bir ortamda neler hissederek yazdın? Örneğin; nerede yazdın, ne dinledin?Kitaplarımı her daim bir cafe'de yazarım. Yazarken müzik dinlemeden duramam. Genellikle Florence ve the Machine dinlerim. 2- Naif ve iyi huylu bayan karakterlere alışmıştık. Ama şimdi  “Love Me With Lies” serinle, hırslı, istediğini alan, neredeyse kötü karakterlerin de harika olabileceğini öğrendik. Neden böyle bir seri yazdın? İlham kaynağın neydi?İlhamım kendimdim. Olivia'nın düşünceleri ve tepkileri bende de mevcut, ben de o şekilde düşünüyor, o şekilde tepkiler veriyorum genellikle. Ayrıca aynı karakterlerin tekrar ve tekrar önümüze konulmasından sıkılmıştım artık.   3- Hikayeye üç ayrı pencereden bakıyoruz: Olivia, Leah, Caleb. Hangi karakteri yazması daha kolaydı, hangisi daha zordu?  Caleb bakış açısı olarak yazması en kolay karakterdi. Leah kesinlikle ama kesinlikle yazması en zor olandı. Caleb'la daha yakın ve bağlı hissediyorum kendimi. Onun ve benim çok benzer olduğumuzu düşünüyorum.    4- Şu an üzerinde çalıştığın kitap hakkında bizlere biraz ipucu verir misin? Yeni kitabımın ismi "Mud Vein". Love Me With Lies serimden çok farklı bir kitap. Bir kadının geçmişinden biri tarafından kaçırılıp, bir kafese hapsedilmesini anlatıyor.

Burada araya gireyim :) Yazarın yeni kitabını tanıyalım:

Kendini toplumdan soyutlamış (münzevi) romancı Senna Richards, 33. doğum gününe uyandığında, hiçbir şey aynı değildi. Elektrikli tellerle çevrili bir kafeste, karların ortasındaki bir evde kilitliydi, Senna'ya neden kaçırıldığını bulması için ipuçları bırakılmıştı. Eğer yeniden özgür kalmak istiyorsa, geçmişine yakından bir göz atmalıydı. Ama geçmişinde bir kalp kırıklığı vardı. Ve onu kaçıran kişi hiçbir yerde yoktu. Hayatı  pamuk ipliğine bağlıydı ve Senna sonunda fark etti ki bu bir oyundu. Hem de tehlikelisinden. Yalnızca gerçek onu özgür bırakabilirdi. 

 5- Kitaplarının Türkçe edisyonları hakkında ne düşünüyorsun? Sadece senin gönderdiğin Fırsatçı'nın Türkiye kapağını gördüm. Tehlikeli Kızıl'ın kapağını görmeyi de çok isterim. Eminim onun kapağı da çok güzeldir. Kitaplarımın Türkiye'de basılmış olmasından çok gurur duyuyorum.  (Bu kısımdan sonra kendisine iki kapağı da tekrar gönderdim tabi ki:)  6- Türk okuyucularından geri dönüşler alıyor musun? Nasıl bir duygu? Çok heyecan verici bir durum ve harika hissettiriyor. Türkiye'deki insanların Olivia hakkında yazdıklarımı okuyor olmasına gerçekten inanamıyorum!  

Kendisine bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim!Yazara ulaşabileceğiniz sosyal medya adresleri:

Web sitesi: http://www.tarrynfisher.com/

twitter adresi: tarryn__fisher 

Facebook Sayfası

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Sır Muhafızı - Kate Morton

Kitap Adı: Sır Muhafızı

Yazar: Kate Morton

Çeviri: Zeynep Arıkan

Yayınevi: Artemis Yayınları

 Sayfa Sayısı:  591

Basım: Nisan 2014

Hayatta çok daha fazlası vardı ve onu bekliyordu!

Yıl 1961! Laurel hayalperest  bir kız. En büyük hayali oyuncu olmak. Ve aşık olduğu Bill'e evlenip, Londra'ya taşınmak.  

O gün de kalabalıktan uzaklaşmış, Bill'i beklerken hayallere dalmıştı. 

Beklenmedik bir şey oldu Laurel bir cinayete tanık oldu o gün!

Sonrası ise hiçbir şey bir daha aynı olmadı.

Yıl 2011! Laurel ünlü bir oyuncu olmuştu. Ama geçmiş onu bir türlü onu rahat bırakmıyordu. Ve Laurel harekete geçti.

YAŞADIĞINIZ HAYATIN ZATEN YAŞAYACAĞINIZ HAYAT OLDUĞUNA EMİN MİSİNİZ?

Kitap günümüzden geçmişe uzanıyor. Geçmişteki bir sırrın günümüzden hareketle çözüldüğü kitapları seviyorum. Bu tarz yazan yazarlar var ama Kate Morton kendi tarzını oturtmuş bana göre. 

Yazar geçmiş günümüz gidişatını aktarabilmeyi güzelce başarmış, şaşırtıcı ve dolu dolu bir kitap sunmuş. Ayrıca olaylar sadece Laurel üzerinden gitmiyor, bu da bana göre artı bir puan. Çok beğendim. Ancak kitapla ilgili bana göre olumsuz olan şey ise yazarın özellikle ilk bölümlerde fazlaca ayrıntıya girmesi ve kitabın bir türlü akmaması. İlerleyen kısımlarda bu ağır kanlılık ortadan kalkıyor. Keşke baştan itibaren hikayeyi serbest bıraksaymış yazar dedim.  

Bir de itiraf: Ben bir türlü Laurel'e ısınamadım:(

Belki ona da ısınmış olsam, daha da severek okurdum. 

Her şeye rağmen başarılı bir kitap!

PUANIM: ♥♥♥♥

 

24 Mayıs 2014 Cumartesi

OKK 31.Blog Turu: Sır Muhafızı - Kate Morton Tanıtım Ve Çekiliş

Herkese merhaba,

OKK’nin 31. blog turuna hoş geldiniz. Bu turumuzun konuğu Artemis Yayınları’ndan çıkan Kate Morton’ın yazmış olduğu Sır Muhafızı kitabı.

Kitabımızı tanıyalım;

Yaşadığınız hayatın zaten yaşayacağınız hayat olduğuna emin misiniz?

1961: Laurel sıcak bir yaz gününde, çocukken oynadığı ağaç eve saklanmış, Billy adında bir gencin, Londra'ya taşınmanın ve parlak bir geleceğin hayalini kuruyordu. Fakat bu huzurlu gün sona ermeden, Laurel, hayatını değiştirecek bir cinayete tanık olacaktı.

2011: Laurel artık çok sevilen bir oyuncuydu ama geçmişin gölgesinden bir türlü kurtulamıyordu. Tanık olduğu günahları aklından çıkaramadığı için aile evine dönerek geçmişin gizli parçalarını bir araya getirmeye karar verdi.

Bambaşka dünyalardan üç yabancının, Dorothy, Vivien ve Jimmy'nin yolu, savaş dönemi Londra'sında şans eseri kesişecekti.

Konumuzu okuduktan sonra takvimimiz ise şöyle;

23.05.2014

Tanıtım-Çekiliş

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları

Fighting!!

Çekiliş: Fighting!!

24.05.2014

Pudra Tozu-Sır Muhafızı’ndan Alıntılar

Kitap Tutkusu -Kitabımızın Yurtdışı Kapakları

Kütüphanemden Kitap Manzaraları -Kate Morton’ın Ülkemizde Yayınlanan Kitapları

Fighting!!-Önokuma ve Yazar Tanıtımı

25.05.2014

Yorum

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları

Fighting!!

Katkılarından Dolayı Artemis Yayınlarına Teşekkürler^^

23 Mayıs 2014 Cuma

WELCOME BACK!!! Beast Ve Infinite ComeBack Yaptı! *_*

Bir kitabın çıkışına gün saymaktan sonra en  sevdiğim şeylerden biri de sevdiğim grupların comeback'leri için gün saymak. Son bir iki günde 2 grup peş peşe comeback yaptı. Teaser'larıyla umut vaadeden, heveslendiren şarkıları dinlemek neler hissettirdi bakalım.

İlk bahsetmek istediğim grup BEAST! *_* 

Grup Japon comeback'i yaptı. 

Videoyu BURADAN izleyebilirsiniz. Embed kodu yapmaya üşendim :'( 

Tek kelimeyle bayıldım. Müzik, sesler, klip... 

Dinlerken feci bir enerji veriyor.

Şarkıda Hyun Seung ve Doo Joon'un kısımlarının baskınlığı hissediliyor. Maknae Dongwoon'un kısımlarını da çok sevdim. Genel olarak hepsini sevdim tabi ki, bunlar benim için öne çıkanlardı.

Siyah-beyaz klipleri çok severim, kırmızı detaylar da harika.

Danslar klasik Beast. Yer yer senkronize değil. Ancak şu koptukları yer beni bitirdi.

Birlikte kopalım gençler :p Hepsi mıncırılası görünüyor. 

Eklemeden geçemeyeceğim Showtime Burning the Beast şu sıralar izlediğim program. Kesinlikle bayıldım!!! Bölümleri kaç gözle beklediğimi sayamıyorum bile. Programlarla ilgili de yorum yazmak istiyorum :( Ancak daha dizi yorumlarına vakit ayıramıyorken nasıl olacak bilmiyorum. Bir yerlerden başlamak lazım :)

Son olarak beni buraya gömün please *_*  One Better Day'le ama -_-

Niyeti bozmadan sıradakine geçiyorum. 

Infinite en son Request'i çıkarmıştı (yanılmıyorsam), o da zaten Samsung reklamıydı viralinden :) 

Last Romeo ilaç gibi geldi :) 

Şarkıdan önce bu resim çarpmıştı beni. Yelek ve 3 parça takımları çok severim. Takım da yeterli yeri geldiğinde :p  Ancak bu sene Kpop camiası resmen bana çalıştı hepsi yelekli, takımlıydı. *_*

Beyaz melek gibi olmuşlar, dantel detayları bayılmayacak gibi değil. 

Klibi BURADAN izleyebilirsiniz.

Şarkı Infinite'in her zamanki tarzını yansıtıyordu bence, ancak sesler ve görünüşler gerçekten kendilerini geliştirdiklerini belli ediyor. Keşke estetik olmayaydın Dong Woo :'( Çok kendine has biriydin. 

Blog ikizimin de dediği gibi L, Hoya ve maknaem Sung Jong seslerini oldukça geliştirmişler. Sesi güzelleşmesine rağmen L'İn kısmı bana sırıtmış gibi geldi, tamam linç etmeyin :'( 

Klipteki arka planları çok sevdim. Bu siyah ceketli kıyafet de favorilerimdendi. *_* 

Favori arka planım kütüphaneydi ancak mundar ettiler canım kitapları -_- 

Grupta Hoya ve SungJong u çok severim. Hoya'nın mavi saçlarına alışma aşamasındayım :p 

Şarkıyı sevdim! 

