30 Ağustos 2014 Cumartesi

SUPER JUNIOR'un Nefes Kesen Comeback'i : MAMACITA

Super Junior harika bir parça ve kliple comeback yaptı, aklımızı aldı!!! *_*

Yerimde duramadığımdan hemen klibi ve şarkıyı inceliyelim. Ardından şarkı bana neler hissettirdi bakalım? ^^

Teaser'da ve resimlerde zaten bir Vahşi Batı konsepti olacağı belliydi. 

Canlı Performans İçin TIKTIK!

Bu klip klasik Suju kliplerinden biraz farklı diyerek başlıyorum. Konseptli bir klip ve her üye bir karaktere bürünmüş.

 Üşenmedim yukarıdaki fotoğraf hariç hepsini kendi emeğimle screenshot aldım :p

Leetuk'la başlıyoruz. Kendisi görüldüğü üzere azılı bir suçlu!

Normalde uslu çocuk tipine sahip olan Leetuk, bu kötü karakteri harika canlandırmıştı :D

 "Wanted!'"

Ayrıca geçirdiği zor zamanlardan sonra Leeteuk'u böyle toplanmış görmek beni çok mutlu etti.

Suju'yu çok seviyorum ama beni tanıyanlar iyi bilir Siwon'a hiçbir zaman ısınamadım. Son zamanlardaki bıyık merakını da anlayamıyorum açıkçası :D Tipe bak ! 

Sungmin Sshi *_* Çok seviyorum Minnie'mi. Yeni saçlarını çok yakıştırdım. Böyle bir tatlılık yok

Şu meslek seçme işini gerçekten çok uyumlu yapmışlar ^^

Bir tek Eunhyuk'un  boğa güreşçisi olmasını anlayamadım. o.O Kovboy olaydın, kement sallayaydın bari annem :p

Ryeowook, annem nasıl yakışmış berberlik sana. Hele herkes tehlikeli işler yaparken o korkmaların bitirdi beni :)

Malesef aldığım resimde belli olmuyor ama Donghae'nin saçındaki lacivert renge bayıldım! Donghae her zamanki gibi taş.

Offff *_* 

Resmen aşkım yeniden depreşti diyerekten fangörl girişi yapayım *_*

En, en, en uyumlu Kyuhyun'un meslek olmuş bence! 

Ve siyah saç + bu tarzı çok yakıştırıyorum!

Aynı sahneyi 3 milyon kere geri sarar mı bir insan??

Heechul annyong! ^^ 

Heenim'e nasıl yakışıyor siyah saç! Kyu'mdan sonra direkt dikkatimi çeken 2. isimdi  Heechul. Üstelik yelek giymiş! Bu klipte çok çok çok  beğendim kendisini. 

Kangin'i o sırma sarı saçlarla ve aşk yaşadığı karpuzuyla görüp kahkaha atmayan olmuş mudur? :D

Ve karpuzu kırıldığındaki o acı, o hayal kırıklığı :D Yastayız :(

Karakterlerimizi tanıdıktan (!) sonra gelelim klibe. 

Klip dediğim gibi akıllara zarar gerçekten. 

Görsellikle başladım, öyle devam edeyim.

Öncelikle Super Junior'ın klasik aynalı odada dansedelim, heyoo! şeklindeki konsepti dışında olması beni direkt olaya çekti. 

Üstelik roleplay'e girmiş olmaları çok güzel.

Ve, ve bunu sunuş biçimleri tam bir komedi!

Olmuş annem konsept :D

Ha aynalı oda yok mu? Tabi ki var! Yoksa maazallah Suju olduğunu anlamazdık! o.O

Ama ama ne oda!

Her şeyden öte, kıyafetlere ayrı bittim!

Kırmızı-siyah birlikteliğine ölürüm! Üstelik tasarımı da harikaydı! Beni burada bırakıp gidin *_*

Not: Siwon'u gördüğümde ben! -_-

Nakarat sonundaki o kafaya vurma hareketini çok sevdim.. :)

Unutmadan 2. dans kıyafeti olan bu lacivert kıyafetleri de çok beğendim. 

Şimdi gelelim iç eriten sahnelere! Come with me!

Sahne 1: İçimin yağları eridi konulu sahne!

Leeteuk yani azılı suçlumuzun çakma şerif Siwon'u vurduğu sahne! Off, bunu ben yapaydım dedim :D Sol alttaki pozu da ben vereydim dedim. 

Sahne 2: İç acıtan sahne!

Bir karpuzla bile mutlu olan kasaba güzeli Kangin'e yapılır mı bu kötülük! :'(

Boyunuz posunuz devrilsin! -_-

Kangin'in sarı saçlarını çok beğendim bu arada! Tabi bu rapunzel halini değil, dans kısımlarındaki kısa halini :p

Sahne 3: Bir Sungmin var benden içerü konulu sahne!

Evet, bu sahnedeki Sungmin aslında benim. Kyu'yu böyle gören ben :( 

Parçada da klipte de en sevdiğim kısımlar yine Kyu'ya aitti. Bana bakmayın ben taraflıyım :D 

Nasıl tutmayayım? Şu resimlere bakın :(

2. sırada da tabi ki Heenim geldi bu klipte. Tarzına bayıldım, senin saçların hep siyah olsun bence. Siwon -_- 

Bonus Sahne: Klibi yanlışlıkla donunca çıkan sahne :D

İyi güldüm bu kareye :p 

----

Şarkı, melodi, danslar!

Bayıldım!

Klipte gözümü tırmayalan, sevmediğim tek şey olmadı! (Eunhyuk'un boğa güreşçiliğini saymazsak)

Kyu'nun çıkış yaptığı kısımlarını parçanın ayrı bir sevdim.

Akılda kalıcı, neşeli, yer yer komik ve başarılı bir şarkı bana göre.

Ne yazsam ay bayıldım, öldümle gideceği için çok da cıvıtmak istemiyorum.

Bana göre çok memnun edici, beklediğimden de fazlasını aldığım bir comeback oldu!

Sizce?

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Namazın borcu olmaz

‘Hiç namaz borcum yok.’ diyen kişinin bu cümlesi bize ne kadar ütopik geliyor değil mi? Tarihte birçok namaz kahramanı var ki namaz borçları olmadığı için onlara ‘sahib-i tertip’ deniyor. Böylesi namaz düşkünleri günümüzde de yaşıyor.Hiç namaz borcun olmadığını bir düşünsene?’ cümlesi yükseliyor bir dost meclisinde. O an eşya bile derin bir sessizliğe gömülüyor. Belli ki herkes namaza kaç yaşında başladığını, ne kadar namaz borcu olduğunu hesap ediyor. Birisi dört yıllık namaz borcunun 7 bin 300 vakte denk geldiğini belirtiyor, diğeri iki yıllık borcu olduğunu söyleyip diğerine göre bir nebze daha rahat nefes alıyor. Namazında hassas bir arkadaş, tertip sahibi olmaya niyetlendiğini söyleyince ‘Biz tertipsiz miyiz?’ şeklindeki boş bakışlar ona yöneliyor. Dostumuz, namaz borcu olmayan kişilere sahib-i tertib dendiğini aktarıyor. ‘Bir insanın nasıl olur da hayatı boyunca hiç namaz borcu olmaz?’ sorusu zihin sınırlarımızı zorlasa da arkadaşımız 96 yaşındaki dedesi Hasan Yenilmez’in ömrünü namaza adadığını anlatıyor. Küçük yaşlarda namaza başlayan ve ömrü boyunca bir vakti dahi aksatmayan Hasan dede, bir süre önce alzheimer olmuş. Beş dakika önce yediği yemeği unutsa da namazları unutmuyormuş. Bazı vakit namazları eksik değil, fazla oluyormuş. İkame ettiği namazı tekrar tekrar kıldığı vakiymiş çünkü.10 yıl önce ruhunu Rahman’a teslim eden ve Beşiktaşlı Hüseyin Baba diye bilinen Hüseyin Adıyaman da tam bir namaz aşığı imiş. 106 yaşında vefat eden Hüseyin amca, günde iki saatini uykuya ayırıyor, geri kalan vaktini ibadetle geçiriyormuş. Öyle ki son demlerinde, “35 yıl namaz fazlam var.” demiş bir dostuna.Sahib-i tertib bir hanımefendi79 yaşındaki Çiçek Aksoy da tertip sahibi bir hanımefendi. Yedi yaşından beri vakit, 14 yaşından beri nafile namazlarını tastamam kılan Çiçek teyzenin öyküsü de bir hayli dikkat çekici. Çünkü o evlatlık verildiği aile tarafından rahibe okuluna gönderilmiş. Namaz hassasiyetini nasıl kazandığını merak ediyoruz, teyzemiz ser verip sır vermiyor. Sözü yeniden namaza getiriyor, namaz kılmayanlara, “Sabi misin, deli misin, ölü müsün ki sana açılacak olan kurtuluş kapısını çalmıyorsun?” diye soruyor. Biz alarm kurup sabah namazına kalkmak için nefsimizle yaka paça olurken o, hayatını namaz merkezli yaşadığı için uyanamama gibi bir derdi yok. Biyolojik saati devrede. Gençliğinden beri “Saat on, yatağa kon.” deyip erken uyuyan teyzemiz, “Saat üç, yataktan uç.” düsturunu baştacı etmiş. Yıllardır da teheccüde kalkmadığı gece yok, felçli olmasına rağmen...50 yaşında tasavvufla tanışıp ehl-i tarik olan Çiçek teyzenin özel dua saatleri olduğunu anlatan torunu bir anektod paylaşıyor bizimle: “Evi tahta kurusu sardığı bir dönemde anneannem ‘Allah’ın, benim peygamberimi haşereler yemiyordu, ben de O’nun ümmetiyim. O’nun hatrına beni de yemesinler’ diye dua etti. Sahiden de ona haşereler ilişmedi.” diyor ve okumaktan yıpranmış Kuran-ı Kerim’i gösteriyor.32 yaşında bir sahib-i tertibNamazla beslenenler ona doyar mı? Doymak bir kenara… O namaz âşıkları ki farzı iştiyakla ikame eder, her selamda ‘Daha yok mu?’ der ve nafileden nafileye koşar. Tekbirlerle başlattığı miraç yolculuğunu hayır dualarla noktalar. 32 yaşındaki Yahya Canan da işte böyle namaza doymayanlardan. Sekiz yaşında başladığı namazı dün gibi hatırlıyor. Babası beş vakit kılarsa hediye vereceğini söyleyince heyecanla sarılmış seccadesine küçücük elleriyle. O gün bugündür de günde beş defa kavuşmuşlar, bir vakti ertelemeden. Canan, çocukların İslam fıtratı üzerine doğduğunu, doğru örnek olunduğu takdirde nesillerimizin namazla hemhal olacağını anlatıyor. Namaz hassasiyeti konusunda annesinin dualarını derinden hissettiğini dile getiriyor, ailesinde güzel örnekler gördüğünü belirtiyor ki kendisinden iki yaş küçük kardeşi de sahib-i tertib.“Namaz nefsinize hiç mi ağır gelmiyor, sürekli kılmak usanç vermiyor mu?” diye soracak oluyoruz. “Yemek yemek, uyumak gibi ihtiyaçlar usanç veriyor mu? Ya da nefes almaktan bıkıyor musunuz?” şeklindeki soruyla mukabele ettikten sonra, “Namaz benim en şiddetli ihtiyacım.” diyor. Kanının kaynadığı devirlerde arkadaşlarına uyup namazı erteleme ihtimalinden söz edecek oluyoruz. Yahya Canan, bu konuda kesinlikle taviz vermediğinden bahsediyor. Arkadaşları da onun bu keskin yönünü bildiği için ses çıkarmazmış. Ona uyup namaza iştirak eden de olurmuş, etmeyen de.“Sağlık durumunuzdan dolayı da mı namazı ertelediğiniz olmadı?” sorumuza, “Başımdan dört saat süren bir ameliyat geçti. Narkozun etkisiyle namazı sormuşum. Çok şükür o gün de bir aksama olmadı. Niyetiniz sağlam olunca ve tüm ayarlamalarınızı namaza göre yapınca Allah her zoru kolaylaştırıyor.” cevabını veriyor. Motivasyon kaynağının Allah rızası olduğunu ifade ediyor: “İnsan sevdiğini memnun etmek istemez mi? Ben de O’nu (celle celalühû) hoşnut etmek için çabalıyorum.”Mevzuyu derinleştirmek istesek de Canan, bu kadarının kâfi olduğunu söylüyor. “Bu mesele Allah ile kul arasında. Bu kadar konuşmam bile doğru değil.” diyor. Nitekim onu bin bir türlü ricayla ikna etmiştik. Daha fazla ısrar etmeden namazıyla baş başa bırakıyoruz.Bir farzı eksiksiz eda etmek herkese nasip olmuyor. Hele de günün beş vaktini vakfettiğimiz bir ibadetse. Namazını kaçırmadan ömrünü devam ettirerek sahib-i tertib olabilmek ise ayrı bir hassasiyet istiyor. Fethullah Gülen Hocaefendi bizi bu konuda duaya davet ediyor: “Allah’ım! Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz namazı hangi enginlikte ikâme ediyor idiyse, bana da o idraki lutfeyle; namazın manasını benim ruhuma da duyur. Rabb’im, ben de Peygamber Efendimiz’in eda ettiği gibi namaz kılmak ve onu benliğimin bütün zerrelerinde duymak istiyorum, namaz esnasında Sen’den başka bütün mülahazalara karşı kapanmayı ve tamamen namazlaşmayı arzu ediyorum. Ne olur Allah’ım, bu lütfunu bana da nasip eyle!”Sahib-i tertib ne demektir?Beş vakitten fazla namazı kazaya kalmamış olan kimseye ‘sahib-i tertib/tertip sahibi’ denir. Kaza borçlarının hepsini ödeyen kimse de tertip sahibi olur. Bu kimselerin kaza namazı ile vakit namazı arasında sıraya uyması şart. Namazı kazaya kalırsa öncelikle onu kaza etmesi, sonra içinde bulunduğu vaktin namazını kılması gerekir.Sahib-i tertib kaza namazını nasıl kılar?Örneğin tertip sahibi kimse, sabah, öğle, ikindi ve akşamı kazaya bırakırsa ve bunları sırasıyla eda etmeden yatsıyı kılarsa, yatsı namazı bozuluyor. Bu hususta hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Kim bir farz namazı kılmayı unutsa, imamla başka bir namaza durmuşken hatırlasa, o namazını imamla kılsın, namazını bitirince, unuttuğunu kaza etsin. Sonra imamla kıldığını da iade etsin.”Hendek Savaşı’nda, harbin şiddetinden ötürü Müslümanlar, öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamayıp kazaya bırakır. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sırasıyla önce kazaya bırakılan namazları kıldırır, sonra da içinde bulundukları vaktin namazını eda eder. Bundan dolayı Şafiî mezhebi dışındaki diğer üç mezhebe göre, üzerinde beş veya daha az vakit kaza namazı bulunan kişinin bunları hem kendi içinde sırasına göre hem de yeni farz olan namazı eda etmeden önce tertip üzere kılması gerekir.Tertip düşebilir mi?Tertip, üç durumda düşer:1. Kazaya kalan namazların sayısının vitir dışında altı vakit ve daha fazla olması.2. Vaktin hem kaza hem de vakit namazı kılmaya yetmeyecek kadar sıkışık ve dar olması.3. Vakit namazının kılınışı sırasında kazâya kalmış namazı olduğunun hatırlanmaması.Tertip düştükten sonra, kaza için belirli bir vakit kalmaz; mekruh vakitler dışında istediği zamanda kaza namazı kılınabilir. Mekruh vakitlere girmemesi şartıyla, sabah namazından ve ikindi namazından sonra da kaza kılınabilir.Merkez Efendi, cemaatsiz kılmamışBüyük bir âlim olan Merkez Efendi de sahib-i tertiblerden. O, 88 yıllık ömrüne sığan bütün namazlarını cemaatle kılar. Öğle ve yatsıda cemaate yetişememişse, namazını kılanlara, “Hayatımda hiç cemaatsiz farz namazı kılmadım. İmam olayım da sizlerle namaz kılalım. Aynı namazı tekrar kılmanın zararı olmaz. Sonra kıldığınız nafile olur.” der ve namazı mutlaka cemaatle eda eder.

22 Ağustos 2014 Cuma

Günahlar hafızanın üzerine ağ örüyor

Yorgunluk, uykusuzluk, heyecan, stres, üzüntü, guatr, şeker hastalığı, epilepsi... Hayatımızı zorlaştıran unutkanlığın maddi sebeplerini bulmak kolay. Peki ya manevi sebepler? Bende unutkanlık başladı doktor bey.- Ne zamandan beri?- Ne ne zamandan beri?Bu diyalog iki balık arasında değil, hasta-doktor arasında cereyan ediyor gözümüzün önünde. Doktor şaşkın, hasta mahcup. Çeşitli tetkiklerden sonra doktor, depresyon dolayısıyla sinir sisteminde işlev bozukluğu olduğunu anlatıyor. Bu da dikkat dağınıklığını ve unutkanlığı beraberinde getiriyor. Stres, üzüntü, yorgunluk, uykusuzluk, heyecan, guatr, şeker hastalığı, epilepsi… Tıbbî açıdan hafızayı zayıflatan onlarca sebep sayılabilir. Gelin görün ki unutkanlık en sağlıklı olanlarımızın bile semtine uğruyor. “İlacımı aldım mı? Çayın altını kapattım mı? Kapıyı kilitledim mi? Bugün günlerden neydi? Rüyamda ne görmüştüm? Banka şifrem neydi?” derken uzayıp gidiyor liste.Hayatımızı zorlaştıran unutkanlığın maddi sebeplerini bulmak kolay ancak manevi açıdan bir dizi tahlil yapmak bize düşüyor. Harama bakmaktan tutun kerahet vakti uyumaya varıncaya dek birçok manevi sebep hafızayı zayıf düşüren illetler arasında yer alıyor.Mana büyüklerimiz, günahların hafızayı körelttiğini beyan ediyor. Onlar, şehevî hisleri tetikleyen her adımın fıtratı bozup hafızayı kuruttuğuna dikkat çekiyor. Örneğin, Ebu Ali Rûzbârî (ra) harama bakmanın tabiatı bozacağını, hasta tabiatların hem kişiye hem halka afet getireceğini dile getiriyor. Zünnûn-i Mısrî de benzer bir yaklaşım sergileyip bedenin şehvete esir düşmesi halinde fıtratın bozulacağını ifade ediyor. Bu konuda en çarpıcı beyan Ebu Ali Dakkak’a ait belki de. O, “Harama bakmaktan kaçanın feraseti (zihin uyanıklığı) şaşmaz.” diyor kesin bir dille. Mana erlerinin beyanları, fıtrat bozulmasını nazara veriyor. Nitekim Fethullah Gülen Hocaefendi de ‘Ölümsüzlük İksiri’ adlı eserinde fıtrata aykırı davranışların hafızayı zayıflattığını söylüyor. “İnsanların zihin selametini görüp gözettikleri ve fıtrata uygun yaşadıkları dönemlerde pek çok hafıza dahisi yetişmiştir.” diyen Hocaefendi, Allah Rasulü’nün emriyle on beş günde İbranice öğrenen Zeyd İbn Sabit’i, duyduğu bir cümleyi bir daha asla unutmayan Ebu Hureyre’yi, hafızasında bir milyon hadis bulunan Ahmed İbn Hanbel’i örnek veriyor. Bulanık zihinler, dağınık fikirler ve kirli kalpler sebebiyle hafızaların dumura uğradığını aktaran Hocaefendi, zihin selameti için fıtrata uygun yaşamanın önemini vurguluyor.Harama bakmak hafızayı kuruturHaram bakış, sadece kalbi karartmakla kalmıyor, hafızayı da kurutuyor. Bir kara delik gibi zihinde yer alan tüm bilgileri karanlığa çekiyor, çekemediklerini de gölgeliyor. ‘Gözümü Haramdan Nasıl Korurum?’ kitabının yazarı Yusuf Güven’e göre harama bakmak bir bağımlılık; tıpkı sigara, alkol, kumar bağımlılığı gibi… “Bunların harama bakmakla ne alakası var?” diye düşünebilirsiniz. Ancak tüm haramlar benzer özellikler taşıyor. Alkolü görünce onu içmekten kendini alamayanları düşünelim. At yarışlarına düşkün olanlar da her fırsatta kendini ganyan bayilerinde bulur mesela. “Çevremde böylesi yok.” diyorsanız uzağa gitmeye gerek yok. ‘Kardeşinin ölü etini yemek’ ile eş değer olan gıybet, yakamızda! Gıybetle hemdem olan biri, farkında olmadan bir süre başkaları hakkında konuşmazsa çatlayacak hale gelmez mi? Bunların toplamına baktığımızda harama nazarın tiryakilik oluşturduğu aşikâr. Güven, “Alışan gözü alıkoymak çok zor. Bakan kişi farkında bile olmadan bağımlı hale gelir. Kalp gözü kör olmasa da çoktan şaşı olmuştur.” diyor. Kaldı ki Efendiler Efendisi (sas), “Erkeğin kadına, kadının da erkeğe (şehvetle) bakması haramdır.” buyuruyor. Bize de harama meylettiğimiz anda Mümin Sûresi 31. ayetini hatırlamak düşüyor: “Gözlerini haramdan sakınsınlar…” Meselenin hafızayı kurutan yönünü merak ediyoruz. Yazar Güven, birçok Allah dostunun, “Harama nazar, nisyan (unutkanlık) sebebidir.” görüşünde birleştiğini ifade ediyor. Bediüzzaman’ın bir delikanlıyla yaşadığı hadise, konuya örnek teşkil ediyor: Genç bir hafız Üstad’a gelip unutkanlaştığını anlatıyor. Üstad, “Mümkün olduğunca harama nazar etme. Çünkü rivayet var; İmam-ı Şafii’nin dediği gibi haram-ı nazar, nisyan (unutkanlık) verir.” diyor. İki yıl önce Hollanda Radboud Üniversitesi’nde yapılan araştırma da meseleye bilimsel açıdan ışık tutuyor. Psikiyatristlerin yürüttüğü araştırmaya göre, erkeğin beyni güzel kadın karşısında kısa devre yapıyor. Erkek, güzel kadınla ders çalışırken dikkatini toplamakta zorlanıyor, işyerindeki birkaç dakikalık konuşmadan sonra erkeğin beyin fonksiyonlarındaki verimlilik azalıyor. Görüldüğü üzere, haram görüntülerin harekete geçirdiği mekanizma dolayısıyla, vücuttaki enerji boşa harcanıyor, algılamada ve yoğunlaşmada sorunlar yaşanıyor.Burada kontrolsüz hayal kurma kavramı devreye giriyor ki Üstad bunu vücut israfı olarak değerlendiriyor: “Harama nazar arttıkça nefsanî hisler heyecana gelir. Vücudu suistimal eder ve israfa girer. Kişi, haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Bu da onun hafızasının kuvvetine zafiyet getirir.” Kerahet vakti uyumak beyni hantallaştırıyorUyku; yeme-içme, nefes alıp verme gibi temel bir ihtiyaç. Öyle ki Furkan Sûresi 47. ayette, “Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu istirahat, gündüzü de dağılıp çalışma zamanı olarak yaratan O’dur.” buyrularak uykunun bir istirahat olduğuna dikkat çekiliyor. Allah Resulü de bu istirahat vakitlerinin hususiyetlerine değinip kerahet vaktinde uyumanın mekruh olduğunu beyan ediyor. Sabah namazından sonra uyuyan kızı Hz. Fatıma’yı, “Kızım, uyan bu saatte uyuyarak gafillere benzeme.” diyerek uyarıyor. “Sabah uykusu, tembellik ve unutkanlığa sebep olur.” ifadesiyle de bu vakitte uyumanın hafızayı zayıflattığına dikkat çekiyor.Mezar taşı okumamak mı!Mana erleri zihin kirliliğinin hafızayı zayıflattığına inanır, faydasız işlerden, çer-çöp bilgilerden kaçınırdı. Hatta zihni boşuna meşgul ettiği için mezar taşlarını okumayı bile mahzurlu görürdü. Şüphesiz onlar, meseleyi kendi nezih atmosferinde değerlendiriyordu. Bugün ise bırakın mezar taşı okumayı, sokağa çıktığımız anda gereksiz bilgi yığınları saldırmaya başlıyor biz istemesek de. Gördüğümüz reklam panoları bile başlı başına hafıza işgal kuvvetleri! Araba plakaları, magazin haberleri, haber sitesine girdiğimiz anda sağda solda yanıp sönen müstehcen görüntüler... Zaman Gazetesi yazarı Kerim Balcı bilmediği bir web sitesini açarken, tuvalete girerken okunan ‘Allahümme innî eûzü bike mine’l-hubsi ve’l-habâis’ (Allah’ım, hususi ve umumi bütün kötülükleri bünyesinde toplayan habislerden sana sığınırım.) duasını okuyor mesela. O, bu duayla kendisine bir kalkan oluşturuyor ve hafızasına ilişecek çer-çöp bilgiden, kötü görüntüden Allah’a sığınıyor.Beynimizin 2 buçuk milyon GB hafızası bulunuyor. Bu da 300 yıl süren HD filmin kaydedilebileceği anlamına geliyor. Hocaefendi’nin ifadesiyle, muhteşem bir kapasiteyle yaratılan hafızamız, Allah’ın bahşettiği bir lütuf ve doğru kullanıldığı takdirde dünyalar dolusu bilgiyi ihtiva edecek kadar büyük bir kapasiteye sahip. Hâfıza nimetinin şükrünü eda edebilmek ve onu yaratılışına uygun olarak en güzel şekilde kullanabilmek için de zihinleri silkelemek, gözleri harama kapamak, malayaniyatı terk etmek, tefekkürle zihni geliştirmek, istiğfar ve zikirle dağarcıktaki tıkanıklıkları açmak, ihtiyaç miktarınca yemek içmek, yetecek kadar uyumak ve seher vakitlerinde Hafîz-i Zülcelâl’e sığınmak gerekiyor.Peygamberimiz’den bir tavsiyeBir gün Hazreti Ali, Allah Rasûlü’ne gelir ve Kur’an’ı hafızasında tutamamaktan yakınır, “Bu Kur’an göğsümden uçup gidiyor. Onu ezberimde tutamıyorum.” der. Efendimiz (sas) ona, “Cuma gecesinin son üçte birinde kalk; o, meleklerin şahit olduğu zamandır, onda yapılan dualar kabul edilir. Şayet o saatte kalkamazsan, gecenin evvelinde veya ortasında kalk ve dört rek’at namaz kıl. Birinci rek’atında Fatiha ile Yasin’i, ikinci rek’atında Fatiha ile Duhan’ı, üçüncü rek’atında Fatiha ile Secde Suresi’ni, dördüncü rek’atında ise Fatiha ile Mülk Suresi’ni oku. Tahiyyâtı bitirdiğin zaman Cenâb-ı Hakk’a güzelce hamd-ü senâda bulun. Bana ve diğer peygamberlere de salavât getir. Erkek-kadın bütün mü’minler için Allah’tan mağfiret dile. Bu okuduklarının akabinde de şu duayı söyle!” buyurur. Kitaplarda ‘Hıfz duası’ adıyla yer alan duayı tekrar etmesini ister. Hazreti Ali tarif edildiği üzere bunu beş veya yedi gece yapar. Sonrasında Allah Rasûlü’ne gelip şöyle der: “Ya Rasûlallah! Ben daha önceleri dört-beş ayeti bile ezberleyemiyordum. Fakat şimdi kırk ayet kadar ezberleyebiliyorum. Onu okuduğumda da sanki Allah’ın kitabı gözümün önündeymiş gibi oluyor. Yine önceleri bir hadisi duyup tekrar ettiğimde tam ezberleyemezdim. Fakat, şimdi hadisleri işitip onları rivayet ettiğimde bir harf bile kaçırmıyorum.” (Kur’an’ı hıfz etme namazı ve duası, Mealli Dua Mecmuası’nın 87. sayfasında mevcut.)Güçlü bir hafıza için manevi reçete-Harama bakmayın.-Kontrolsüz hayal kurmayın.-Sistemsiz düşünceden uzak durun, tefekküre yönelin.-Çok uyumayın, özellikle kerahat vakti uyumaktan kaçının.-Selef-i salihinin tavsiyesi üzerine sabahları 21 tane çekirdekli kuru üzüm yiyin.-Kur’an-ı Kerim’den ayetler ezberleyin.-Peygamberimiz’in (sas) bu konuda tavsiye ettiği namazı kılın.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Uzak Doğu Mutfağı Denemelerim: OMURICE (オムライス, 오므라이스)