--------------------------------

Azıcık nostalji yapalım, son comebackleriyle aklımı alan 2 gruptan da bahsedeyim. 

MBLAQ benim bir numaram!

Broken albümleriyle bir comeback yaptılar aklımı aldılar. Comeblaq'e mi sevineyim, şarkıların güzelliğine mi, 3 parça takıma mı, SeungHo'mun saçlarını kızıl yapmasına mı *_*

Çıkış parçaları Be A Man'di. BURADAN izleyebilirsiniz, izleyin bence! *_* 

Bu klip de siyah beyaz tonlarındaydı. Seungho'nun sesinin inanılmaz ortaya çıktığı ve yakıştığı, bunca zaman haksızlık etmişsiniz bu sese dedirten parça. Öyle yerlere çıkıyor ki sesi, off. Hele G.O'yla karşılıklı söyledikleri kısım tam bir şölen *_*

Ben susamam böyle giderse,  o yüzden bir kaç gif sonra diğer gruba geçeceğim :) 

-Favorim-

Gelelim Super Junior M'e. 

Onlar da SWING'le dönüş yaptılar. 

Çok eğlenceli bir parça, klibine bayıldım. Klasik oda klibi işinden çıkmış gibiydiler. 

Favorim Kyu'dur ama Henry ve Zhoumi'yi de çok severim. Sungmin yine çok şirin :) 

Şarkının tüm eğlencesine rağmen ve çoğu kişinin favorisi SWING olmasına rağmen albümde bir parça var ki, bayıldım! ŞU yazımda da bahsettiğim After A Minute. BURADAN dinleyebilirsiniz... Alıp götürüyor. 

Kyuhyun'un anne bluzuna da değinerek yazımı sonlandırıyorum :D

Saygılar!

İyi olunca 'biz yaptık' kötü olunca 'kader' mi?

Manisa’nın Soma ilçesindeki maden ocağında yaşanan faciada 301 kişi hayatını kaybetti. Facia hakkında ‘kader, takdir-i ilahi, bu işin fıtratında var’ ve ‘ihmaller var, kader denemez’ şeklinde iki farklı yorum yapıldı. Peki, kader kulların sorumluluğunu ortadan kaldırır mı? Suriye’de sahabenin önde gelenlerinden pek çoğunun vefat ettiği bir veba salgını meydana gelir. Hz. Ömer, bu durumu yerinde görmek için Suriye’ye gider. Karantina bölgesine girip girmeme konusunda yanındaki sahabilerle istişare ettikten sonra salgın bölgesine girmeyip geri dönmek ister. Bunun üzerine, Ebu Ubeyde (ra), “Ya Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer de, “Ey Ebu Ubeyde! Keşke bu sözü senden duymasaydım! Evet, Allah’ın kaderinden kaçıp yine O’nun kaderine sığınıyoruz. Farz et ki develerin, bir tarafı otlu diğer tarafı kıraç olan bir vadiye inmiş olsun. Onları otlu yerde de otlatsan, kıraç yerde de otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?” diyerek cevap vermişti. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf da (ra), “Ben Resulullah’ın; ‘Bir yerde veba olduğunu duyarsanız, oraya girmeyin, şayet salgın sizin bulunduğunuz yerde ise oradan çıkmayın.’ buyurduğunu işittim.” der. Sahih-i Müslim’de geçen bu hadise, Hz. Ömer’in menfi olsun müspet olsun insanın bütün yaptıklarında, tedbire riayet etmesinin kader olduğunu vurguluyor. Bu güzel örnekle Hz. Ömer’in kaderi, Allah’ın ilmi olarak kabul ettiği anlaşılıyor.Kaza ve kader meselesi, insanlık tarihi boyunca hep muamma olarak görüldü ve üzerine tartışmalar yapıldı. Geçtiğimiz hafta Manisa’nın Soma ilçesindeki maden ocağı faciasıyla da tekrar gündeme geldi. Bu olayın hemen ardından iki belirgin tavır ortaya çıktı. Bir kesim kazaların hayatın bir parçası olduğunu savunarak ölümlerin kader olduğunu ileri sürdü. Bir başka kesim de kazalar her ne kadar hayatın bir parçası olsa da, yetkililerin hukuki ve insani gerekli önlemleri almayarak insan hayatını tehlikeye soktuğunu ve bu facianın kaderle bağdaştırılmaması gerektiğini savundu. Bu tarz söylemler, insanların zihninde “Kadere iman siyasete malzeme mi yapılıyor? Kader kulların sorumluluğunu ortadan kaldırır mı? İhmaller kaderle açıklanır mı?” şeklindeki soruları da beraberinde getirdi.Kader inancı kadercilikle karıştırılıyorKaderin tayini noktasında İslam âlimlerinin görüşleri farklı. Kimi kaderi tayinde Allah’ın (cc) tek başına hükmü olduğunu ve kulların fiillerini yarattığını, kimi ise Yaratıcı’nın ‘adil’ olma vasfı ve sıfatı nedeniyle, insanın seçimini yapmasıyla bir nevi kendi cüz-i kaderini belirlediğini kabul ediyor. Seçme yetisi, irade ve akıl ile donatılması itibarıyla Allah, seçme sorumluluğunu insana yüklüyor. İnsan cüz-i iradesiyle fillerini belirleyebiliyor. Ancak Soma faciası sonrası yapılan yorumlardan da anlaşılıyor ki kader inancı ile kadercilik karıştırılıyor. İslam dini kaderi bir inanç esası olarak tespit ediyor ancak kaderciliği (kaderde ne varsa o olur, deyip ameli terk etmeyi) yasaklıyor. Nitekim tembellik ve ihmalkârlıklar kadercilik yapmaya yönlendiriyor. İslam düşünce tarihinde zaman zaman bilinçli ya da bilinçsiz ihmalkârlık nedeniyle ortaya çıkan her olayın İlahi bir yazgıymış gibi kabullenilmesi, bu konudaki sorumluluğun üstlenilmemesi İslam ve insanlık adına talihsiz bir durum. Nitekim Fethullah Gülen Hocaefendi, maden faciası sonrası hissiyatında Soma’daki hadisenin ‘kader ve şehitlik’ sözcükleriyle geçiştirilemeyeceğine dikkat çekerek şu andan itibaren mutlaka derin muhasebeler, kuşatıcı değerlendirmeler, geniş projeler ve ileriye dönük tedbirler ortaya koymak gerektiğini ifade ettiğini belirtti. Hocaefendi, İslâm’ın ortaya koyduğu hükümlerin temel gayesinin, zaruriyat-ı hamse dediğimiz ‘din, can, nesil, mal ve aklın korunması’ olduğunu dile getirerek, insan hayatına yönelik her türlü suça, derecesine göre kısas, diyet ve kefaret adları altında farklı cezalar takdir edildiğini söyledi. Soma’daki facianın bazı yönleri itibarıyla İslam hukukundaki ‘tesebbüben katil’ (sebep olmak suretiyle öldürmek) mevzuuna dahil bulunduğunu, halbuki sebeplere riayet etmenin de Allah’a karşı saygının gereği olduğunu ifade eden Hocaefendi, esbabı gözetmemenin ise hem Hakk’a saygısızlık hem de sorumsuzluk sayıldığını dile getirdi. Katlin her türlüsünden tir tir titremek gerektiğini, sorumluların burada olmazsa ötede mutlaka onun cezasını çekeceklerini belirtti.Kaderde irade ve seçme hürriyeti veriliyorKaza ve kader, İslâm inancının temel kavramlarından. İlmi çevrelerde ikisi birlikte tek kavram gibi kullanılsa da, halk arasında kader kavramı daha yaygın. Kaza lügatte; hükmetmek, yapmak, tamamlamak, ölmek, öldürmek, beyan etmek, yerine getirmek, mecbur etmek ve borcunu ödemek gibi çeşitli manalara geliyor. Kader ise ölçü, bir şeyi ölçüye göre tayin ve tespit etmek manalarında kullanılıyor. Bu iki kelimenin kök manalarının dışında kelâm ilmindeki ıstılahi manaları daha farklı. Ehl-i Sünnet kadere imanda insanın irade ve seçme hürriyetini kabul ediyor. Buna göre kulların bütün fiilleri Allah’ın yaratması, iradesi, hükmü, kaza ve kaderiyle oluyor. Fakat bu hususta cebir ve zorlama yok. Çünkü Allah, insana bir irade vermiş ve onu isteklerinde serbest kılmış. İnsan bu ihtiyarını, tercih hakkını isterse iyi yola, isterse kötü yola sevk eder. Cenab-ı Hak da onu yaratır. Buradaki önemli olan husus insana verilen iradeyi nerede nasıl kullandığı. Nitekim Allahu Teala, Nisa Sûresi’nde, “Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.” buyuruyor.İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri el-Fıkhu’l Ekber’de “Kulların bütün fiilleri, Allah’ın meşieti, ilmi, kazası ve kaderiyledir.” diyerek insan fiillerinin kaza-kaderle ilişkili olduğunu ifade ediyor. Levh-i Mahfuz’daki bu yazmayı, ‘hüküm olarak değil vasıf olarak yazma’ şeklinde kayıtlandırıyor.‘Sorumluluk kişiye aittir’Bediüzzaman Said Nursi, Kader Risalesi’nde, kader ile kulun iradesinin, kulun iradi fiillerinde nasıl birleştikleri sorusuna yedi vecihle cevap veriyor. Bu vecihlerden altıncısında, itikadi mezheplerin kulun iradesine bakışını ele alıyor. Buna göre, cüz’i iradenin (kulun iradesinin) özü ‘meyelan’dan ibaret. Yani cüz’i irade, fiillerimiz öncesinde bilincimizde meydana gelen bir ön meyil. Biz bir şeye meylederiz, bizim meylimizin hemen ardından, yani bizim niyet ve yönelişimizden sonra Cenab-ı Hak yöneldiğimiz fiili yaratır. Ancak meyil ve yöneliş bize ait olduğundan sorumluluk da kişiye aittir.Üstad Hazretleri, kader ve cüzi iradenin, iman ve İslamiyet’in son mertebesinde olduğunu açıklayarak şunları söylüyor: “Kader nefsi gururdan, cüzi irade ise sorumsuzluktan kurtarmak içindir, bu sebeple imana dair meseleler arasına girmişlerdir. Yoksa inatçı nefs-i emmarelerin, işledikleri günahların sorumluluğundan kurtulmak için kadere yapışmaları, kendilerine nimet olarak verilen güzelliklerle övünüp gururlanmaları ve bunları iradelerine dayandırmalar, kader sırrına ve cüzi iradenin hikmetine tamamen zıttır. Bunlar ilmi meseleler değildir.”

20 Mayıs 2014 Salı

Kat Martin İle Keyifli Bir Röportaj

Bu resmin bize özel çekildiğini biliyor muydunuz?

Harika bir resim!

Teşekkürler Kat ^^

Kendisini biraz tanıyalım öncelikle. 