Rooftop Prince izleyip de canı Omurice çekmeyen var mıdır acaba? Kalleşler, nasıl götürüyorlardı. -_- Olan var olmayan var. -_- 

Omurice aslında Japon menşeili bir yemek. Kore'de de yapılıyor.  Benim öğrenmem Rooftop Prince'le olduğu için böyle giriş yaptım.

İster Omurice Deyin, ister  Omlette Rice, ister 오므라이스, ister オムライス . Ya da Rooftop Prince'deki Çatı Katı Prensimiz gibi "Omiraysu" :D

Uzak Doğu'ya ilgim sadece Kore'yle sınırlı değil, sadece Kore başı çekiyor :p Uzak Doğu Mutfağını seviyorum, Uzak Doğu Restaurant'larında denediğimiz lezzetleri de blogda yazmaya çalışıyorum yer yer. Linkleri yazı sonunda bulabilirsiniz. 

Bunun dışında evde kendim de bir şeyler denemeye çalışıyorum. Ancak tarifteki tüm malzemeleri bulmak malesef ki zor oluyor. (Artık değil.)  Ki şimdi hakkında yazdığım Omurice'ın çakmasının da çakmasını yaptım :p Blogda evde denediklerimi yazayım diye karar vermemin seneyi devriyesi bile geçti, bende tık yok. En baştan başlayayım yazmaya dedim. Devamı gelecek. Gerçi bu yazıdan sonra muhtemelen istemeyeceksiniz devamını :p Gelelim denemeye... 

Bu deneme, Rooftop Prince izleyip, Omurice krizine girdiğimiz bir gün evde ne bulursan yaplı bir tarif oldu. Orijinaliyle birebir değil. Fazlasıyla Turkish :p Tarifi yapalı çok uzun zaman oldu bu arada, 1 yıldan fazla :) O yüzden resimler de pek özenli değil, yaptığımda Kitap Tutkusu'na attığım resimlerdi :D

Nerede kalmıştık? Diziyi izlerken madem bu kadar çok canımız çekiyor, nefsimizi köreltelim dedim ve işe koyuldum. 

Ne mantar, ne biber, ne de başka şeyler vardı :p Dolabı karıştırırken gözüme tavuk, hazır garnitür vs. ilişince bu kadarına razı oldum. 

Sıvıyağ, biraz kuru soğan ve garnitür bana yetti :p Uygun bir zamanda yapıyorsanız yeşil biber, mantarla daha güzel olacaktır. Malzemeleri güzelce soteledikten sonra içine 2 kase uzak doğu usulü pilav koyuyorsunuz. Yani yağsız ve tuzsuz pilav. Güzelce karıştırdıktan sonra başka bir  tavada omlet yapıyorsunuz ama krep gibi hiç karıştırmamanız lazım. Altı pişince üzerine ince bir şekilde yaptığınız iç harçtan koyup tavanın içinde omleti sarıyorsunuz. Sonra ters çevirip altını da pişiriyorsunuz. Tabağa aldıktan sonra ketçapla üzerine zigzag çizdiğinizde omurice'ınız hazır. 

SONUÇ:

Biz denediğimizde beğenmiştik :) Umarım siz de beğenirsiniz. 

Bir de bu hikayenin daha rezil bir devamı var. Garnitür fazla geldi, pilav da.  Evde ıspanak vs. de bulunca kalan malzemelerle çakma bibimbap yapayım dedim, hala gülüyorum kendime. 

Bunları yaptığımda henüz Bibimbap denememiştim. Gaya'daki Bibimbap denememi de aşağıdaki linklerde bulabilirsiniz.

SONUÇ:

Bunu da sevdim. Eldeki malzemeyle olabileceği derecede lezzetliydi. Her zaman malzeme bulmak veya her şeye sahip olmak mümkün olmuyor. Bu tarz denemeler işi eğlenceli kılıyor.

Bu arada malzeme konusunda sıkıntı yaşamıyorum, SMART MARKET ziyaretimi yakında yazacağım. ^_^

Sevgiler :* 

Daha Önceki Uzak Doğu Mutfağı Yazıları İçin:

Blog İkizimle Buluşmamız ve Kore Restorantı Kaçamağımız :)Blog İkizimle Buluşma ve Uzak Doğu Mutfağı'nın Bize Garezi :)

İlk Kez Buluştuk Biz!!! ^_^

Blog İkizimle Bu Kez Japon Restaurant'ı Kaçamağı / Sushi Denememiz

İlk Kez Gittim: Taksim Korean Restaurant & Karaoke Bar

Güney Kore'ye Dair Yazılar İçin TIKTIK!

Tüm Uzak Doğu Yazıları İçin TIKTIK!

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Seni İzliyorum - Irene Cao (Trilogia dei sensi #1)

Kitap Adı:  Seni İzliyorum

Yazar: Irene Cao

Orijinal Adı: Io ti Guardo

Çeviri: Hecer Huseynova Demir

Yayınevi: Orkinos Yayınları

 Sayfa Sayısı: 352

Basım: 2013

Seri: Trilogia dei sensi #1 (Duyuların Üçlemesi)

Serinin Diğer Kitapları: 

#1 Io ti Guardo / Seni İzliyorum

 #2 Io ti Sento / Seni Hissediyorum

#3 Io ti Voglio / Seni İstiyorum

"Bana söz vermelisin."

"Hangi konuda?"

"Bana asla aşık olmayacaksın. (...) Çünkü ben sana asla aşık olmayacağım!"

Bu türdeki klişe kurguyu bilirsiniz. Zengin, yakışıklı, tutkulu ancak aşk istemeyen bir adam. Kendi halinde, tercihen saf, esas oğlan tarafından zorla baştan çıkarılan bir kadın. Ve esas kızdan hoşlanan ama uzaktan bakınca arkadaş gibi görünen mümkünse vefakar, cefakar, her zor anında kızımızın yanında olan ikinci bir erkek. Bu kitap da böyle bir kurguya sahip. Çekici, yaramaz, çapkın, istediğini alan şef Leonardo. Tek derdi restorasyonunu yaptığı freski tamamlamak olan kendi halinde Elena.Ve Elena'yı seven ancak Ele tarafından arkadaş olarak görülen Filippo.Leonardo'ya, Elena'nın restorasyon yaptığı sarayın odası tahsis edilince, ikilinin karşılaşması kaçınılmaz hal alır. Leonardo'nun odasına kadınlar girip çıksa da Leonardo,  Ele'i kestiriyor gözüne ve onu tutkuyla istiyor. Ancak istediği aşk değil. Ele'e farklı deneyimler yaşatmak öğretmenlik yapmak, tutkuyu paylaşmak... Kendisi böyle  diyor en azından. Belki de sadece fantazilerini yaşamak. Ele, Leonardo'ya karşı öyle bir çekim hissediyordur ki, kabul eder.O sırada Filippo da Ele için hamleler yapar. İki ateş arasında kalan Ele, nasıl bir karar verecektir? Ya da karar verecek midir?---Kitapta klişe dışı iki olgu var. Pardon üç.İtalyan bir yazar tarafından yazılmış olmasını sayarsanız tabi. Hikaye İtalya'da geçiyor. Leonardo Ceo değil Şef! Bu kitabı alma nedenim buydu aslında! Şef! Vaaay! diyerek almıştım ama emin olun Leonardo kaportacı da olsa  çok fark etmezmiş, en fazla 2-3 sayfa değişirdi kitapta.  Leonardo'nun şef olması esprisini göremedim ben. Son olarak da esas kızın ille de esas oğlan dememesi. Yan karakter olan Filippo'nun  yaklaşımlarını reddetmesi gerekir değil mi?Hayır!Elena, Leonardo'yu deli gibi istiyor ama kara günler için Filippo'yu da yan cebine koyuyor. Kısaca ümitlerim neresinden tutsam elimde kaldı. Şu şartlar altında kitaba vereceğim en yüksek puan 2'ydi. O da katledilmiş olsa da, klişe konuların dışında "şef" yazmayı denemesiydi yazarın. Ama bir çevirisi var ki kitabın, evlere şenlik. -yor ile yazılmış kitap. Biz buna pek alışık değiliz. Beni -yoruyor, rahatsız ediyor. Okuma hızımı yavaşlatıyor. Burası yazarla alakalı tabi. Çeviri ise böyle demekten hiç hoşlanmasam da çok kötüydü. :( Normalde ufak hatalara pek takılmam. Ama o kadar -yor'dan sonra üzerine gereksiz -dır ekleri retinalarımı isyan ettirdi. Kim günlük konuşmada birini tanıştırırken "Onun adı Leonardo Ferrante'dir." der ki? Çok fazlaydı böyle birebir çevirmeler, gereksiz ekler. y yerine ğ'ler, ğ yerine y'ler gördükçe daha fazla dayanamayan retinalarım yandı. :(Öğlesine mi hatalıydı? diye sorarsanız, öğlesine hatalıydı! Evet, evet kitapta böyle kullanımlar vardı... Bir yandan yayınevinin ilk bastığı kitaplardan olduğu için çok yerden yere vurmak istemiyorum. İşte böyle bir okuma süreciydi benim için. Serinin devamını ancak bir yerlerden elime geçerse okuyabilirim, belki... PUANIM: ♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

15 Ağustos 2014 Cuma

Ahlaklı nesiller için helal lokma

Salih bir insan olmanın helal rızıkla ilgisi nedir? Yediğimiz helal lokma sadece bizim maneviyatımızı mı ilgilendirir yoksa toplum ve nesillere de tesir eder mi?17 ve 25 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını yürüten polislere yönelik sahur baskını sonrasında tutuklanan Emniyet Müdürü Hayati Başdağ’ın ‘Haram lokma yemedim’ sözü yuva yaptı dillere. Başkomiser Tolga Güzeltaş’ın annesi Hacer Hanım da evladının kursağından haram lokma geçmediğini söyledi. Komiser Fevzi Mert’in annesi Emine Hanım da “Oğlumu kuru ekmekle büyüttüm, haram lokma yedirmedim.” dedi ekranlarda. Annelerin helal lokma vurgusu ve kendinden emin duruşu hafızalarımıza kazındı ve gündemin yükünü bu iki kelime çekti günlerce: Haram lokma.‘Salih bir insan olmanın ve ahlâklı evlat yetiştirmenin helal rızıkla ilgisi nedir? Yediğimiz helal lokma sadece bizim maneviyatımızı mı ilgilendiriyor? Topluma ve nesillere de tesir ediyor mu?’ gibi sorular zihnimize musallat olunca ilahiyatçı-yazar Ali Demirel’in kapısını çaldık.Demirel, haram yemeden uzak durma konusunda Kur’an-ı Kerim’in çok keskin sınırlar çizdiğini anlatarak söze başlıyor. Nisa Sûresi 29. ayette geçen, “Sakın haram yiyerek, başkasının hakkını gasp ederek kendinizi mahvetmeyin.” beyanını nazara veriyor. Bakara, Casiye, Maide ve Nahl başta olmak üzere birçok surede helal rızıkla ilgili ayetler olduğuna vurgu yapıyor: “Ayetler, ağızlara giren lokmaların helal mi haram mı olduğu konusunda bizleri dikkatli olmaya çağırıyor. Bu konuda hassas davranmak müminlik gereği.”Ahlâklı nesiller için helal lokmaAnneler, iştahsız çocukları için üzülür. Envai çeşit yemek pişirir, yemeği onların ayağına kadar götürür, yeter ki oğlu-kızı yesin. Peki, ‘yemek yemiyor, yemeği beğenmedi’ şeklinde telaşa kapılan annelerin kaç tanesi “Çocuğum helâl mi yiyor?” diye endişeleniyor. İlahiyatçı yazar Ali Demirel, ebeveynleri bu konuda duyarlı olmaya davet ediyor. Haramla beslenen anne-babadan dünyaya gelecek çocukların (istisnalar hariç) maneviyata kapalı olacağını ifade ediyor.Bu cümlenin çok iddialı olduğu düşünülebilir. Ancak Abdülkadir Geylanî, İmam Şazilî, Şah-ı Nakşibend ve İmam Gazâlî, Said Nursi gibi nice Hak dostunun haram lokma konusundaki beyanları tam olarak bu yönde. Mesela İmam Gazâlî Hazretleri, haram yiyip içen bir kadının sütüyle beslenen çocuğun, ileride çirkin işlere meyledeceğini söylüyor. “Çocuğun şirret olmasının kaynağı haram yemektir.” diyen Gazâli Hazretleri, dikkatsiz davranan annenin bebeğini, haram yemeyen başka bir sâliha kadının emzirmesini öneriyor.Ali Demirel’e göre, onlar bu sahanın hekimleri olarak haram lokmanın haramzadeler meydana getireceğini söylüyor. Ahlâklı, iffetli nesillerin yetişmesinde helal yemenin doğrudan etkili olduğunu belirten Demirel, “Helal lokmayla yetişen ve bunun şuurunda olan bir nesil ancak geleceğe emin adımlarla yürüyebilir.” diyor.Ali Demirel, anne-babaları kazançlarına bir kuruş haram bulaşmaması için hassas olmaya çağırıyor. Zira haram lokma kişinin manevi dünyasını altüst etmekle kalmıyor, onun neslini de doğrudan etkiliyor. Şüphesiz ektiğimiz her tohum, ya zakkum olup başkalarını zehirleyecek ya da kökü yerin derinliklerine uzanan, dalları semaları tutan bir ağaca dönüşerek dallarıyla ve meyveleriyle insanlığa hizmet edecek. Gayr-i meşru yollarla elde edilen kazançla beslenen çocuklar, gün gelecek topluma kan kusturacak. Dolayısıyla yenilen, içilen, giyilen haram ise çocukların saadete ulaşma ihtimalini ortadan kaldırıyor.Bediüzzaman Hazretleri’nin babası Mirza Efendi’yi hatırlayalım. O, evladına haram lokma değmesin diye hayvanlarını otlatmaya götürürken ağzını bezle bağlıyor. Olur da hayvanlar yol kenarında konu komşuya ait otlardan bir dirhem yer diye… Onun bu hassasiyeti, Said Nursî gibi bir âlimin yetişmesine vesile oluyor.Helal ve haram, hayatımızı çepeçevre saran kavramlar. İşlerimizin Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını da bu iki kavram belirliyor. Ancak son yıllarda ‘Helal- haram ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım’ anlayışı hâkim. Üstelik bazı kişiler, kendinde haramı helali belirleme yetkisi görüyor. Yüce Beyan’da “Dilleriniz yalana alıştığı için her şeye ‘bu helaldir’, ‘şu haramdır’ demeyin. Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz, Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremez.” (Nahl116) buyruluyor.Haram lokma bize neler kaybettirir?Midemize inen her helal lokma düşüncemizi berraklaştırır, vicdanımızı geliştirir, kalbimizi diri tutar. Vücutta hikmet, ilim ve marifeti besler, gönülde Allah aşkı uyandırır, imanımıza güç kazandırır. Peki, haram lokma neler kaybettirir? “Haram gıda manevi bir zehirdir.” diyen ilahiyatçı-yazar Ali Demirel’in ifadesiyle, haram lokmanın vücuda girmesiyle manevi hasarlar meydana geliyor, latifeler ölüyor. Haramla beslenen bir vücut, başka haramlara da yakınlaşıyor. Nefsî hazlara olan meyli artıyor, günah kerih görünmüyor. Demirel, “Kişi, namaz, dua ve Kur’an’dan lezzet almıyorsa, kendinde birtakım olumsuz değişiklikler seziyorsa bedenine haram katıp katmadığını araştırsın.” cümlesiyle bizi muhasebeye sevk ediyor. Zira helal lokma tohuma benzer; meyvesi müsbet hareket, yaşatma için yaşama, ibadetlerden lezzet almadır. Haram lokma afyona benzer; insanı gaflete ve daha sonra etrafındakilere karşı zulmetmeye sürükler, Allah’a itaatten uzak bırakır.“Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak, ‘Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!’ diye dua eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!” hadisine dikkat çeken Demirel, sema kapılarının bize açılması için haram lokmadan uzak durmak gerektiğinin altını çiziyor. Nitekim Efendiler Efendisi (sas) haram lokma yiyen kimsenin duasının kırk gün boyunca kabul olmayacağını buyuruyor. Kaldı ki vücuda giren lokmaların ancak kırk gün içinde vücuttan tamamen atıldığı bilimsel açıdan da tespit edilmiş.Salih kul olmak da doğrudan helal lokmayla ilgili. Allah dostlarından Ebu Bekr-i Dükkî Hazretleri’nin veciz ifadeleri konuyu aydınlatıyor: “Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helal lokma koyarsan, azalardan salih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşer. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allah arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz.”Haram lokmayı kustu“Yediği lokmanın nereden geldiğini önemsemeyen kimsenin Allah da hangi kapıdan cehenneme sokulacağını önemsemez.” hadisini baş tacı eden sahabe, haramın bir lokmasından dahi şiddetle kaçınırdı. Yanlışlıkla zekât devesine ait olan sütü içen Hz. Ömer (radıyallahu anh) milletin malı olduğunu fark ettiği anda parmağını boğazına sokar, sütü istifra eder. Haramın kanına karışmasını ve bedeninin bir parçası haline gelmesini önlemeye çalışır. Benzer bir hadise Hz. Ebu Bekir’in (radıyallahu anh) de başına gelir. O da haram şüphesi taşıyan bir lokmayı kusar ve mahcubiyetle, “Allah’ım, midemde kalıp damarlarıma karışan kısımdan da Sana sığınırım.” diye dua eder.

İlk Kez Gittim: Taksim Korean Restaurant & Karaoke Bar

Biriken buluşma yazılarımızdan biriyle daha karşınızdayım. Bu tarz yazıları yazmayı seviyorum :)

Kitap Tutkusu, Pudra Tozu ve ben yine buluştuk tabi ki. 

Ve klasik buluşmamız yine kahvaltıda başladı :)

Ardından daha önce hiç gitmediğim Taksim Korean Restaurant'a gittik. 

Gaya'yı beğenmiş, Seul'den malesef nefret etmiştim. O yüzden burayı oldukça merak ediyordum.

Hoş bir mekan.

Expo'da bahsettiğim kore yemekleri satımı yapan restaurant buymuş işte. O zaman aldığım ıslak mendilde adı Taebeak olarak geçiyordu ancak isim değiştirmişler. Yeni isimleri daha dikkat çekici ve akılda kalıcı bence. 

O zaman kimbap denemiştim, çok beğenmiştim. 

Mekana iyice bakmak istersiniz diye çektim. Köşedeki Tv'de KBS açıktı. 

Menü bu şekildeydi. Bence hoş.

Pudra'nın favorisi Kimchi Jjigae ve iki porsiyon kimbap sipariş ettik. Birer kase de pilav. 

İlk önce mezeler geldi tabi ki. Oldukça zengin ve doyurucu bir meze servisi oldu. Burdan +1 puan aldılar bile. Kimchi, salatalık kimchisi, turp kimchisi, tatlı patates, kabak ve patlıcan.

Her şey geldiğinde soframızın görüntüsü buydu. Tabi sofra tamamlanana kadar mezelerden azıcık tırtıklamıştık -_-

Kimchi Jjigae geldiğinde usulünce kaynıyordu. Gerçi son demlerini çekmişim ben :(

Görsellik on numara. Kimchi Jjigae, harika bir lezzet. Acılı ve sıcak, off.. O yaz sıcağında bile afiyetle yedik. Özellikle kışın çok iyi gideceğini düşünüyorum. Kimbap'ı zaten çok seviyorum :)

Bu da yemeklerimizi yerken çektiğim bir kare. Bazı resimler kaymış, nasıl elim ayağım titrediyse oburluktan :p

Yemekler oldukça lezzetliydi, fiyatlar da buna göre uygundu.

Tabi ki yerel yemeklere göre bir nebze de olsa daha pahalı çünkü ürünlerin çoğu ithal ve bilen kişiler yapıyor.

Dünya mutfağı denediğimizde, yerel mutfağımızla benzer fiyatlar malesef ki bekleyemiyoruz.

Ama işin güzelliği Kore yemeklerinin kişisel porsiyonlar olarak gelmemesi. Yani yemekler zaten 2-3 kişilik porsiyonlarda ortaya geliyor. Bu nedenle arkadaşlarınızla gittiğinizde daha çok çeşit deneyebiliyoruz, hem de fiyatı bölüştüğünüzde çok uçuk rakamlar çıkmıyor. 

Restaurantın adını yazarken Karaoke Bar da eklemiştik değil mi?

Ailenizin casus blogger'ı olarak alt kattaki gündüz kapalı olan Karaoke kısmına da sızdım (cool gözlüklü bir surat)

Burası bar kısmı. (Söylemeye gerek varmış gibi :p )

Burası da karaoke kısmı. Uygun bir gün denemek isterdim açıkçası :D

İşte böyle bir deneyimdi bu da. Korean Restaurant'ı da çok sevdim. Hem sunum, hem yemekler, hem fiyat olarak. Bundan sonra birkaç kez daha gittik. Hem denediğimiz yemekleri, hem izlenimlerimizi yeniden paylaşacağım. Kendi denediğim Kore yemeklerini de en kısa zamanda bloga taşımayı düşünüyorum.