Asıl adı Katleen Kelly Martin olan yazarımız 1947, Amerika doğumlu. İhtisasını Antropoloji ve Tarih üzerine yapan yazar, emlak komisyonculuğu bile yapmış :) 

Ardından kendi de bir yazar olan eşiyle tanıştığında yazarlığa adım atmış. 1985 yılından bu yana yazmaktadır. Umarız daha uzun yıllar yazmaya devam eder. ;)

Peki biz Kat Martin'i ülkemizde nasıl tanıdık?

Yazarın ilk olarak Koridor Yayınevi'nden Kara Melek kitabı çıktı. Herhangi bir seriye bağlı değil bu kitap.

Ardından Kat Martin'i Nemesis Kitap'ta gördük. Kolye Üçlemesinin ilk kitabı Gelinin Kolyesi çevrildi Türkçe'ye. İncelemesini Okuyan  Kızlar Kulübü olarak yapmıştık.

Şimdi ise Kalp Üçlemesi ilk kitabı  Kalpten Kalbe bizlerle. En önemli yanı ise dilimize çevrilmiş ilk Viking konulu  historical romance olması...

Yazarla kitapları ve kendisi üzerine keyifli bir söyleşi yaptım. Bakalım neler konuşmuşuz?

Nezaketin için teşekkürler Kat :)

-Seni biraz daha yakından tanımak isteriz. Biraz kendinden bahseder misin?  

Peki, umarım yapabilirim. Eşim Larry ile Montana’da yaşıyoruz, kışları ise California’nın sahillerinde geçiriyoruz. Çocuklarımız büyüyünce ülkenin dört bir yanına dağıldı. Çok sık görüşemiyoruz.  65’ten fazla kitap yazdım, şu an tam sayıyı ben bile hatırlamıyorum. Ayrıca kısa hikayeler de yazdım.  Kalpten Kalbe gibi Historical da yazdım, çağdaş romanslar da. Şu an Against the Wind kitabıyla başlayan Against serim üzerinde çalışıyorum. Türü romantik gerilim. Against the Wild ise the Brodie Brothers set in Alaska serisinin ilk kitabı, 27 Mayısta çıkacak. Tüm zamanım yazmakla geçiyor.

-Bu kitabı nasıl bir ortamda neler hissederek yazdın? Örneğin; nerede yazdın, ne dinledin?

Sessiz bir ortamda yazmayı severim. TV ve müzik olmamalı. Tamamen hikayenin içine girmek isterim. Kitaplarımı hep Montana’daki evimizdeki ofisimde yazdım. Ofisimin penceresinden harika bir dağ manzarası görünüyor.  Geyikler, kartallar, Kanada geyikleri gibi hayvanlar olduğundan, vahşi yaşamı izleyebiliyorum.

-Vikingler bizim için yeni. Kitabın Türkiye’de yayınlanan Viking temalı ilk historical romance. Kalp Üçlemesini (Heart Trilogy) bize nasıl anlatabilirsin?

İlk hikaye biraz alışılmadık. 1800lerin ortasında, Londra’da esir alınmış bir Viking’i anlatıyor. Gerçekte Vikinler bu kadar uzun süre var olmadı. Aslında biraz araştırma yaptım ve onların yaşamış olabileceği gizemli bir ada vardı, belki de bunlar gerçekten olabilirdi. Buradan yola çıkarak yazdım. Üçleme, Viktoria dönemi İngilteresinde geçiyor ve gazetecilik yapan üç genç bayanı konu alıyor. Hepsi birbirinden farklı bayanlar ve hepsinin kendi farklı hikayeleri var.

-Hepsini okuduk: İngiliz aristokratlar, İskoçlar, vs.  Ama Vikingler bizim için ilk. Vikingleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik nedir? Nasıl anlatabilirsin?

   Vikingler gerçekten çok iri adamlar. Ayrıca tam anlamıyla erkeksi ve yabaniler. Dolayısıyla kitabın Viking karakteri Leif’in hikayesi, uzun bir yolculuk sonucu doğduğu Viking topraklarından ayrılmasıyla başlayıp, Londra’da evcilleştirilmeye çalışılmasıyla devam ediyor.     

-Sen iki konuda da (İngiliz aristokratlar, Vikingler) yazdın. Hangisi okuyucular tarafından daha çok seviliyor, sen hangisini tercih ediyorsun?

   Vikingler hakkında tek bir seri yazdım. Onun dışındakiler hep İngiliz Aristokratlar hakkındaydı. Okuyucular soyluluğu seviyor. Senin de haberlerde gördüğün gibi Prens William ve Kate, ve şimdi bebekleri George’a bakarsan; İngiliz Kralları, kraliçeleri ve papazları tarih boyunca insanları bu yönden büyülüyor.

 - Türk okuyucularına ve yayıncına söylemek istediğin bir şey var mı?

 Uzaktaki okuyucularımdan, özellikle farklı kültürlerden okuyucularımdan dönüşler almaktan çok mutlu oluyorum. Kitaplarımın Türkiye’de basılmış olması heyecan verici, umarım okuyucular kitaplarımı okumaktan zevk alır.

 Bitirirken eklemek istediğin bir şey?

 Umarım hepiniz harika bir yaz geçirir, bir sürü harika kitap okursunuz. En iyi dileklerimle.

Benden de Kat'e en iyi dileklerle :) 

  

19 Mayıs 2014 Pazartesi

OKK 30. BLOG TUR: Kalpten Kalbe - Kat Martin

İngiliz Aristokratlar, İskoçlar, acımasız korsanlar... Historical Romance türünde o kadar çok sayıda farklı karakterler okuduk ki! Artık taze kan mı lazım? Peki yepyeni bir ırka hazır mısınız? Vikingler!  Yurtdışında bir çok Viking serisi olmasına rağmen Türkçe'ye ilk kez çevrildi! Vahşi ve savaşçı Vikingler'in dünyasına Okuyan Kızlar Kulübü ile dahil olmaya hazır mısınız?

30. Blog Turumuzda Kat Martin'in Kalpten Kalbe kitabıyla sizlerleyiz.

Bizden ayrılmayın! ;)

 

Kitabımızı tanıyalım

Bir deniz kazasında yaralanınca korsanlar tarafından esir alınan cesur Viking savaşçısı, Londra'ya getirilir. Bir sirkte, kafes içinde kilitli tutularak gezdirilmektedir. Dilini bilmediği bu ülkede, kafesin içinde sadece kendi dilinde konuşarak yardım istese de, hiç kimse onu anlamamaktadır. O güne dek…

Krista Hart, toplumsal sorunlar ya da sosyal adaletsizlikle ilgili yazmaktan çekinmeyen bir gazetecidir. Son zamanlarda şehrinde epey meşhur olmuş sirki görmeye gider ve duyduğu yabancı dildeki sözcükleri anlar. Çünkü o dili bilmektedir. Esir düşen Viking'in yardım çığlığını duyan Krista, onu kurtarmanın bir yolunu bulabilecek midir? Peki ya cesur Viking'in o kafesten çıkması, gerçekten kurtulduğu anlamına gelir mi?

Krista, adlandıramadığı bir çekim hissettiği bu adama yardım edebilmek için ne kadar ileri gidebilir?

Tur Takvimimiz

18 Mayıs 2014

Duyuru – Tanıtım – Çekiliş

Çekiliş için tık tık!!

Facebook çekilişi için tık tık!

19 Mayıs 2014

Kütüphanemden Kitap Manzaraları – Kat Martin ile Röportaj

Pudra Tozu – Tarihi Aşk Kitaplarının Yeni Soluğu Vikingler Hakkında

Kitap Tutkusu – Yeni Trend Viking Kitapları

Fighting!! – Kalp Üçlemesi ( Heart Trilogy) Seri Bilgisi 

20 Mayıs 2014

Yorumlar

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları

Fighting!!

Katkılarından dolayı Nemesis Kitap’a teşekkür ederiz.