Sevgiler :*

Daha Önceki Buluşmalarımız İçin:

Blog İkizimle Buluşmamız ve Kore Restorantı Kaçamağımız :)Blog İkizimle Buluşma ve Uzak Doğu Mutfağı'nın Bize Garezi :)Ben Her Neysem O Yaşlanıyor ^^İstanbul CNR Kitap Fuarı 2014 ^^CNR Kitap Fuarı - 2. Ziyaret!Kitap Alışverişi ve Tatlı Bir Buluşma ^^

Yine Bir Buluşma, Yine Almak İçin Ölünen Kitaplar, Yine Doctor Who ^^

İlk Kez Buluştuk Biz!!! ^_^

Blog İkizimle Bu Kez Japon Restaurant'ı Kaçamağı / Sushi Denememiz

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

14 Ağustos 2014 Perşembe

Milyonluk Kirli Sır - C.L.Parker (Million Dollar Duet #1)

Kitap Adı: Milyonluk Kirli Sır

Yazar Adı: C. L. Parker

Orijinal Adı: A Million Dirty Secrets

Çeviri: Ilgın Yıldız

Yayınevi: Novella Yayınları

Sayfa Sayısı: 368

Basım: Ağustos 2014

Seri Adı: Million Dollar Duet #1

Serinin Diğer Kitapları:

#1 A Million Dirty Secrets / Milyonluk Kirli Sır

#2 A Million Guilty Pleasures 

"Birbirimize meydan okuyor, sonra da hissettiğimiz sahiplenici duygulardan zevk alıyorduk. Bu ikimizin de keyif aldığı suçluluk verici bir hazdı.

Derken hiçlikten bir aşk ortaya çıktı..."

Yorumu nasıl yazacağımı bile bilemeyecek kadar heyecanla koyuldum yazmaya. Bu yüzden sevdiklerimi  ve sevmediklerimi sıralarsam, daha rahat anlatabileceğimi düşünüyorum.

Ancak şunu rahatça söyleyebilirim ki, Ceo'lu günümüz aşk romanlarında, okuduklarım 

içinde bu kitap bir numaraya yerleşti... Daha ne diyeyim?

Delaine Talbot'ın acilen paraya ihtiyacı vardı. Kendisi için değil. Hayatındaki en önemli kişilerden birini 

kurtarabilmek için. En yakın arkadaşı onu son çare olarak bir kulübün bodrumunda yapılan açık arttırmaya götürdü. Açık arttırmada ne mi satılıyordu? Kadınlar!

Delaine en yüksek teklifi veren kişinin 2 yıl boyunca bir nevi kölesi olacaktı. 

Ancak onu satın alan adamın günah kadar yakışıklı ve ateşli olacağı aklına gelmemişti.

Ev, araba, vücut... Bu adamla ilgili her şey devasa büyüklükteydi. 

Noah, yaşadığı yıkıcı olaydan sonra cinsel ihtiyaçları için daha güvenilir bir seçim olarak görmüştü Lanie'yi.

Aşk olmayacaktı bu ilişkide.

Acaba?

Sevdiklerim:

Kitapla ilgili sevdiğim şeyler o kadar çok ki! Sonu nasıl gelecek bilmiyorum. 

-Konunun özgün işlenişi. Dikkat! Konunun özgünlüğü değil, işleniş şekli. Yoksa biz zengin, 

ateşli Ceo; fakir, masum kız; gizli sırlar, geçmiş travmalar, anlaşmalar konulu çok kitap okuduk. Ama bu hiçbirine benzemiyor. 

-Karakterler! Kızımız bedensel olarak saf olabilir ama tam bir çirkef! Çetin ceviz, 

hazır cevap, sivri dilli, dik kafalı, dayaklık :D

Oğlumuz Ceo ama baston yutmuşundan ya da sindirim sorunları yaşayanından değil. 

Oldukça oyuncu, muzip, sınırları zorlayan cinsten. 

İkisinin atışmaları, inatlaşmaları, iddialaşmaları beni öldürdü; kahkahalarla okudum ^_^

- Noah'ın milyon dolar ödediği Lanie'ye: Benim milyon dolarlık bebeğim" diye hitap etmesi eritti resmen beni... *_*

-Noah! Açık net! :3 İçinde taşıdığı o diğer taraf hele de...

-Lanie'nin popo sevgisi. Evet, evet; o kitap aleminin en popo meraklısı esas kızı. 

Bu konudaki fantazileri kahkahaya boğacak cinsten.

-Kızımınız aşırı vivid hayalleri. Birinin kafasına meteor düşmesini bile zihninde bu kadar gerçekçi canlandırışı çok eğlenceliydi.

-Yazarın kalemi ve anlatımı. Akıcı ve etkileyici yazmış C.L. Parker. Çok sevdim. 

-Kapak çalışması! Kapağa dokununca kadife hissi veren özel bir baskısı olması. 

Ayrıca orijinal kapaklardansa bizim kapakları tercih ederim. En sevdiğim renk ^_^

-İkinci kitabın Ekim ayında bizle olacak olması! 

1. kitabı kapadığımda çok acayip duygular içerisinde olduğumdan 

(spoiler değil, kötü sonla bitiyor diye düşünmeyin), ikinciye sarılmak istedim hemen :(

Sevmediklerim:

Koskoca kitapta sevmediğim tek bir şey vardı ve kitabın ilk yarısında yaşadım bu durumu.

Casus Şeftali!

Aslında Casus Şeftali, Süper Kamış, Muhteşem Popo takma isimleri çok komikti ama başlarda okurken aklıma hep Fifty Shades'teki içimdeki tanrıça geyiği geldi. Bu kadar özgün bir kitapta ufacık da olsa özgünlük dışı bir şey görünce bozuldum açıkçası. Ama ilk yarıdan sonra geyik başka yöne gittiğinden bu rahatsızlığım da ortadan kalktı. 

Şimdilik bazı yerlerde bu muhabbete kızan ama  yer yer güzeldi de ya diyen dandik bir konumdayım. Tam karar veremedim :(

Bonus: -David -_- , Julie -_- ( Spoiler veremiyorum, kısaca böyle -_- )

----

Atladığım bir şey var mı bilmiyorum ama türü seviyorsanız bayılacağınızı düşünüyorum. 

PUANIM: ♥♥♥♥♥

ALINTILAR

 

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Anlaşmalı İlişkiler&Evlilikler ve Bu Konuda Yazılmış Kitaplar

Romanslarda en sevdiğim konulardan biri de zoraki veya anlaşmalı yapılan evlilik ya da birlikteliklerdir.

Günlük hayatta dehşet verecek bu konu kitaplarda oldukça eğlencelidir çünkü. :) 

Resim olarak da çok sevdiğim filmlerden biri olan Kiralık Nişanlı / Wedding Date'i koyuyorum. ^_^

Kendisi de bu konuda yazılmış Asking For Trouble kitabının filme alınmış hali. O kitabı da blogda yorumlamak istiyorum.

Günümüzde geçen kitaplarda bu konu şu şekillerde işlenir genelde;

-Kızın  borcu vardır, borcunu ödemek için zengin biriyle evlenir/sevgili olur.

-Kız/Erkek kendisine kalan mirası alabilmek için evlenmek zorundadır.

-Kız ortadan kaybolan erkek kardeşini/ağabeyini aramaktadır. Karşısına abisinin kazık attığı zorlu bir adam çıkar ve abisinin yaptıkları için esasoğlan kızı esir tutar.

-Kızın/Erkeğin ailesinden biri çok hastadır, ölmeden bahsi geçen kişinin mürüvvetini görmek istemektedir. 

-Soy devamı ya da yine miras için çocuk sahibi olmak isteyen kişilerin de başvurduğu yöntemlerden biridir. 

-Kız birini kıskandıracaktır ya da bir ortamda yapayalnız kız kurusu olmadığını ispat edecektir. Sevgili kiralar.

-Erkeğin tarihi aşk romanıysa metrese, günümüz aşk romanıysa toplum önünde onu temsil edecek bir sevgiliye ihtiyacı vardır. 

-Erkek, statü veya para elde etmek için paralı ama toplumun gözünden düşmüş birini aramaktadır.

-İkili bir gece birlikte olurlar, kazara hamile kalınca kızımız, mecburen evlenirler.

-Kız/Erkek, çocuğuna bakacak ilgilenecek 2. bir ebeveyne ihtiyaç duymaktadır.

-Kız/Erkek yapacağı bir görev, gideceği bir yer için evli olmalıdır. 

-Arada düşmanlık olan iki aile, düşmanlığı bitirmek için çocuklarını evlendirir. 

-Ya da kızın ailesinden biri hastadır ve tedavi için para denkleştirmesi gerekmektedir. Aynı tur kitabımız Milyonluk Kirli Sır'da olduğu gibi ^^

Örnekler çoğaltılabilir :))

Birbirini hiç tanımayan veya birbirlerinden nefret eden iki kişinin zamanla birbirlerini sevmelerini okumayı çok seviyorum. Didişmeleri, kavgaları da ayrı bir komik oluyor. Zaten kitapların insanlara sağladığı en güzel şeylerden biri de gerçek hayatta olmayacak veya korkunç olacak şeyleri insanlara zevkle okutması olmalı. 

Gelelim bu türdeki kitaplara. Tabi ki hepsinden bahsetmem mümkün değil. Kolaylık olsun diye tür tür ayırdım. Bir de okuduklarıma öncelik vereceğim. :)

Historical Romance

Güllerin Fısıltısı: İki düşman ailenin çocuklarının düşmanlığı bitirmek için evlendirilmesini konu alıyor. 

Bazıları Ateşli Sever:  İstemediği biriyle evlenmekten kaçabilmek için hapisteki bir adamla evlenen kızımızın hikayesi :)

Düşler Krallığı: Babasının düşmanı tarafından kaçırılan ve onunla evlenmek zorunda kalan Jennifer'ın hikayesi.

İçinde Aşk Saklı: Başkasını severken, babasının para nedeniyle anlaşma yaptığı ve hiç tanımadığı biriyle evlenmek zorunda kalan Whitney'nin hikayesi. 

Gönlünü Kimseye Kaptırma: Erkek kardeşini aramak için taşradan şehre gelen Agatha, bekar bir bayan olarak bu yolculuğu yapamayacağı için kendine bir koca uydurur. Şehirdeki kadınlar kocasını merak etmeye başlayınca ilk karşısına çıkan erkek olan baca temizleyicisini kocası olarak tanıştırır. Ancak Simon baca temizleyicisi değil, bir ajandır.

Anlaşmalı Evlilik: Evli ancak uzakta yaşayan çift boşanmaya karar verirler ancak kocanın boşanmadan bir şartı vardır. Bir çocuk sahibi olmak. Gigi'nin hayatına yeniden başlayabilmek için bir çocuk doğurması gerekmektedir. 

Sessiz İntikam: Kızımız hemen evlenmezse malına mülküne ağabeyi konacaktır. Evlenip mirasını garantiye almalıdır.

Tutku Mevsimi: ^Nişanlısını kaybeden Aurora, babasının baskısından kurtulmak için evlenmeyi kabul etmek zorunda kalır. Korsanlık ve cinayet suçlamasıyla idam edilmek üzere olan mahkum Nicholas Sabine'i seçer çünkü evlendikten bir gün sonra adam idam edilecektir. Peki ya idam edilmezse?

Sevgim Sana Ait: Utangaç olan Evangeline Jenner, babasının mirasını aldığı anda herkesten daha zengin olacaktı. Bunun için ilk önce vicdansız akrabalarından kurtulması gerekiyordu. Evie, çapkın vikont St. Vincent'a akıl almaz bir teklif sundu: Evlilik! 

Ancak Sebastian'ın adı öylesine kötüye çıkmıştı ki onunla baş başa otuz saniye geçiren bir kızın bile ismi lekelenirdi. 

Kiralık Nişanlı: St. Merryn Kontu'nun acilen bir kadına ihtiyacı var. Kibar sosyete ortamında kendisine eşlik edebilecek görgüde, güzellikte, şıklıkta ve duyarlılıkta bir kadın arayışında. O işleriyle ilgilenirken geçici bir nişanlının kendisini koca avcılarından koruyacağını düşünüyor. En basit çözümün ücretli bir refakatçi, 'kiralık bir nişanlı' olduğuna karar veriyor. Fakat öyle bir adayla karşılaşıyor ki, hayatının taşları yerinden oynayıveriyor. Ve ortaya büyük ve karanlık sırlar eşliğinde çözülmesi gereken bir cinayet çıkıyor. 

Ahlaksız Teklif: Lord Sinclair, kız kardeşini sakat bırakan genç asilzade Aubrey'yi yok etmek için her şeyi yapacağına yemin etti ve tüm servetini elinden aldı. Ağabeyinin öcünü almak isteyen Vanessa Lord Sin'in sakat kız kardeşine refakatçi olmayı teklif ettiğinde, Damien bunu tek bir şartla kabul eder; Vanessa ağabeyinin borçlarını ancak onun metresi olursa silebilecektir. 

Evcilik Oyunu: Alexander Denford, herkesin kıskandığı bir beyefendidir. Yaşadığı serbest, keyifli ve rahat hayatının kusursuz düzeni için de tek bir kişiye şükran borçludur - sevgili karısı Emmaline. Tatlı eşi onun metreslerinden şikâyet etmez, gece dışarıda olmasını ise asla sorun yapmamaktadır. Gerçek oldukça sarsıcıdır; aslında Emmaline diye biri yoktur. O, Alex'in hayal ürünüdür. Ancak ortaya Emmaline adına harcamalar yapan bir dolandırıcı çıkmıştır. 

Cennetin Ateşi: Metresinin katilini bulmak isteyen bir adamın, kendine sözde bir metres tutmasının hikayesi. 

P.S: Cathy Maxvell, Monica McCarty, Victoria Alexander, Teresa Medeiros, Julie Garwood, Tracy Anne Warren gibi çoğu historical romance yazarının bu konuda kitapları bulunmaktadır. 

Günümüz Aşk Kitapları

Sana Kapıldım:  Yakışıklı, zengin, ateşli, tabi ki Ceo ve sorunlu bir adam.

Orta sınıf, kendince sıradan ama adamın ilk bakışta ilgisini çekmiş ve tabi ki sorunlu bir genç kız.

Ve oyun gibi başlayan bir ilişki... 

   

Elli Ton Serisi: Sorunlu bir Ceo, masum bir kız ve kontrata bağlı bir BDSM ilişkisi.

Grinin Elli Tonu - Karanlığın Elli Tonu - Özgürlüğün Elli Tonu

Aşkın Büyüsü: Stacey William's anne ve babasını memnun etmek için evlenmeye karar verir ve çalıştığı gazeteye koca ilanı verir. Ama işler umduğu gibi gitmez; gazete bu ilandaki kişiyi haber yapmasını ister, üstüne ilana başvuran kişi günlerdir araştırdığı ve nefret ettiği adamdır. 

İlk Öpücüğün Büyüsü: 1 yıllık, anlaşmalı bir evlilik hikayesi

Sensiz Olmaz: Chicago Stars Serisinin 3. kitabı. Dahi bir fizik profesörü olan Jane, artık bir çocuk sahibi olmak ister. Ancak çocuğu kendi çektiği sorunları yaşamasın diye bulduğu adamın aptal olmasına dikkat edecektir. Ve karşısına çıkan en güçlü aday Chicago Stars'ın oyun kurucusu Cal'dır.

Ah Şu Kalbim: Chicago Stars Serisinin 5. kitabı.Tek gecelik kazara bir ilişki sonucu hamile kalan Molly, yıllardır ona aşkından habersiz olan Kevin'la evlenmek zorundadır.

Travma Sonrası Aşk Çarpması:  Saldırıya uğrayan ve içine kapanan Jess, üniversiteye gidecek kadar iyi olduğunu ailesine kanıtlamalı. Bunun yolu da anlaşmalı bir sevgili bulmak. 

Beyaz Dizi&Harlequin

Beyaz Dizi&Harlequin türü kitaplar bu konu için adeta cennet gibidir. Elinizi attığınız iki kitaptan biri bu kategoriye girecektir. Şahsen ben, onlarca bu konuyu içeren beyaz dizi okumuşumdur :)

Herkese sevgiler:*

12 Ağustos 2014 Salı

OKK 33.Blog Turu Milyonluk Kirli Sır//C.L. Parker Tanıtım Ve Çekiliş

Herkese merhaba,OKK 33. blog turumuzun konuğu Novella Yayınları’ndan çıkan C. L. Parker’ın yazmış olduğu Milyonluk Kirli Sır. Biz okurken çok beğendik ki Noah Crawford sen nasıl bir karaktersin öyle?Kitabımızı tanıyalım :P

Birbirimize meydan okuyor, sonra da hissettiğimiz sahiplenici duygulardan zevk alıyorduk. Bu,ikimizin de keyif aldığı suçluluk verici bir hazdı. Derken, hiçlikten bir aşk ortaya çıktı…

Genç ve güzel Lanie, ölümcül hastalığa yakalanan annesinin tedavisini karşılayacak parayı bulabilmek için kendini iki yıllığına yakışıklı ve zengin işadamı Noah'ya satar. Aşka inancını kaybetmiş, kadınlara güvenini yitirmiş genç adam başlangıçta Lanie'yle yalnızca cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için birlikte olsa da, yaşadıkları tutkulu deneyimlerden sonra zamanla ona bağlandığını fark eder. Lanie ise çoktan Noah'ya karşı büyüyen bir arzu duymaya başlamıştır bile.

Fakat bu anlaşmalı birlikteliğin, cinsel çekimden çok daha fazlası olduğunu birbirlerine itiraf edebilmelerine engel olan bazı sırlar vardır…

Takvimimiz^^

11.08.2014

Tanıtım-Çekiliş

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları

Fighting!!

Çekiliş: Fighting!!

12.08.2014Pudra Tozu-Alışveriş Çılgınlığına Ceo Bakışı.Pudra Tozu- Hayattaki Seçimler ve Kader.

Kitap Tutkusu-Yurtdışında Kitabın Popülerliği.Kütüphanemden Kitap Manzaraları-Kitap Manzaraları – Anlaşmalı İlişkiler&Evlilikler ve Bu Konulu Kitaplar.

Fighting!!-Ön okuma ve Kitaba Genel Bakış.

13..08.2014

Yorum

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları

ÇEKİLİŞ^^

Bütün şartları yerine getiren 2 şanslı kişiye kitabımız hediye^^

Katkılarından dolayı Novella Yayınlarına çok teşekkürler^^

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Gece Yarısı Çığlığı - Lara Adrian (Gece Yarısı Nesli #4)

Kitap Adı: Gece Yarısı Çığlığı 

Yazar Adı: Lara AdrianOrijinal Adı: Midnight RisingÇeviri: Kübra TekneciYayınevi: Epsilon Yayınevi

Sayfa Sayısı: 358

Basım: Haziran 2012

Seri Adı: The Midnight Breed / Gece Yarısı Nesli #4

Serinin Diğer Kitapları:

#1 Kiss of Midnight / Gece Yarısı Öpücüğü – Lucan&Gabrielle

#2 Kiss of Crimson / Kızıl Öpücük – Dante&Tess

#3 Midnight Awekening / Gece Yarısı Uyanışı – Tegan&Elise

#4 Midnight Rising / Gece Yarısı Çığlığı – Rio&Dylan

#5 Veil of Midnight / Gece Yarısı Tuzağı – Nikolai&Reneta

#6  Ashes of Midnight / Gece Yarısı Külleri – Andreas&Claire

#7 Shades of Midnight – Kade&Alexandra

#8 Taken by Midnight – Brock&Jenna

#9 Deeper Than Midnight – Hunter&Corinne

#10 Darker After Midnight – Chase&Tavia

#11 Edge of Dawn – Kellan&Mira 

#12 Crave the Night – Nathan&Jordana

"Tanrım, Rio... burada benimle duruyor olman bile bir mucize."

Bu seriyi feci özlemişim!

Lara Adrian'ın kitapları görüş açıma girdiği andan itibaren vurmuştu beni! Deli gibi kitapları aradım her yerde vs vs. Bunları ilk yorumumda bahsettiğim için hiç girmiyorum.

Serinin 3 kitabına aynı anda kavuşunca bu kadar zorluklarla, bir ıssızın kana susadığı gibi susadığımdan :p 3 kitabı arka arkaya kısacık bir zamanda okumuştum. Öyle güzeldi ki :)

Lara ve serisi hemen favorilerim arasına yerleşti. Özellikle vampirlere çok değişik bir açıdan baktığı ve temel efsaneleri bambaşka şeylere bağladığı için.

Önceki kitaplarda soy eşi Eva'nın ihanetine uğrayan ve ölümcül derecede yaralanan Rio hem fiziksel, hem de ruhen büyük bir acı içerisindedir. Olayları bir türlü kabullenememektedir. Ve iyileştirme yeteneği olan Dante'nin soy eşi Tess'in bile gücü onu tamamen iyileştirmeye yetmemektedir. 

İçinde bulunduğu durumla baş edemeyen Rio, bir önceki kitapta uyanan karanlığın, bunca zaman uyuduğu mağarayı patlayıcılarla kapatmakla görevlendirilmiştir. Rio'nun içinden geçen ise kendini de mağarayla birlikte havaya uçurup, acılarından kurtulmaktır. Ancak 5 ay geçmesine rağmen ne mağarayı, ne kendini yok edecek gücü bulamamıştır. Derken bir gece mağaraya bir ziyaretçi gelir. Bu kişi skandal haberleri yapan bir gazetenin muhabiri Dylan'dır. Tüm ailesini kaybeden Dylan'ın elinde bir tek annesi kalmıştır ve o da kanserdir. Dylan onu kaybetme düşüncesiyle bir türlü baş edememektedir. Kanser olan annesinin çıkmak istediği seyahate onun yerine çıkan Dylan'ı bir hayalet, bu mağaraya yönlendirir. Evet, evet hayalet. Her soy eşi gibi Dylan'ın da bir yeteneği vardır. Ölüleri görmektedir. Mağaraya ulaşan Dylan, mağaranın üstüne de Rio'nun resmini çekip ailesine ve patronuna gönderince Rio'nun hedefi haline gelir tabi ki. Ancak bir sorun vardır Dylan bir soy eşidir. İşler iyice karışır. Uyandırılan kadim olan nerededir? Onu uyandıranların amaçları nedir?Birçok sorunun cevabını alacağımız bir kitap."Dylan: "Kimsenin benimle ilgilenmesine ihtiyacım yok. Uzun zamandır böyle bir şeye ihtiyaç duymadım.Rio: Ne zamandır Dylan?Dylan: Hep."Dediğim gibi Lara'nın kalemini ve soylu savaşçılarımızı çok özlemişim. Rio'nun hikayesi zaten merak ettiğim bir hikaye olarak ilaç gibi geldi. Rio'nun vücudundaki yaralar nedeniyle Dylan'dan utandığı kısımlarda içim burkuldu. Temponun hem ilişkiler, hem asıl savaş üzerinden hiç düşmediği kitapta beni en çok etkileyen kitabın şaşırtıcılığıydı.Kitap boyunca birçok ters köşe vardı ve bayıldım.Bazılarını tahmin etsem de bazıları 'yok artık' dedirtti. İki yaralı ruhun birbirini iyileştirme hikayesi :)Fantastik romantik kitapları seviyorsanız bu seri bir cennet *_*Elimde bulunan 5. ve 6. kitaplardan en kısa zamanda devam.5. kitap Nikolai'nin kitabı *_* PUANIM: ♥♥♥♥♥