16 Mayıs 2014 Cuma

Efendimiz’in hayatı sıradan bir biyografi gibi okunmamalı

Siyer alanında eğitim çalışmaları yapan Muhammed Emin Yıldırım, bu konuda kaleme alınan kitapları tek merkezde toplamak için Siyer Araştırmaları Merkezi’nin kurulmasına öncülük eder. Yıldırım ile siyer, sahabe ve Efendimiz’in (sas) mesajını doğru anlamak üzerine konuştuk.Muhammed Emin Yıldırım, yaklaşık 15 senedir araştırma yaptığı siyer alanında çok ciddi bir müktesebatın olduğunu fark eder. Sahabe-i kiram efendilerimizin İslamî birikimini kendilerinden sonraki nesillere aktarma gayretini şiar edinir. Siyer alanında kaleme alınan kitapların, tedvin edilen eserlerin bir merkezde toplanmasını ve daha düzenli halde insanlara takdim edilmesini ister. Bu maksatla 2010’da Siyer Araştırmaları Merkezi’nin kurulmasına öncülük eder. Merkezde akademik ve halka hitap eden eğitim çalışmaları yapılıyor. Önemli İslam kaynakları tercüme heyetiyle Türkçeye çevriliyor.Siyer Araştırmaları Merkezi’nin kurulmasına neden ihtiyaç duydunuz?Siyer, insanlığın tamamının dertlerine derman olabilecek bir muhtevayı içinde barındırıyor. Kamil biçimde Efendimiz’in (sas) anlaşılması gerektiğini düşünerek çalışma ve okumalarımızı yoğunlaştırdık. Böylece bu müessese kuruldu. Bu, bir ihtiyacın neticesiydi. Siyeri sadece tarih ve megazi kitaplarında değil, İslami ilimlerin tamamında aradık. Kamil bir biçimde Efendimiz’in hayatını ortaya koymak için bütüncül bir okumaya sevk olmamız gerekiyor. Bu yüzden parçacı okuyuştan bütüncül okuyuşa geçmek çok mühim. Çünkü siyer bir insanın hayatı değil, insanlığın tamamının hayatıdır.Siyer genel manada İslam Peygamberi’nin hayat hikâyesi olarak açıklanıyor. Bu doğru bir tabir mi?Peygamberimiz’in hayatının başka bir rehberliği var. O’nun hayatı sıradan bir biyografi gibi okunmaz. Müslümanlar için Peygamber’in hayatından haberdar olmak Allah’ın bir emri. Çünkü Kur’an açık bir ifadeyle O’nu bize ‘üsve-i hasene’ yani en güzel örnek olarak takdim eder.Kur’an ‘üsve-i hasene’ yani en güzel örnek ifadesini sadece Hz. İbrahim ve ailesi, bir de Efendimiz için kullanıyor. Niçin?‘Üsve-i hasene’ diye takdim edilen şeyin, aklınıza gelebilecek her türlü örneğe karşı içinde modeller barındırması gerekir. Çünkü hayatın her anının tartışılmaz örneği demektir. Allah, peygamberlerden bazılarını bazılarına meziyet itibarıyla üstün kılmıştır. O üstünlükleri kendi bünyesinde toplayan iki peygamberdir aslında Hz. İbrahim ve son peygamber Hz. Muhammed (sas). Hayatlarına baktığınız zaman örneklik itibarıyla eksik kalan bir şey yok. Fakirlik, zenginlik, muhalefet, iktidar, bekâr, genç, baba deseniz hepsi onların hayatlarında bariz bir şekilde öne çıkmış halde. Bundan dolayı diyoruz ki; Efendimiz’in hayatına müracaat eden biri ne aradığını biliyorsa eli boş dönmez.Mesela bir çocuk, 60 yaşındaki bir emekli veya genç bir çalışanın siyerden eline dolduracağı neler var?Peygamberimiz’in hayatı tarihe mahkûm olmuş bir hayat değil. İhtiyacını tespit edenlerin rehberiyetiyle o ilkelere ulaştığı zaman siyerden istifade edebilir. Bugün şöyle bir ihtiyacımız da var aslında. Mevcut siyer kitaplarının büyük bölümü işin usulüne ve hikmetine fazla yer vermeden meselenin direkt tarihî malumatıyla başlıyor. Bizim o seviyenin üzerine çıkmamız gerekiyor.Peygamberimiz ve ashabının hayatı kitaplarda tarih sahnesindeki bir kahraman gibi aktarılıyor maalesef. Belki de bu yüzden bu abide şahsiyetlerin yaşantısı yaşantımız olamıyor...Talebe, muallim, baba, devlet başkanı olarak hayatın hangi alanında ve hangi diliminde Allah bizi istihdam etmişse bir Müslüman olarak bilmemiz gereken şey var ki; siyer dediğimiz müthiş sermaye, hayatın içinde karşılaştığımız sorunları çözebilecek kapasiteyi ve imkânı bünyesinde tutuyor. Böyle bakarsak yanlış yerlerde dertlerimize derman aramamış oluruz. Müracaat ettiğimiz kaynak Efendimiz olur. Bu manada baktığınız zaman siyer tarihi bir malumat olmaktan çıkıyor. Her an bize canlı bir biçimde rehberlik eden bir rehberiyet makamına dönüşüyor. Hucurat Sûresi’nde Efendimiz’in içimizde olduğu, O’nun canlı bir rehber olduğu ifade ediliyor.Ashab, sünneti ‘Müslümanca düşünme ve Müslümanca yaşama’ biçimi olarak anladı. Ancak günümüzde Müslümanca düşünmeyi hayatlarımızda sağlamadan, Müslümanca yaşamaya çalışıyoruz...Önce düşünmeyi sağlamak gerekir. Efendimiz, ilk insan yetiştirdiği Darü’l-Erkam’da üç şeyi yapmış, sağlam bir akide yetiştirmiş. Önce iman esaslarını öğrenmiş, ardından akli eğitim sürecini başlatmıştır. Yani kavramlara Kur’an’ın verdiği ilhamla yeni anlamlar yükledi. Kur’ani düşünmeyi öğretti. Sokaktaki insan kâr deyince farklı bir şey anlarken Darü’l-Erkam’daki insan kâr, zarar, kayıp deyince başka şeyler anlıyordu. Bu da onlara Müslümanca düşünmeyi sağlıyordu. Meselenin üçüncü ayağıydı aslında ruhu eğitim; yani iradenin sağlamlaştırılması ve Kur’ani ahlâkın inşası... Bugün biz de aynı sıkıntıdayız.İMAN CÜMLELERİ İNSANLARIN AĞZINDA LAF OLARAK VAREğer bugünkü insanlar kadar iman cümleleri insanların ağızlarından kolay çıksaydı o gün Peygamber’e karşı olanlar niye karşı olsalardı ki. ‘La ilahe illallah Muhammeden Resulüllah’ dediklerinde hayatlarında bir şey değişmeyecektiyse onlar da bunu söyler ve işin içinden çıkarlardı. Ama o gün kavramlar yerli yerinde kullanılıyordu. Gerçekten ‘La ilahe’ dedikten sonra bir şeyler yıkılıyordu hayatlarında. ‘İllallah’ denildiğinde sadece Allah birleniyordu. Şu anda sadece lafzi olarak bunlar insanların diline düştükleri için gerçek manada istenilen düzeyde tesir oluşturmuyor. Sebebi de bunların içlerinin boşaltılması. Bunlar tekrardan bizim örneğimiz ve modelimiz, sahabelerinin anlayışı anlayışımız olmalı.ÇOCUKLARA SANAL KAHRAMANLAR DEĞİL SAHABE ANLATILMALIGünümüz şartlarında popüler kültürün dayattığı sanal kahramanlar yerine, sahabe efendilerimizin örnek şahsiyetlerini genç nesillerin gönüllerine kazımak için neler yapılmalı?Ashab-ı kiram; sarsıntı içinde olanlara sabit dağlar, yollarını kaybedenlere yol bulduran nehirler, yönlerini yitirenlere yön bildiren yıldızlar... Hiçbir insan yok ki kendi mizacına uygun bir modeli asrı saadette yaşayan insanlardan bulmuş olmasın. Biraz celalliyse örneği belli, cemal sıfatı varsa, ticaretle uğraşıyorsa, bürokrat siyasetçi kimliği varsa örnekleri bellidir. Sahabe, dinin intikal ve muhafazasında seçilmiş nesil. Peki aileler neler yapmalı?Evde, aile sohbetlerinde sahabe efendilerimiz konuşulmalı. Sofranın başına oturulduğu zaman sohbetin konusu onlar olmalı. Efendimiz ve ashabın konuşulduğu oranda çocuklar da bundan nasipdar olur. Bu alanı boş bıraktığınız zaman yerini televizyon ve internetteki sanal kahramanlar doldurur. Çocuklarımızla gerçek kahramanların sahabenin olduğunu ve onarın gerçek manada yaşadıklarını, nasıl özellikler ortaya koyduklarını paylaşmamız gerekir.Yani sahabenin canlı örnekliğinin çocuklar üzerindeki etkisi büyük…Hz. Hamza’nın kimliğini gerçek manada anlayan çocuğun başka bir kahramana ihtiyacı olmaz. Hz. Musab’ı tanıyan bir genç bu çağda da Musab’ın rolünü oynayabileceğini, yaşayabileceğini fark edecek ve onun hayatında çok şeyler değişecektir. Esma’nın hanımlarımıza örnek olması çok önemli bir meseledir. Yeter ki biz onları kendi hanemize konuk edebilelim, ailemize tanıştırabilelim.Çocuklara Efendimiz’i yahut ashabı nasıl anlatmak gerekiyor peki?Her çocuk ancak kendi dünyasındakiler kadar meseleleri anlayabiliyor. 10 yaşındaki bir çocuğa öğretilebilecek Peygamberimiz’in 10 yaşındaki halidir. Kız çocuğuna 10 yaşındaki Ayşe annemizdir. Yapılacak çalışmalarda yaş gruplarına fiili anlamda da örnek olabilecek, anlayıp hayatına taşıyabilecek misallerle örülü çalışmaları çoğaltmalı.EFENDİMİZ HİÇBİR ZAMAN ŞİDDET DİLİ KULLANMADI‘Siyer, Hz. Muhammed’in tarihçe-i hayatı değildir’ diyorsunuz. Siyer felsefesi, siyer hikemi dediğimiz mesele de aslında burada düğümlenmiyor mu?Şunu çok iyi bilmemiz lazım ki, Peygamberimiz’in hayatı savaşlarla örülü değildi. Mekke döneminde İslam’ın sesini kısmaya çalışan, O’nu kabul etmeyen zümrenin her türlü karşı koyuşuna rağmen Efendimiz hiçbir zaman şiddet dili kullanmadı. Bu konuda ufak tefek hadiseler yaşanmışsa da Efendimiz ciddi bir şekilde bu meseleyi tenkit etti. Adı karışan sahabe efendilerimizi uyardı. Siyeri böyle bir nazarla okumamız gerekir.Efendimiz, veda haccında tüm insanlığa iki mirası yani Kur’an ve Kur’an’ın en büyük yorumu olan sünneti bıraktı...Ne Kur’an ile ne de sünnetle canlı bir iletişim kuramıyoruz. Ayetleri okuduğumuz zaman ‘Ey iman edenler’ çağrısını duyduğumuzda ‘Evet ben buradayım’ diyemiyor, o günkü insanlar gibi ‘Lebbeyk’ deyip icabet edemiyoruz. Kendimizi muhatap saysak ve söylediklerini doğru algılasak, yaşadığımız sıkıntılarda onların bize söyleyecek çok şeyi olduğunu anlayacağız. Kur’an’ı sadece Rabb’imizin bize indirdiği ibadet adına bir kitap; Peygamberimiz’i ise vefa gereği ara sıra hatırlanması gereken bir hatıra olarak algıladığımız için ümmet olarak tam anlamıyla iki kaynaktan istifade edemiyoruz.İstifade edilmesi için ne yapılabilir peki?Şu anki en büyük problemimiz rivayetten ziyade riayettir. Toplum olarak güzel örnekliği üretmemiz gerekiyor. İnsanlar artık güzel konuşmaları işitmekten bıkmış vaziyette. Bunun bir tesiri de yok. Hayatın içinde örnekliğini gösterecek, temsiliyet adına güzel duruşlar sergileyecek adımların çoğaltılması gerekiyor. Biz sadece tebliğin sözle olduğunu zannediyoruz. Hakikat şu ki; sahabe efendilerimizden ‘konuştular, dediler’ gibi rivayet çok az, ‘yaptılar, davrandılar, muamelede bulundular’ şeklindeki rivayetler çok var. Onlar yaşadıkları için yaşatabiliyor, inandıkları için de inandırıyordu. Bugünün dünyasında en büyük problem o esasında. Peygamberimiz’in temsiliyet anlamında O’nun ahlâkını yansıtacak nazara verecek modellere ihtiyaç var. Bunların çoğaltılması sorunlarımızı çözme adına bize bazı kapılar açacaktır.k.kulaksiz@zaman.com.tr

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Serafina - Mine Duran

Kitap Adı: Serafina

Yazar: Mine Duran

Yayınevi: Altın Bilek Yayınları

Basım Tarihi: Mayıs 2014, İstanbul

Sayfa Sayısı: 261

"Geriye yalnızca sessizlik kaldığında, çığlık atmak öldürücü silahlardan biri olabilir."

Yalnız, yapayalnız bir adam, annesiyle gittiği İngiltere seyahatinden geri dönemeyen bir çocuk, kaba saba bakıcısının elinde toplumdan soyut yaşayan bir kız çocuğu... 

Bir sürü iç içe hayat...Kitabın ilk yarısının inanılmaz gizemli ve gothic bir havası var, mest olarak okudum *_* Anlatım, hava; sanki gece vakti puslu sık bir ormanda yürür gibi. İkinci yarısı daha ayakları yere basıyor hikayenin. Ne, nedenmiş çözülmeye başlıyor. Gizemli ve hoş bir dünya kurmuş yazar. Ve 2. kısmın dili de o gothic havadan sıyrılıyor, etkilendim bunu hissedebiliyor olmaktan. Ne kadar anlatırsam gizemini o kadar bozarım gibi geliyor o yüzden fazla uzatmak istemiyorum ;)

Gizemli, hoş bir hikaye okumak isterseniz birebir.En hoşlandığım şey ise sütümü alıp yatağa girerek okumaktı kitabı... :) PUANIM: ♥♥♥♥

13 Mayıs 2014 Salı

CİN MASALLARI

Gençlik olarak oturup ayıla bayıla vampirleri, kurt adamları, şekil değiştirenleri, zombileri vs. okuduğumuz izlediğimiz şu günlerde hep isyan ediyoruz "Bizde  neden yok böyle yapımlar?"

Hepinize teessüflerimi iletirdim ama her kültür kendi malzemelerini kullanıyor. Bizde de var tabi ki. Çocukluğumuz boyunca beslendiğimiz kendi korku ürünlerimiz özellikle gulyabaniler, yatırlar, kesik başlar gibi şeyler olmuştur :p 

Gülmeyin ama!

Eski Türk Filmlerinden Çocukluğumuzun Kabusu Olmuş 8 Korkunç Karakter İçin...

Birileri daha var ki öyle korkutucu ki bırakın izlemeyi okumayı, çoğu kişi adını ağzına almakta sorun yaşıyor. 

Evet, evet üç harfliler. 

Bana da bulaştırdınız -_-

Cinler...

Tüyler diken diken oldu mu?

Güzel :)

Devam edebiliriz.

İşlenmesi zor, kimilerine göre o derece de sakat.

Nereden çıktı bu yazı? Yoksa Serafina cinler üzerine mi :O  diyorsanız hayır!

Kitaptaki onlarca olay üzerinde takıldığım bir kısım var ki, şu alıntı aslında bana bu yazıyı yazdıran:

"Örtünün üzerindeki kitabı isteksizce eline aldı.Kitabın kapağında karmakarışık anlamsız figürlerin arasından güçlükle seçilen Gotik başlığa göz attı. "Cin Masalları". Başlığın altına 'Geleneksel halk masallarından derlenmiş, özel bir yapıttır.' diye bir açıklama yazısı konmuştu. 

Olabildiğince ürkünç, gizemli bir  görünüm verilmeye çalışılmış olan kitabın renkli parlak baskısının rüküşlüğü onda hafif bir tiksinti  uyandırdı. İçinde ne okumak için bir arzu, ne de kitabın içeriğini hakkında -zaten adından belliydi- merak vardı.(...) Çocukluğundan beri cinlerle ilgili masalları dinlemekten, hikaye ve romanları okumaktan usanç gelmişti. Cinlere ilişkin bu kadar çok sayıda kitapların yazılmış olması şaşırtıcıydı."

Ah annem bir bilsen ne kadar çok o eserler? 

Cinler kaynağını İslam kaynaklarından alıyor daha çok. Binbir Gece Masalları'nda bile iblisler, perilerle birlikte çokça yer kaplamakta.

Günümüzde onlarca romana ve filme de konu olmakta. Fakat büyük bir kesim bu yapıtları çok ürkütücü bulmakta.

Onları bu kadar korkunç yapan sanırım kaynağını dinden alması ve kutsal kitapta yer ediniyor olması. Biz onları göremesek de bizi görüyor olmaları oldukça ürkütücü. Bilinmeyene olan ilgi, ona olan korkuyla eşit gittikçe bu tarz hikayeleri de çokça okuyacağız demektir. :) 

Not: Resimleri korkunç seçmemeye çalıştım, yoksa ne resimler var bir bilseniz :O

12 Mayıs 2014 Pazartesi

OKK 29. Blog Tur: Serafina - Mine Duran // Tanıtım ve Çekiliş

Herkese merhaba!!

OKK olarak 29. blog turumuzla sizlerleyiz. Konuğumuz Mine Duran’ın yazmış olduğu Serafina kitabı. Değişik bir kurgusu olan bambaşka bir kitap. Okuma sürecinde güzel bir olay da yaşadık. Kitabın arka kapağında OKK takipçilerini bir sürpriz bekliyor!!

Kitabımızı tanıyalım:

Zihninizde iki farklı kişiyle yaşıyor olsaydınız bununla nasıl başa çıkardınız?

Serafina ruhunda gömülü ikinci bir insanla yaşadıklarını bir sis perdesinin arkasından seyrediyordu. Üstelik adını meleklerden alacak kadar güzeldi.

Rus topraklarından kaçıp Osmanlı’ya sığınan meczup bir adamın tohumu, yalnızlıkla örülü bir dünyada büyüyen masum bir ruhtu o. Çektiği acılardan kurtulmak ve geçmişini unutmak için zihninde yeni bir kişilik yaratmıştı. Ancak yarattığı bu yeni benlik ona acıdan başka bir şey vaat etmiyordu.

Serafina, her sayfasıyla soluksuz okuyacağını kişisel bir savaş… Gencecik bir kadının düşlere sığınırken kendini kaybedişinin öyküsü…

Geriye yalnızca sessizlik kaldığında, çığlık atmak en öldürücü silahlardan biri olabilir… Belki de öldürücü çığlığı atan, iyilik ateşini yakan sizsinizdir ama bunu bilmiyorsunuzdur…

“Ürkütücü bir masal, postmodern bir şehir efsanesi gibi gizemli ve etkileyici…”

Okuyan Kızlar Kulübü

Tur Takvimi

10.05.2014

Duyuru – Takvim – Çekiliş

Çekiliş için Tık Tık!!

Facebook üzerinden yaptığımız çekiliş için Tık Tık!!!

11.05.2014

Pudra Tozu – Mine Duran'la Röportaj

Kitap Tutkusu – La Fontaine Masalları

Pudra Tozu – Genç Bir Kadın ve Medusa Sendromu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları – Cin Masalları

Fighting!! –  Geçmişten Miras Yerebatan Sarnıcı

12.05.2014

Yorum

Pudra Tozu 

Kitap Tutkusu 

Kütüphanemden Kitap Manzaraları 

Fighting!! 

Katkılarından dolayı Altın Bilek Yayınları’na teşekkür ederiz.

9 Mayıs 2014 Cuma

Şu sıralar din çok popüler!