8 Ağustos 2014 Cuma

Karakterleri gereği gizlenmeyi yeğleyen grup: Münafıklar

Nifak; her dinin, cemiyetin, cemaatin karşı karşıya kalabileceği bir problem. Prof. Dr. Adnan Demircan’ın kaleme aldığı ‘Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar’ adlı çalışmada Hz. Peygamber dönemini daha iyi anlamak için o zamandaki nifak, tarihî açıdan inceleniyor.Hz. Peygamber (sas) dönemi asırlardır Müslümanlar tarafından araştırılan, öğrenilen, yaşanılan ve ardından gelen zamanlara ışık tutan bir devir. Her asrın insanı kendi hayatında Resulullah’ın yaşantısından bir şeyler bulabilir; iki cihan saadetine Onun rehberliğiyle kavuşabilir. Şüphesiz Resulullah’ın yaşadığı dönemde ortaya çıkan müspet ya da menfi bazı hareketler, eylemler, hadiseler incelendiğinde de bizim için ders olabilecek çok önemli örnekler bulunabilir. Bu bakımdan nifak meselesi de önemli konulardan biri. Bu mesele Hz. Peygamber’in ne gibi sıkıntılara katlanarak İslam’ı tebliği ettiğini göstermesi açısından dikkate değer.Prof. Dr. Adnan Demircan’ın kaleme aldığı, Işık Yayınları tarafından yayımlanan ‘Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar’ adlı çalışmada Hz. Peygamber’i ve dönemini daha iyi tanıma ve anlama niyetiyle o dönemdeki nifak özellikle tarihi açıdan inceleniyor. Münafıkların, Efendimiz Hz. Muhammed ile (sas) münasebetleri, Resûlullah’ın bunlara nasıl davrandığı, onların zararlarından nasıl korunduğu ve onları topluma yeniden kazandırmak için başvurduğu Nebevî yöntem kısaca belirtiliyor. Böylece farklı zamanlardaki Müslümanların, bu tarz kişilerle münasebetlerinde dikkat etmeleri gereken prensiplere işaret ediliyor.İlahî beyana göre münafıklar ‘kalplerinde hastalık olanlar’Kur’an-ı Kerim’in üzerinde önemle durduğu, karakter ve iç dünyalarına dikkat çektiği, haklarında isimleriyle anılan bir sûreyi (Münâfikûn) indirdiği topluluk, münafıklar. Haşr, Bakara ve Tevbe sûrelerinde de münafıklarla ilgili pek çok ayet bulunuyor. Bu ayetlerde münafıkların psikolojik yapısından bahsediliyor, ruhî durumları tahlil ediliyor. Kur’an’ın bazı ayetlerinde münafıklardan bahsedilirken ‘kalplerinde hastalık olanlar’ veya ‘kalplerinde hastalık vardır’ ifadeleri yer alıyor. Münafıkların sağlam bir karaktere sahip olmadıkları ifade ediliyor. Nitekim Resûlullah (sas) münafığın bu hâlini, veciz bir şekilde şöyle beyan buyuruyor: “Münafığın durumu iki sürü arasında gidip gelen bir koyuna benzer.” Yani münafık, kâfirlerle mü’minler arasında gel-git yapan ve birinde karar kılamadığı için iki tarafça da kabul görmeyen bir tiptir. Bazen mü’minlerin yanında bulunduğundan kâfirlere yaranamaz; gerçek bir mü’min olamadığından da mü’minlerin vicdanlarında güvenilmez bir konumda kalır.Münafıklık, amelî ve itikadî olarak ikiye ayrılıyor‘Münâfık’ kelimesi Arapçada, iki tarafı açık dehliz/tünel anlamına gelen ‘nefeku’ veya köstebek deliği anlamındaki ‘nâfikatü’ kelimesinden geliyor. İslam terminojisinde ‘İnanmadığı halde inanmış gibi görünen insanlara’ münafık, böyle amele de nifak deniyor. Peygamber Efendimiz (sas) döneminden sonra terimin kapsamı genişletilerek, kalbinde inandığı halde Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmede ihmalkâr davranan kimselere de münafık denmeye başlanmış. Bu iki nifak çeşidinin birbirinden ayırt edilebilmesi için inanmayıp inanmış gibi görünmeye itikadî veya imanî nifak, inanıp da amel bakımından eksik olma haline amelî nifak denmiş. Ünlü hadis âlimi Tirmizi, “Kendisinde dört haslet bulunan kişi münafıktır. Şayet kendisinde bunlardan bir haslet bulunursa, o hasleti terk edinceye kadar onda nifaktan bir haslet var olacaktır: Konuştuğu zaman yalan söyleyen, söz verdiği zaman sözünde durmayan, dava ettiği zaman itidal ölçülerini aşan ve anlaştığı zaman anlaşmayı bozan kişi.” hadisini naklettikten sonra, “İlim adamlarına göre bu hadiste kastedilen, amelî nifaktır. Tekzip nifakı (itikatta nifak) ise yalnız Resulullah’ın zamanında vardır.” diyor. Hz. Peygamber devrinde nifak hareketinin başlangıcıNifak, herhangi bir düşünce, ideoloji, dava, siyasî veya fikrî hareket başa­rıya ulaştığı zaman, ortaya çıkmaya başlıyor. Hz. Pey­gamber döneminde nifak, Müslümanların değişik sıkıntılara maruz kaldıkları ve korumasız oldukları Mekke’de değil, Medine’de ortaya çıkmış. Zira Allah Resûlü ve ilk Müslümanlar, Mekke’de herhangi bir güç ve otoriteye sahip değillerdi. Müslüman olmak, maddî açıdan avantaj sağlamadığı gibi, tersine zor da bir işti. Medine’ye hicretle şartlar yavaş yavaş değişmeye başlamış, Resulullah (sas) henüz hicret etmeden Medine’de kendisine Evs ve Hazreç gibi güçlü destekçiler bulmuştu. Bu arada aynı şehirde bulunan bir kısım kimseler, Resûlullah’ı bütün hüviyetiyle tanıyamadıklarından inanmıyorlardı. Hattâ bunlardan bir kısmı, Resûlul­lâh’ın Medine’ye gelmesiyle, otorite ve iktidarlarının önüne ge­çildiğini düşündü. Hz. Peygamber Mediye geldikten sonra kendisine muhalefet edenler arasında özellikle siyasî ve maddî sebeplerden dolayı İslam’ı zahiren kabul eden ve bundan çeşitli menfaatler bekleyen kişiler vardı. İşte bu insanlar, daha baştan Müslümanlara hep kötülük düşünmüş ve Resûlullâh’ı da en büyük düşman görmüş münafıklardı. Bunlardan bazıları bulundukları çevre içinde gözden düşmemek için bu yolu tercih etmiş, böylece maddi menfaatler de sağlamıştı. Ancak Efendimiz bütün olumsuz tutumlara rağmen münafıkların kendilerini İslam toplumunun bir parçası olarak hissetmeleri için elinden geleni yaptı. Onlar da İslam cemiyetinin birer ferdi olarak toplantılara, Müslümanların birlikte icra ettikleri bütün faaliyetlere ve ibadetlere katılmıştı. Bunun en önemli nedeni temelde İslam dininin yapısından kaynaklanıyor. Nitekim İslam’ın insanların iç dünyalarına değil, zahirine ve ameline baktığına en güzel örneklerden biri de şu bahisle anlatılıyor: Uhud Savaşı’ndan sonra şehit olan Müslümanlar hakkında, “Bizimle birlikte kalsalardı öldürülmezlerdi.” diyen münafıkları öldürmek için izin isteyen Hz. Ömer’e Hz. Peygamber, “Allah’tan başka ilah olmadığını ve benim O’nun Resulü olduğumu söylemiyorlar mı?” diye sorar. Hz. Ömer, “Evet ey Allah’ın Resulü. Fakat bunu öldürmekten korktukları için yapıyorlar.” der. Hz. Peygamber, “Allah’tan başka İlah yoktur ve Muhammed onun Resulüdür, diyen kimseyi öldürmekten nehyedildim.” buyurur.Kur’an-ı Kerim, ehl-i kitap, müşrik ve kâfirlerden daha fazla münafıkların üzerinde duruyorKur’an-ı Kerim’de Maun Sûresi’nde münafıkların mahşer ve hesap gününe inanmadıkları, yetimleri şiddetle itip kaktıkları, muhtaçları doyurmayı teşvik etmedikleri, namaz diye kıldıkları ibadete ihtimam göstermeyip, aslında bunu sadece gösteri maksatlı yaptıkları anlatılıyor. Böyle bir münafığın ne namazı, ne zekâtı ne de diğer ibadetlerinin hakiki olmadığı belirtiliyor. Başka bir ayette de münafıkların ibadet diye kıldıkları namazın vasfına dikkat çekiliyor, namaza kalkarken üşene üşene kalktıkları, bunu da mü’minlere gösteriş gayesiyle yaptıkları anlatılıyor. Allah Resûlü de münafığın namazla olan bu münasebetini şöyle dile getirir: “İşte bu, münafığın namazıdır. Oturur, güneşi gözetler, güneş şeytanın boynuzları arasına gelince yani batmaya yaklaşınca, yerinden kalkar ve dört kere yeri gagalar gibi başını yere değdirir. O sırada da Allah’ı çok az zikreder.”Münâfıklar, Müslümanların inanç ve ibâdetlerine görünüşte hep iştirak etmeye çalışmış, onların içinde görünüp namaz saflarında onlarla beraber bulunmuş. Münafıkların bir de inanmayanlarla, Peygamber ve İslam düşmanlarıyla beraber olduklarında taşıdıkları ikinci bir görünümleri de olmuş: Bir gün münafıkların başı Abdullah b. Übey ve arkadaşları, ashaptan bir grupla karşılaştıklarında, Abdullah b. Übey kendi arkadaşlarına; “Bakınız ben şu gelenleri başınızdan nasıl da savacağım.” der. Yaklaştıkları zaman Hz. Ebu Bekir’in (ra) elini tutar ve “Merhaba Temim oğullarının efendisi, Şeyhu’l-İslâm, Resûlullâh’ın, mağarada arkadaşı olan, kendini ve malını Resûlullâh’a vermiş bulunan!” der. Sonra Hz. Ömer’in (ra) elini tutar: “Merhaba Adiyy oğullarının efendisi, dininde kuvvetli, nefsini ve malını Resûlullâh’a vermiş bulunan Hz. Fârûk!” der. Sonra Hz. Ali’nin (ra) elini tutar: “Merhaba Resûlullâh’ın amca oğlu ve damadı, Resûlullah’tan sonra bütün Hâşimoğullarının efendisi!” der. Onun inanmadığı hâlde aldatmaya çalıştığı bu tutumu karşısında Hz. Ali kendisini tutamayarak ona; “Ey Abdullah! Allah’tan kork, münâfıklık etme; çünkü münâfıklar, Allâh’ın en kötü kullarıdır.” der. Abdullah İbn Übey de, “Dikkatli ol, Ey Hasan’ın babası! Benim hakkımda böyle mi söylüyorsun? Allah’a yemin olsun ki, bizim îmânımız, sizin îmânınız gibi ve bizim tasdikimiz, sizin tasdikiniz gibidir.” der ve böylece ayrılırlar. Ayrılır ayrılmaz Abdullah b. Übey arkadaşlarına dönerek; “Nasıl yaptım gördünüz ya! İşte siz de bunları görünce böyle yapınız.” der. Onlar da, “Sağ ol! Sen bizim içimizde hayatta oldukça senden hep böyle bol bol istifade ederiz.” diyerek kendisini övmüşler. Duruma şahit olan Müslümanlar daha sonra olanları Resûlullâh’a haber verir ve bununla ilgili Bakara Sûresi’ndeki şu ayet-i kerime nazil olur: “Bunlar iman edenlerle karşılaştıkları vakit ‘Biz de mü’miniz’ derler. Fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında da: ‘Emin olun, biz sizinle beraberiz, biz onlarla alay ediyoruz.’ derler.” Bazı münafıklar ise zaman zaman Resûlullah’a gelerek, sanki inanıyormuş gibi: “Yâ Resûlallah! Bizim için Allah’tan mağfiret talep et!” dedikleri de vaki olurmuş. Bir defasında böyle bir istek karşısında Resûlullah (sas) bunu kabul eder. Ancak Cenab-ı Hakk, Resûlü’ne Tevbe Sûresi’ndeki şu beyanı vahy eder: “Onlar için sen ister Allah’tan af dile, ister dileme. Yetmiş kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir. Evet, böyle! Çünkü onlar Allah’ı ve Resulü’nü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.”k.kulaksiz@zaman.com.tr

7 Ağustos 2014 Perşembe

Blog İkizimle Bu Kez Japon Restaurant'ı Kaçamağı / Sushi Denememiz

Buluşma ve yeni bir şeyler deneme yazıları yazmayı çok seviyorum.

Ancak son zamanlarda yazamadığım birkaç yazı birikti.

Japon Mutfağıyla başlayalım. 

ŞU yazımda bahsettiğim üzere aslında bu denemeyi tee ocak ayında yapmayı planlıyorduk. Kısmet olmadı.

Buluşmuşken planımızı da gerçekleştirdik. 

Fransız Konsolosluğu'nun arka sokağındaki  Japon Restaurant'ı Cafe Bunka'ya gittik. 

Ocaktaki gidişimizde menü de içeren bir broşür almıştım. Oraya gitmeden aklımda birkaç seçenek vardı aslında. Asıl menüyü ikizimle kararlaştırırız dedim. 

Mekan görebileceğiniz gibi inanılmaz hoş ve kültürü yansıtan bir tasarıma sahip.