En çok satanlar listesinde ilk sıralarda aylardır dinî içerikli kitaplar var. Daha önce bu içerikteki yayınları satmayan kitapçıların en çok satan rafları artık dinî kitaplarla dolu. Yeni çıkan romanlarda dinî/tasavvufî öğeler ağırlıkta. Polisiye romanlarda bile. Kitap dünyasında da bir dindarlaşma mı söz konusu?Alışveriş merkezlerindeki popüler kitapçılara gittiğinizde en çok satanlar reyonuna bakınız lütfen. Üç-beş yıl öncesine kadar değil çok satanlar standında görmeyi, o kitapçıda bile satıl(a)mayacak yayınları ilk beş arasında göreceksiniz. İnternetten kitap satışı yapan büyük sitelerde de en çok satanlar listesinde çok uzun zamandır ilk onda dini kitaplar ve içinde tasavvufi öğeler barındıran edebi-tarihi kitaplar başı çekiyor. Milyonları bulan satış rakamları var. Dini kitapların çeşitliliği de artıyor. Daha da ilginç olanı ulusalcı yazarların kitaplarını yayımlayan yayınevinin dini içerikli kitabının şu anda çok satanlar listesinde bir numara olması. Evet, burası yeni Türkiye.Sadece ticari bir gelişme değil bu, edebi eserleri de etkisine alan bir okuyucu talebi. Romanlarda da din, tasavvuf, İslâm tarihi ve coğrafyasına daha çok yer veriliyor. Çünkü satış artıyor. Elif Şafak mesela, kitapları daima çok satmış, popüler olmuştur ama Aşk romanı adeta satış patlaması yaşadı, 750 bine ulaştı. Aynı dönemlerde Sinan Yağmur’un Şems ve Mevlânâ’yı anlatan Aşkın Gözyaşları 1 ve 2 kitapları toplamda bir milyon adet sattı. Sonrası malum, solcu polisiye yazarları bile romanlarında tasavvufi öğeler barındırmaya başladı. İslam tarihinin kutsal karakterlerine dair peş peşe romanlar yayımlanıyor. Bunu iki şekilde okumak mümkün. Birincisi; satış patlaması, yani talep arzı şekillendiriyor. İkincisi; okuyucu dinini sadece emir yasakları, kuralları anlatan kitaplardan değil, edebi metinlerden de okumak istiyor.Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de en çok kitap satın alan kitleyi genç yetişkin ve kadınlar oluşturuyor. Dolayısıyla söz konusu satış patlamasını şöyle de yorumlayabiliriz: Gençler ve kadınlar dinini öğrenmek istiyor. Ya da ‘Okur dinini yeni bir dille öğrenmek istiyor.’Toplumsal dönüşüm kitaplara da yansıyor“Elimde rakamlar yok fakat gözlemlerim, tecrübelerim.” var, diyen yazar Ali Çolak, dini yayınların çok satmasını şöyle yorumluyor: “Türkiye’de, içeriği ve keyfiyeti tartışmalı da olsa bir dindarlaşma, muhafazakârlaşma yönelimi olduğu doğrudur. Bu dönüşüm, sözü edilen kitaplara olan ihtiyacı da artırıyor doğal olarak. Halk ya da okur diyelim, kolay ulaşılıp kolay okunan, bilinçaltındaki bazı hazır kalıpları besleyen ve ona hoş gelen kitapları arayıp buluyor, okuyor. Burada kitap ekleri, reklam ve tanıtım vasıtaları, çok satanlar listesi vs. den ziyade fısıltı gazetesinin, eş dost tavsiyesinin, kulaktan kulağa, dilden dile geçen beğenilerin etkili olduğunu düşünüyorum. Tıpkı ortaöğretim çağındaki gençlerin ‘tükettiği’ macera romanlarında olduğu gibi. Onların macerası da dini kitaplarınkine benziyor.”Manevi duygular zevk ve keyf vesilesine dönüştürüldüVehbi Vakkasoğlu, kitapları sözünü ettiğimiz dini kitap satış patlamalarının ilklerini yaşamıştır, dini kitapların rant kapısı haline geldiğini düşünüyor: “Daha çok satma kaygısı, sade suya tirit, yufka, özsüz kitapları çoğalttı. Din dışı fikirlerin işlendiği dini kitaplar, inancımıza ters düşen İslam anlayışları bile satırlara yansıdı. Özellikle de tasavvufi unsurlar popüler kültürün sosu haline getirildi. Aşk çamurlara bulandı ve tamamen nefsanileştirildi ve maddileştirildi. Deruni ve manevi duygular, neredeyse, bir zevk ve keyf vesilesine dönüştürülmüştür. Doğrularla yanlışlar, yalanlarla gerçekler, ruhani olanlarla şeytani olanlar iç içe geçmiş, ayrıştırılamaz biçimde karmakarışık hale getirildi. Bu sebeple de içi boş bir Müslümanlık meydana geldi.”Din, kültür endüstrisine malzeme yapılıyorIşık Yayıncılık Genel Müdür Yardımcısı Ali Çetintaş, günümüz insanının hayatını dine adapte etmeye yönelik iştiyakı olduğunu, bu sebeple de böyle kitapların çok satanlar listesinde her daim kendisine yer bulacağını söylüyor.Timaş Yayınları’nın genel yayın yönetmeni Emine Eroğlu ise şu önemli soruyu soruyor: “Dini kitaplara bir yöneliş olduğu doğru ama bu sahih bir yöneliş mi?” Eroğlu’nun kastettiği, popüler pazar kitaplarının kitlelerin din, özellikle de İslâm algısı üzerine negatif etkisi. Eroğlu dinin/İslam’ın kültür endüstrisine malzeme yapıldığını düşünüyor. Kolay okunan, kişisel gelişim kitaplarında olduğu gibi daha çok ümit pompalayan, amelî mükellefiyetlerde insanları meşgul etmeyen, nefse ağır mükellefiyetler yüklemeyen ama okurken de insanın haz alacağı kendine ait bazı sırları keşfedebildiğini düşündüğü metinler çok satıyor. Hatta Eroğlu’na göre, 28 Şubat sonrası yüz binler satan namaz, gıybet gibi ibadetlere ve imanın pratiklerine ilişkin kitapların satışını da negatif yönde etkiledi bunlar.Her dönemin popüler bir dinî kitap yazarı vardıDini kitapların her zaman çok sattığını söyleyen Emine Eroğlu, her dönem öne çıkan bir ismin olduğuna dikkat çekiyor. Mesela bir dönem Yaşar Nuri Öztürk akımı olmuştu. Çok iyi satmıştı kitapları. Nihat Hatipoğlu akımı olmuştu. Bugün Uğur Koşar çok satıyor. İlk üçte onun kitapları var. Eroğlu’na göre bunu iyi tahlil etmek lazım. Çünkü Koşar dini kimlikle çıkmıyor, ilahiyatçı değil. Geçmişte bilgisayar işleriyle uğraşmış, psikoloji eğitimi almış birisi. Kitapları kişisel gelişim kitapları niteliğinde. Bir seansta panikatağı, depresyonu gideren bir psikolojik danışman ve kitaplarını sadece İslâm üzerine kurmuyor. Şu sıralarda dünyada çok satan Ortadoğu öğretileriyle İslâm’ı derç ediyor. Bu sebeple okur kitlesinde yoga yapanlar da var, imam hatipliler de. Bu kitlelerin Koşar’ın kitaplarında neyi buldukları edebiyat sosyolojisiyle ilgilenenler için önemli bir soru.Emine Eroğlu, ÖNDER (İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği) yöneticilerine imam hatipli çocukların şimdilerde neler okuduklarını sormuş. Cevapları: “Eskiden ayrılırdı. İmam hatipliler Emine Şenlikoğlu okurlardı. Şu an hiç fark etmiyor. Normal lisedekiler Dan Brown okuyorsa imam hatipliler de onu okuyor.” Eskiden evet, okur ayrışırdı. Dini kitapların okurları farklıydı. Yayınevleri de… İstanbul Cağaloğlu’nda sadece Anadolu’ya çalışan kitapevleri ve yayıncılar vardı. Ali Çolak anlatıyor: “Buralardan Anadolu şehirlerine her hafta koliler dolusu kitap giderdi. İçlerinde 60. veya 90. basımı yapılmış kitaplar vardı.” Çolak bunu “Biraz da bir geç kalmışlığın hikâyesidir.” diye tanımlıyor. Bir zamanlar okuduğu kitap yüzünden eziyete maruz kalan, kitapları toplanan, hapis yatan insanların çocukları ve torunları bu meçhul okurlar. Bu okurların hikâyesi dini kitapların da hikâyesidir aynı zamanda. Çolak, “Nereden biliyorsun derseniz, kendi kayınpederimden, kayınvalidemden derim. Onlara her gittiğimde adını duymadığım yazar ve yayınevlerine ait başka başka kitaplar görüyorum. Bir şekilde duyuyor, merak ediyor ve alıp okuyorlar. Bir gerçeği de söylemeden geçmeyelim; bu tür kitapların biçim ve estetik zaafı var maalesef. Hâlâ 1970’lerin, 80’lerin yayıncılık şartlarında basılmış gibi kapağı, iç düzeni kötü, kağıt ve basım kalitesi zayıf. Fakat okuyanların bunu dert ettiği de söylenemez. Onlar zarfa değil, mazrufa bakıyor.” diyor.Emine Eroğlu, popüler akımın dışında kalan bu okur kitlesinin temel özelliğinin edebi veya tarihi başka tür kitap okumayan bir kitle olduğu düşünüyor. Ama evlerinde İmam Gazali’nin bazı kitapları vardır. Eroğlu, milyonlar adet basılmış ve satılmış ama çok satanlar listelerinde gözükmeyen böyle çok kitap olduğunu söylüyor. İşte bu okur kitlesinin evlatları şimdi dini farklı bir dille okumak istiyor. Bu popüler dini kitap furyası hem dini kitap okumayan kitleleri hem de yeni dil arayışındaki dindar kitleleri bu sebeple aynı kitapta buluşturuyor.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

İLK KEZ BULUŞTUK BİZ!! ^_^

Mükemmel haberi aldığımızdan beri gün sayıyorduk, One Better Day gelsin artık diye! :)

O gün nihayet geldiğinde kendimi iskelede OBD'i beklerken buldum ^_^

Deniz otobüsü kıyıya yanaşıp da gözümle kendisini seçtiğim an öyle bir koştum ki bir an bana yeşilçam modunda ağır çekim koşuları hatırlattı. Nasıl sarıldıysak artık millet işi gücü bıraktı bize bakmaya başladı, heheh. :)

Denizleri aşıp gelmiş OBD'mizi aldım, Kitap Tutkusu'la buluşacağımız yere götürdüm. Üçümüzün bir araya geldiği an mendilleri hazırlamanızı öneririm :p

Sıkı bir kahvaltıdan sonra hem sohbet, hem gezi şeklinde takıldık.

Ahdımız olan bir kaç şeyi gerçekleştirdik :p

Üçümüz bir araya geliriz de Kore restorantına gitmeden olur mu! İkizimle Taksim Gaya'ya gitmiştik, bu kez de Sultanahmet'teki Seoul'ü deneyelim dedik. Gitmeyi düşünenler varsa azıcık bahsedeyim. 

İçeri girdiğimiz anda tereddütler başladı, çünkü dekor birkaç ayrıntı dışında oldukça bizdendi. 

Ardından siparişlerimizi verdik.

Yemekler o gün eve geç gelmişim de tüm yemekleri ısıtmışım şeklinde geldi.

Yemek takımlarının da bir esprisi yoktu, mezelerin de... Kimchi bile yoktu mezelerde. 

Tüm görselliği geçtim, geldim yemeklere...

Bir kere yemekler bize göre bile yağlı ve tuzluydu, nerede kalmış Kore.

Üçümüz de yağ ve tuzdan rahatsız olduk. 

Kendimi hiç Kore yemeği yiyor gibi hissedemedim ben.

Kısaca Kore yemek malzemeleri ile nasıl Türk usulü yemek yapılır sorusunun cevabı: Seul Restourant!

Servis, yemekler, özen... Hepsi çok vasattı... Özellikle Gaya'yla karşılaştırınca.

Yemekten sonra gezmemize devam ettik... Sonra ben OBD'yi yolcu ettim :'( Yine gel e mi? 

Şimdiden özledim :(

İkizim Aspendos alışverişimizin kitaplarını da getirmişti ^^

Bugünü

İkizimden dinlemek için Tık!

One Better Day'den dinlemek için Tık!

Günün anlam ve önemini anlatan şarkıyla sizi baş başa bırakırken, biliyorum anlattıklarım duygularımı ifade etmeye yetmedi :(

3 Mayıs 2014 Cumartesi

İstanbul’un tarihî makyajları!

‘Aziz İstanbul’un hemen dibindeki varoşlardan geçtiniz mi hiç? İhtişamlı Süleymaniye’nin, Sultanahmet’in arka sokaklarını adımladınız mı? Büyük paralarla restore edilen tarihî eserlerin layıkıyla bir çevre düzenlemesi olmaması kötü bir tablo ortaya çıkarıyor.Sadece Sultanahmet Camii’ni günde ortalama 15-20 bin kişi ziyaret ediyor. Bu rakam, yılda 4-5 milyonu buluyor. Teknik bilgiye devam edersek; İstanbul’a gelen turistlerin yüzde 65-70’i Ayasofya Camii ile Topkapı Müzesi’ne, yüzde 95’i de Sultanahmet Camii’ne gidiyor. Bu durum, bilinen hadisenin sayısal teyidi aslında. Turizm pastasında en büyük pay İstanbul’un, buna da herhangi bir itiraz yok. Gelgelelim siyasîler lafa başladı mı ‘Aziz İstanbul’u öve öve bitiremiyor. İşte burada biraz nefeslenmek gerek. İstanbul’un azizlik bir tarafı kaldı mı hâlâ? Her gün hoyratça katledilen bir şehir var artık haritada, ucube, pis ve bakımsız… Bunun en bariz misali de Haliç, İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi ile çevrili tarihî yarımadada kol geziyor, hem de mafyavari. Şu güzelliğiyle tefahür ettiğimiz, Osmanlı’nın son başşehri günbegün eriyor! Malum, gerek Vakıflar Genel Müdürlüğü gerekse bazı özel teşebbüslerin gayretleri söz konusu; tarihî eserler restore ediliyor. Ancak sanat tarihçilerinin ciddî uyarıları var, tarihî yapıların tarihin çöplüğüne gönderildiğine dair. Kaldı ki Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem de bu durumu, “Restorasyonda hatalar yaptığımız doğru.” sözüyle özetlemişti.Tarihî yarımadada tarihî makyajlar söz konusu… Hemen herkesin ziyaret ettiği yerlerin ön tarafları bakımlı olma eğilimindeyken bu kadim eserlerin arka tarafları ise âdeta mezbeleyi andırıyor. Örnekleri vermeye başlayalım: Birinci sırayı Süleymaniye Camii ve çevresi hak ediyor. Mimar Sinan’ın kalfalık eseri, 2007-2010 yılları arasında kapsamlı bir onarım sürecindeydi. 16 Kasım 2010’da bir bayram sabahında, yeniden ibadete açılmıştı, devlet erkânının huzurunda. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi. Peki, Süleymaniye’nin hemen yanındaki Vefa neden bu kadar bakımsız? Gündüz vakti bile ürkütücü bir halde duran Vefa, kendi duygusuna fersah fersah ırakta. Süleymaniye şık bir beyefendiyi andırırken; yoldaşı Vefa pasaklı, pejmürde bir sokak adamı görüntüsünde. Vefa’dan az biraz ileride yer alan Şehzade Camii, gerçekten çok güzel… Koca Sinan’ın ‘Dünyanın merkezi burasıdır, dediği yeşil sütundan mülhem bir ada gibi duruyor şehrin ortasında. Lakin gel gör ki yeni yeni bakım sürecine girse de cami çevresi, yıllardır ilgisizlikten yakınıyor. Bozdoğan Kemeri ve Saraçhane Parkı, geceleri tinerci ve sarhoşların evi…‘Kötü imaj olmasın diye grupları arka taraflardan geçirmiyoruz’Mezkûr halden rehberler de oldukça şikâyetçi… Nüans Tur’dan Halis Kutlu, “Bugün milyonlarca turisti ağırlayan Sultanahmet Meydanı, Süleymaniye, Eyüp veya Fatih Camii çevresi gibi dünyaya mal olmuş yerlerin bir de gözden kaçan arka bahçeleri var. Hiç Süleymaniye’ye arkadan çıktınız mı? Süleymaniye Camii’ne gideriz içimiz ferahlar; ama bir de hemen arkasındaki Vefa’ya gidin orada evsiz fakir insanları, keşmekeş içinde yarısı yıkılmış yarısı ayakta eski ahşap evleri görürsünüz.” sözleriyle ‘içeriden’ biri olarak dikkat çekiyor vaziyete. Osmanlı mirası ahşap evlerin içinde tiner veya bali çeken gençlerin olduğunu anlatan Kutlu, Sultanahmet’in arka sokaklarında da benzer tablonun yer aldığını belirtiyor. Ve bir rehber olarak; “Çok mecbur kalmadıkça arka kısımları kullanmıyoruz. Çünkü grubu buralardan geçirip de rahatsız olsunlar ve akıllarında kötü bir imaj kalsın istemiyoruz.” ifadelerini kullanıyor.‘Restorasyon aynı zamanda görgüdür’Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu meselenin bam teline, “Güzellik ve estetik konularında neyi yüksek nitelikte yapıyoruz ki restorasyon çalışmalarımız da başarılı olsun sorusu anlamlıdır.” diyerek dokunuyor ve devam ediyor: “Restorasyon sadece teknik ve mühendislik ile ilgili değildir, mutlaka yüksek bir estetik duygusu, kültür ve görgü gerektirir. Türkiye’de restoratörlerin ancak çok azı gerçekten görgülü, hem hayatlarında, hem kişiliklerinde, hem de giyim kuşam ve fikirlerinde özgün ve tarz sahibidirler; geriye kalanların kaçta kaçının bu konularda geçer not alabileceğine bir bakalım. Bu yüzden yapılan işler de doğal olarak vasatın altında kalmaktadır.” Her gün binlerce kişinin akın ettiği Sultanahmet civarı da aynı dertten mustarip. Cami ve çevresi kısmen temizken arka tarafları kendi haline terk edilmiş… Zaten otel işgalinin olduğu suriçinde bir de olur olmaz yerlerde otoparklar çıkıyor karşınıza.İstanbul sıkıntısı…Sultanahmet’in ara sokakları gerçekten kötü. Mesela Eminönü’nde yıllardır onarılmayı bekleyen o kadar çok han var ki… Mahmutpaşa Çakmakçılar Yokuşu’nda bulunan Büyük Valide Han, bu yerlerden sadece biri. I. Ahmed’in hanımı, IV. Murad ve Deli İbrahim’in valideleri Kösem Sultan tarafından inşa ettirilmiş olan Büyük Valide Han, her şeyi özetliyor aslında. Çatısından şehr-i İstanbul seyredildiğinde, metropolün tarihî yanı feryat ediyor. Boğaz manzarasının sarhoş edici güzelliği her ne kadar şiir olsa da arkanızdaki çer çöp nedeniyle bu hikâye, ‘İstanbul sıkıntısı’na dönüşüyor. Bakmayın siz resmî ağızların tarihi ayağa kaldırıyoruz mesajlarına, tarihin belini doğrultacak dermanı kalmamış. Çünkü çoktan öldürdük bizler onu! Teyfur Erdoğdu, bu paradokstan kurtulmanın yolunun ise klasik ve yüksek Türkçenin tüm incelikleri ile öğretilmesinden; millî, cihanşümul görgü, sanat ve estetik eğitimlerinin aileden başlatmaktan geçtiğini söylüyor: “Denetim mekanizmalarını da denetleyecek, bağımsız, gerekirse Batı’dan ve Japonya’dan yardım alarak kurumlar ihdas edilmesi; ihmali görülenlere ağır değil çok ağır cezaların verilmesi; halihazırda vatandaşı mağdur eden koruma ve restorasyon kanunlarının gözden geçirilerek tashih edilmesi; vatandaşa yönelik koruma ile ilgili bilinçlendirici çalışmaların yoğunluklu şekilde yapılması gerekir.”Tophane’de bulunan bir diğer Sinan eseri Kılıç Ali Paşa, bezemeleri değiştirilse de her şeye rağmen ruhnüvaz. Restoresi geçtiğimiz sene tamamlandı… Onarım sürecinde en çok eleştirilen yerlerin başında geliyordu. Özetleme lüzumunda bulunursak; onun da görünen yüzü güzel gibi… Lakin arka sokağında nedendir bilinmez bir moloz yığını duruyor. Esnaf ise bu pisliğe çoktan alışmış. Keza Yahya Efendi Dergâhı restorasyonunda mezar taşları kıyımı yaşanmıştı, çevreyi düzenlemek adına. Tarihî İstanbul surlarının vaziyeti de içler acısı… İstanbul’un fethi, çağ açıp kapatan bir olay olarak anlatılır tarih kitaplarında. Ancak kuşatmanın bu canlı şahitleri göstermelik birkaç bakımın dışında ucubelerin arasına sıkışmış kalmış. Döküntü bir halde varlıklarını sürdüren surların İstanbul gibi düşmesine az bir zaman kaldı. Kılavuza gerek duymayacak kadar da bedbin son başkent. İki yol var: Gözlerini kapayan kendine gece yapar, İstanbul’u geziyorum gözlerim kapalı!Kılıç Ali Paşa CamiiVefaYenicamiSultanahmetSultanahmet

19. İzmir Kitap Fuarı - 2014

İzmir Kitap Fuarına gitmeyi Pudra Tozu'yla neredeyse geçen fuardan beri planlıyorduk :)

İzin çıktı, fuar planları başladı. Pudra ve bol bol kitap muhabbeti yaptığımız anneciği ağırladılar beni sağolsunlar. ^_^ 

Fuarın son haftasonu erkenden çıktım yola, öğle saatlerinde İzmir'deydim. Fuar alanında buluştuk Pudra'yla elimde valizim, direk fuar :D Fuarın ortasında valizli birini gördüyseniz, o bendim işte :(

İşkence kısa sürdü, valizimi emanet ettik; ve fuarı alt üst ettik :)

Fuara gelmemiz kesinleşince bol bol listeler yaptık. Sadece kendimiz için değil, çok sevdiğimiz arkadaşlarımız için de alışveriş yaptık. 2 gün boyunca imza günleri, indirimli kitaplar, sahaflar; gezmediğimiz yeri kalmadı fuarın :D

CNR Kitap Fuarı indirimli değildi evet ama Kitap tutkusu, Pudra, ben gezdiğimiz için aşırı zevkli gelmişti. Bu fuar daha da eğlenceli geçti. İkizim, ve OKK'nin sevgili ikizleri zaten telefon ve bilimum iletişim aracıyla her gün yanımızda gibilerdi. Her akşam görüntülü görüşmeler yapıldı :) 

Gelelim fuara. 

Fuara Nemesis için gelmiş olabilirim :( Nemesis'ten istediğim dolu kitap vardı, hem tüyapta, hem CNR'da hiç indirim olmadığı için Pudra sürekli frenlemişti bizi. Biz de hem kendimize, hem ikizime ölümüne Nemesis aldık :) 3 kitap 15tl, 3 kitap 20tl indirimleri vardı *_*

Böylece başta Rachel Gibson olmak üzere eksiklerimi tamamlamış oldum :)  

Ephesus'tan beklediğim çok kitap var aslında. Maureen Smith'ten umudu kestim artık çıkmıyor. Günahkarlar 4. kitap olur belki dedim o da yoktu. 

Eksik FMArsal kitaplarımı aldım, Yalnız Gözlerin İçin'i sırf bendeki kapağın alakasızlığı yüzünden seri bütünlüğünü tamamlamak için aldım, pes!

Tanrıça ve Tanrıçanın Savaşı'nı okudum, Tanrıçanın Mirası'nı da alarak 

Tanrıça Serisi'ne son vermiş bulunuyorum :)

Vefa Enver'in imza günü vardı. henüz blogda yorumlayacak fırsat olmadıysa da Çocuk da Yapamadım, Kariyer de serisinin ilk 2 kitabını okudum. 3. yü de alarak seriyi tamamladım, ve de imzalattım ^^

Diğer fuarlarda bir indirim göremediğimiz Ephesus bu kez indirimliydi. 

Novella'nın bu güzeli çıktığından beri aklımızda :) Muhtemelen yine birlikte okunacak.

İki Ateş Arasında'yı bir süredir bulamıyordum. Son Monica'mı da alarak, tüm Monicalarımı tamamladım. 

Kaç Benimle'yi Nemesis stantından edindik (Pudra ben gelmeden almıştı :p )

 Bu resimdeki 3 kitap da 10tly'di :)

Sadece polisiye üzerine yayın yapan bir yayınevi olduğunu biliyor muydunuz? Labirent Yayınları!

Öyle eften püften polisiyeler de değil. Polisiye alanında klasikleşmiş, kültleşmiş kitapları var. Kataloglarını aldım, uzun uzun inceleyeceğim. 

Bol bol sohbet ettik. Peder Brown öykülerini aldım, kocaman bir kitap. Sonra bir kitapla daha tanıştırdılar beni,daha doğrusu bir tez. Sherlock Holmes & Peder Brown Rasyonalite ve İnancın Çarpışması. İkiliyi karşılaştıran, birlikte ele alan bir kitap. Yazarı Fulya Turhan da oradaydı. İmzalattım :) Önce öyküleri, sonra tezi okuyacağım. Bakalım imzada olduğu gibi Peder Brown'ı da Sherlock Holmes kadar sevecek miyim :) 

Sherlock Holmes'ten bahsetmişken Doctor Who'dan bahsetmemek olmaz. Beklenilen gün geldi ve Shada'ma kavuştum *_* Pek bir indirim yoktu, internetle hemen hemen aynıydı. Sadece daha fazla bekleyemedim :)

Doctor Who kitabımı Sherlock Holmes ayracımla okuyarak kendimce bir fantazi yapmaya karar verdim ayrıca :p 

Shada*_*'dan bahsettim. Enemmm, Alper Kamu'mun ilk kitabısını da aldım, kaçar mı veledim :)

Dora görür görmez vurulduğum, benim olacaksın nidaları attığım kitaptı, öyle de oldu :)

Masumiyetin Sonu  'Psikoterapist ile Hasta Arasındaki En Mahrem Hikayeler' orada inceleyerek almaya karar verdiğim bir kitap oldu. Bu kez terapist tarafından bakıyoruz. 

Dex'e uğramadan olmazdı benim için :)

Dex ayrı bir stant olarak değil, Doğan Kitap'ın kanatları altındaydı bu sefer. O nedenle seçenekler sınırlıydı. Ölümsüz Juliet One Better Day'in önerisiydi, aldım tabi ki, 4tl'ydi. 

Kutsanmış, ikizimle yeni serimiz olacak :) 9tl idi.

Ve ben 2 fuardır fiyatı manasız uçtuğu için alamadığın Melez Sözleşmeleri serisi 2.ve3. kitabı aldım. Çok mu uygundu hayır... :(

Sahaflara da soktum Pudra'yı :D

10ar tl'ye aldım bu kitapları. Asil Kan az daha ucuz olabilir. 

Anita artık iyice 2. ele düştü, bulunmuyor. 

Cassandra Clare Yan serinin ilk kitabını da aldım, ciltli :)

Şansıma karşıma Melez Sözleşmeleri 4. kitap çıktı :)

Böylece bu seriden geriye tek eksiğim Avcı kaldı, son kitap :)

Martı Yayınları naaapmış öylee o.O Fuara özel Sherlock Holmes tüm hikayeleri ciltli basmış, tam koleksiyonluk. Resimde morlu bayan elinde tutuyor. O kadar inceledim, yakından resim çekmemişim -_- 

Bugün yarın derken, ertesi gün gittiğimizde kalmamıştı :'( Diley, diley :'(

Neyse o da benim olacak kaçarı yok -_- 

Söylemeden geçemeyeceğim, bence fuarın en güzel stantı Arkadya Yayınları'nındı. Hele o telefon kulübesi... 

Epsilon'dan Lara Adrian 3 ve 4'ü almak istiyordum, stantta yoktu, stanttaki bayan Lara Adrian'ın kendi yazarları olmadığını iddia etti :( 

Açtım resim gösterdim, 2. bir stantı daha varmış Epsilon'un oraya yönlendirildim. %20 indirim vardı. Netten bile düşük indirim oranı olduğu için almadım. 

Fuardan sonraki günleri bolca gezip, İzmir'in tadını çıkararak geçirdik :) 

Çıkarsız, içten dostluk güzel şey azizim. :)

O ara ben Sabrina Jeffries Ömür Boyu Sürecek de aldım :p

 

Pudra'yla birlikte döndük İstanbul'a :)

Eve geldiğimde beni bekleyen şey ise OBD'in benim için yaptığı en mükemmel şeylerden biriydi *_*

Fuardaki sahaflarda arayıp tarayıp bulamadığım şey:

1975 basıl Doctor Who kitabı *_*

Şu yazımda bahsettiğimden *_*

Evladııııııııııım :'(

Sarılıp doya doya kokladım. 

Öyle kıymetli ki benim için... 

Ayrıca hiç yıpranmamış.Hiç okunmamış gibi. 

Fuardan önce Kitap Tutkusu'nun siparişiyle istediğimiz Aspendos yayınları kitaplarını aldık. Böylece şimdilik  Aspendos Yayınları'ndan almak istediğimiz kitap kalmadı.

Kitaplarımı toplu görürsek;

Uzun bir yazı oldu umarım sıkılmamışsınızdır :)

Pudram ve anneciğine her şey için teşekkürler. 

Harika ve çok keyifli bir fuar ve gezme süreci oldu ^^

Sevgiler... 

2 Mayıs 2014 Cuma

Sasha Grey - Juliette Cemiyeti

Kitap Adı: Juliette Cemiyeti

Yazar: Sasha Grey

Çeviri: Müge Hestbaek

Orijinal Adı: The Juliette Society

Yayınevi: Pegasus Yayınları

Basım Tarihi: Mart 2014

Sayfa Sayısı: 350

İlerlemeden önce bazı şeyleri

netleştirirsek iyi olacak.

Sizden üç ricam var.

BİR

Bu noktadan sonra okuyacağınız hiçbir şeyden rahatsız olmayın.

İKİ

Utangaçlıklarınızı ardınızda bırakın.

ÜÇ

Bundan sonra görüp duyacağınız her şey aramızda kalacak.

Catherine sinema bölümü öğrencisi. Hayatı okul ve ev arasında geçiyor. Sevgilisi Jack'le birlikte yaşıyor. Jack ise seçimlere hazırlanan Bob adında birinin yardımcılığını yapmaktadır. İşleri yoğun olduğundan Catherine'e pek ilgi göstermemektedir.

Catherine'in okul hayatındaki eğlencesi ise öğretmeni Marcus hakkında fantazi kurmaktır. 

İç seslerini ve düşüncelerini rahatça duyduğumuz Catherine, Jack'in ve Marcus'un ilgisizliği sonucu kendi zihninin yaratıcılığına döner, diğer yandan da başka arayışlar içine girer.

Bu süreçte cinsel konuda hiçbir sınırı olmayan Anna ile tanışır. Bu tanışma ona adını bile daha önce duymadığı Juliette Cemiyeti'nin kapılarını açar. 

Julitte Cemiyeti über zengin iş adamlarının fantazilerini gerçekleştirdiği bir cemiyettir.  

Bırakın varlığını, adı dahi bir sırdır. 

Sasha Grey sansasyonel bir isim. Böyle olunca beklentiler oluşuyor. Yaşadıklarını mı yazdı acaba diye? Ancak kitabın beklenilenle pek alakası yok gibi. Hem var hem yok. Çünkü Sasha bu kitapta cinsellik yazmamış, cinsellik hakkında yazmış. O nasıl oluyor derseniz, Catherine'in üzerinden cinsel sahneler yazmak yerine Catherine'in arayışları, cinsellik üzerine fikir yürütmeleri, fantazileri üzerinden cinsellik hakkında yazmış. Olaylar sanki olduğu için değil de Catherine üzerinde düşünsün çıkarımlar yapsın diye yazılmış gibi. Hemen hemen tüm boyutları üzerine konuşulmuş. Spermden politikacılara kadar her konuda çıkarımları var Catherine'in, kendi içinde tutarlı, kendine göre doğruları... 

Sasha'nın kalemini sevdim. Çok ama çok akıcı yazmış. Ayrıca anlatımı oldukça gerçekçi. Olduğu gibi yazmış, ne özendirmiş, ne de aşağılayarak tiksindirmiş. Bu da akla yazarın bu yaşamı gördüğünü, gerçekten bilgi sahibi olduğunu düşündürüyor. 

Yoksa bu kadar gerçekçi ve olduğu gibi yazmak zor.

Bazı şeyler havada kalmış gibi hissettirse de yer yer, hayattan kesit almış gibi. 

Ayrıca öyle uç bir cinsellik anlatımı yok.

Sevdim.

Türden rahatsız olmayacaklar için farklı ve hoş bir okuma olacaktır.  

PUANIM: 

Kitabı birlikte okuduğumuz

Kitap tutkusu'nun yorumu:

http://kitaptutkum.blogspot.com.tr/2014/05/juliette-cemiyeti-sasha-grey.html

Pudra tozu'nun yorumu:

http://pudratozu.blogspot.com.tr/2014/05/sasha-grey-juliette-cemiyeti-bilinmeyen.html

1 Mayıs 2014 Perşembe

Kocan Kadar Konuş - Şebnem Burcuoğlu

Kitap Adı: Kocan Kadar Konuş

Yazar: Şebnem Burcuoğlu 

Yayınevi: Dex Kitap 

 Sayfa Sayısı: 218 

Basım:  2014

"Bir insana bir insan herhalde yeterdi. Fakat o da olmayınca?"

Eskiler evlenme yaşını sandalyeye oturduğunda ayakların yere değip değmeme durumuna göre ölçermiş.Şimdilerde kıstas, okul bittiyse, belli bir yaşa gelindiyse evlenme zamanının geldiği üzerinedir. 

Yazarın deyimiyle garibim Türk kızı Efsun, esprili, iç sesi pek geveze :p, evlenme yaşı geçti geçecek, evde kalmışlar kategorisine girmiş girecekken hala işiyle evliydi, bir türlü doğru adamı bulamamıştı.

"Peki, bu üç kişi de senin hiçbir şeyini takdir etmedi mi diye sorarsanız, etti tabi ki. Evliliğe olan negatif bakış açımı çok takdir ettiler mesela. 'Helal sana, klasik Türk kızı kafasında değilsin," dediler. Sonra üçü de beni aldattıkları kızlarla evlendi."

Efsun'un ailesi ise evlere şenlik. Türünün son örneği kişilerden oluşmuş ailenin, en önemli ortak yönü Efsun'un ve bilimum bekar canlıların tez evlenmesini istemeleri.

En el altındaki kurban Efsun!

Efsun'u öyle kalıplara sokmayaçalışıyorlar ki, kişiliğinin dışında müstakbel gelin adayı kalıplarına sokmaya çalışıyorlar, trajikomik. Hem üzülüyor, hem gülüyorsunuz. Tam kara mizah!

Kitap sosyolojik olarak toplumun evlilik algısı ve baskısını, anlatım tarzı olarak absürdlük ve esprili bir dili, konu olarak ise bu proje altında insanın kişiliğinden ne derece ödün verebileceğini benimsiyor kısaca.

Toplumsal gerçeklerin çoğunu ele almış bu konuda kitap.O yüzden çoğu bayanın Efsun'da kendini bulması olağan.

Çok hızlı, eğlenceli başlayan kitap ilerledikçe Efsun'un kendini içinde bulduğu durumlar baştaki hissi silmeye başlıyor. Bazı kısımlar ise biraz inandırıcılıktan uzak.

En sevdiğim iki öge, esprili dil ve hayali arkadaş olarak seçilmiş olan Sabahattin Ali!!! 

"Beni böyle de sevecek misiniz Sabahattin Ali?"

"Ben sizi her halinizle bir dost olarak seviyorum. Bu dalgalanmalarınızı da, sinirli ve isyankar hallerinizi de, mutlu olduğunuz anları da, sessizliğinizi de. Hepsini seviyorum. Birini sevmek böyle bir şeydir. Her şeyiyle seversin. Sizi de biri böyle sevecek, inanın bana."

Bu tür genellikle bana hitap etmez ama okurken eğlendim. Hitap edenlerin zevkle okuyacağını düşünüyorum. 

PUANIM: 3,5

** Dex Kitap'a teşekkürler :)