Yabancı bir ülke mutfağını denerken oranın içine girmek istiyorum. Bu nedenle oraya özgü bir mekan ve yemek takımları, müzik gibi şeylere önem veriyorum.

Seul Restaurant'a gidip kendimi pidecide gibi hissetmem, omlet tavasında aşırı yağlı ve tuzlu Kore yemeği yemem fiyaskosuna benzesin istemem kısaca. O maceramız için TIKTIK!

Mekan bunla sınırlı değil tabi. Gördüğünüz gibi bağdaş kurup oturulacak masalar da mevcuttu. En arkadaki masa mahremiyet isteyenler için, kapıları kapanan bir yerdi. Dramalarda ne çok görmüşüzdür, değil mi? :)

Kısaca dekorasyona bayıldım.

Menü de çok hoştu. Masaların üzerindeki minik vazocuklar da benden artı puan aldı. 

Siparişi ikizim bana bıraktı. Ben de bir aykırı sushi, bir de onu yiyememe ihtimalimize karşı daha damak tadımıza yakın bir sushi sipariş etmeyi düşündüm. 

Bir yılan balıklı sushi, bir tane de gökkuşağı yani ton balığı ve somon balıklı sushi olsun. Yanında da Çıtır Tavuklu Salatayla olayı tamamlayayım dedim. 

Aslında bunları böyle arka arkaya diyemedim çünkü benim ağzımdan yılan balıklı lafı çıkınca ikizimin gözleri kocaman açıldı. :D O halini hiç unutmayacağım, hahahah :D

Yeni bir şeyler denemeden yeni bir şeyler öğrenemezsin mottosundan yola çıkarak ikizim ikna oldu. 

Bakmayın, işin böyle felsefik bir yanı falan yok, beğenmezsen ben yerim dedim diye kabul etti aslında.

Siz de hiç burun kıvırmayın, sanki tatlı su yılanı yiyelim çiğ çiğ dedim -_-

Neyse zaten bizimle ilgilenen bayan menüyü kimin seçtiğini sordu. Çok beğenmiş, huh... (Havayla saçları yana savur.)

Teselli mi etti ki acaba aslında? :(

Bir hoşluk daha; yemeğimiz gelene kadar çay içmek isteyip istemediğimiz de soruldu. Çok sıcaktı hava, canımız istemedi. Ama çay köşesi harika...

Yemekler gelmeden önce kurulan temel masa düzeni bu. Hashiler, soya sosu, peçete ve su. 

Çok zarif değil mi ^_^

Yılan Balıklı Sushi.

Gökkuşağı Sushi (Ton Balığı ve Somon Balığı)

Burada bir parantez açıp komik bir şey anlatayım.

Sushilere bayıldık. Beklediğimizden de güzeldi. Masayı silip süpürünce bir tane daha mı istesek moduna girdik. Birbirimizden destek alarak bir porsiyon daha sipariş etmeye karar verdik. Özellikle ikizim üstü susamlı görüneni çok sevdiği için ondan istedik, ancak yeniden gökkuşağı geldi. Şaşırdık sorduk, gökkuşağını yılan balıklı zannederken aslında ikizimin bayıldığı yılan balıklıymış :D

Ne güldük, ne güldük. Gözleri kocaman açarken yılan balığına :p

Şimdiki tepkisi gidelim ve hepsini yılan balıklı söyleyelim :D

20 tane yiyecekmiş :p

Masamızın asıl hali buydu. Çok şık değil mi? ^_^

Bu masadakiler hunharca yendikten sonra sol alttaki gökkuşağı sushiden bir kez daha söylenip yine hunharca yenmiştir. Arz ederim.

Ufak not: Wasabiyi hiç sevmedim. Çok acı, kulaklardan ateş çıkıyor geyikleri yüzünden sadece hashimin ucuyla dürtüp tadına baktım, ama o kadar acı gelmedi. Sadece plastik gibi yapay bir tadı var, o hoşuma gitmedi. 

Bir sonraki gidişimiz için planımız ise udon ve yılanbalıklı sushi yemek.

Normalde Kore Restaurant'ına gittiğimde Ramen yemek aklımın ucundan geçmez, çünkü iyi kötü dışarıdan alıp yapılabilecek kadar basit bir şey. O yüzden kendim yapamayacağım, malzemesi farklı, daha komplike yemekleri denemeyi tercih ediyorum.

Udon da bakıldığında noodle olabilir ama onu dışarıda denemek istiyorum. Okonomiyaki de olsa da yesek keşke... ^_^

Umarım beğenmişsinizdir. Sağlıcakla kalın...

Daha Önceki Buluşmalarımız İçin:

Blog İkizimle Buluşmamız ve Kore Restorantı Kaçamağımız :)Blog İkizimle Buluşma ve Uzak Doğu Mutfağı'nın Bize Garezi :)Ben Her Neysem O Yaşlanıyor ^^İstanbul CNR Kitap Fuarı 2014 ^^CNR Kitap Fuarı - 2. Ziyaret!Kitap Alışverişi ve Tatlı Bir Buluşma ^^

Yine Bir Buluşma, Yine Almak İçin Ölünen Kitaplar, Yine Doctor Who ^^

İlk Kez Buluştuk Biz!!! ^_^

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Aşka Düşünce - Marie Force (The McCarthys of Gansett Island #2)

Kitap Adı: Aşka Düşünce

Yazar: Marie Force 

Orijinal Adı: Fool For Love

Çeviri: Nilgün Birgül

Yayınevi: Novella Yayınları

 Sayfa Sayısı: 304

Basım: 2014

Seri: The McCarthys of Gansett Island #2

Serinin Diğer Kitapları :

#1 Maid For Love/Bir Aşk Çarpıntısı (Mac&Maddie)

 #2 Fool for Love (Janey&Joe)

#3 Ready for Love (Luke&Sydney)

#4 Falling for Love (Grant&Stephanie)

#5 Hoping for Love (Evan&Grace)

#6 Season for Love (Laura&Owen)

#7 Longing For Love (Tiffany&Blaine )

#8 Waiting For Love (Adam&Abby)

#9 Time For Love(David&Daisy)

#10 Meant For Love(Jenny&Alex)

#10,5 Chance for Love (Jared&Elizabeth)

#11 Gansett After Dark  

Marie Force Röportajı

Aşk kaybettiğinde değil, ondan vazgeçtiğinde biter...

İlk kitaptan tanıdığımız Mac'in kızkardeşi; McCarthy ailesinin tek kız çocuğu Janey'nin hikayesiyle karşımızda yazar. Seri boyunca 5 kardeşin ve Gansett adasındaki bazı arkadaşlarının hikayelerini okuyacağız.

Seriye daha ilk kitaptan bağlanmıştım ve bu kitapla artık Marie Force ne yazsa okurum durumuna geldim. Yazarın kalemi ve anlatış şekli cidden harika! Kitap boyunca tempo hiç düşmedi, aktı gitti...

Janey ile David'in 13 yıllık, çocukluktan başlayan bir ilişkileri var ve nişanlı olan çift, düğün için gün sayıyor. 

Ancak bir sorunları var: David tıp eğitimi aldığı ve şu an doktor olarak ada dışında çalıştığı için genç çift uzaktan bir ilişki yürütüyorlar. 

Janey yıl dönümleri için şehre David'e sürpriz yapmaya gider ancak David'i başka bir kadınla yakalar! Hem de kendi yataklarında! Yıkılan Janey, eve dönmek istemez. Henüz yaşadıklarını anlatacak veya ailedekilerle yüzleşecek gibi hissetmiyordur, üstüne arabası bozulmuştur ve yardım için birini araması gerektiğinde aklına ilk Joe gelir.

Yine ilk kitaptan tanıdığımız, adanın feribot şirketinin sahibi ve Mac'in en yakın arkadaşı Joe; Janey'nin yardımına koşar. Ancak bir sorun vardır Joe, yıllardır Janey'e aşıktır ama Janey'nin David'le olan ilişkisinden dolayı kendini geri çekmiştir. 

Janey, bir yandan ihanete uğramışlığın yaralarıyla uğraşırken, Joe'yu bambaşka bir gözle görmeye başlamıştır. 

Ancak gerçekten başka bir gözle mi görmeye başlamıştır, yoksa sadece olayların şokunda mıdır?

Joe ise hayallerinin kadınıyla yaşamının en güzel günlerini geçirirken, Janey kendine geldiğinde Joe'yu bırakıp gidince onun için her şey eskisi gibi olacak mıdır?

İkili karar veremeden, üstüne basıldığından habersiz David de adaya dönünce neler olacaktır?

Janey, yardımsever, hayvansever, hayat dolu, hoş bir kız. Onu okurken nedense zihnimde hep Arrow'un Thea'sı Willa Holland canlandı. 

Joe, feribot firması ve Mac'in arkadaşlığının dışında gizli yetenekleri olan bir adam. Birini saplantıya düşmeden yıllarca sevmek ve harika resim yapmak gibi. 

Serinin ilk kitabı ne kadar romantik ve destekleyici bir ilişkiyse, fedakarlık doluysa; bu hikaye de bir o kadar romantik ve ateşli. Nispeten daha genç bir çift. 

Kitaba bayıldım. Marie ne yazarsa okurum artık moduna geldiğimden bahsetmiştim sanırım.

Hiçbir hikayenin gelişimi birbirine benzemiyor; yazar kendini tekrar etmiyor. 

Adadaki hayat sürekli devam ediyor. Daha önce tanıştığımız ve ileride tanışacağımız karakterlerle akışta yine karşılaşıyoruz. Ve bu çok güzel ve doğal bir şekilde oluyor. 

Seriyle ilgili bayıldığım şeylerden biri ise bir sonraki çiftin hikayesinin bir önceki kitapta temellerinin atılması ve bir sonraki kitapta da onları yeniden görebilmemiz. Örnek verirsek Joe ve Janey'i ilk kitapta tanıdık, ilk kitabın karakterleri Maddie ve Mac'in hayatlarının devamını bu kitapta görmeye devam ettik. 

Bir sonraki kitap Ready for Love'ın karakterleri Luke ve Sydney'nin hikayelerinin azıcık girişi bu kitapta yapıldı ve 3. kitabı merak ediyorum. 

Ancak en merak ettiğim kitaplar senarist abi Grant ve müzisyen kardeş Evan'ın hikayesi. Yani 4. ve 5. kitap. Ama en çok da Evan'ı merak ediyorum.

Umarım Novella Yayınları hızlıca tamamlar seriyi. Oldukça seri çıkarıyorlar :)

PUANIM: ♥♥♥♥♥

En çok güldüğüm yer: (Ufacık spoiler olabilir.)

Joe'ya David'i neden yumrukladığı sorulur:

-Yani hiçbir şey söylemedi mi?

-Merhaba demiş olabilir...

5 Ağustos 2014 Salı

Kötü Çocuklar #1 - Soluk Soluğa - M. Leighton

Kitap Adı:  Kötü Çocuklar - Soluk Soluğa

Yazar: M. Leighton

Orijinal Adı: Down to You

Çeviri:  Banu Belgi

Yayınevi: Optimum Kitap

 Sayfa Sayısı:  299

Basım: 2014

Seri:  The Bad Boys #1 / Kötü Çocuklar #1

Serinin Diğer Kitapları: 

#1 Down to You / Soluk Soluğa

 #2 Up to Me / Tutkudan Sırlara

#3 Everything for Us  

"Birdenbire hayatımın bir tren kazasına uğramış gibi paramparça olduğunu hissediyorum. 

Ve çarpmanın büyük kısmı, iki erkeğin etrafında oluşuyor. Tamamen farklı sebeplerle beni parçalara ayıran iki erkek. İstediğim iki erkek. Sahip olamayacağım iki erkek. Düşünmekten kendimi alıkoyamadığım iki erkek. "

Bir senedir çıkmasını beklediğimiz bir kitaptı. Nihayet okuyucuyla buluştu.

Kitabı kısa sürede edindim, ancak sıra az biraz daha geç geldi çünkü ilk çıktığı dönem okuyasım gelmedi pek. 

Sonra kitabı okumayı düşünen tüm arkadaşlarım bir şekilde istemeden spoiler yiyince artık ben de mağdur olmadan okuyayım dedim. Ancak o süreci de çok yarasız atlatamadım, kitabın tamamen üstüne kurulu olduğu büyük sırrı emin olmamakla birlikte tahmin ediyordum. 

Gelelim kitaba!

Olivia arkadaşının bekarlığa veda partisindedir ve çılgınca partide beklenen şey striptizcinin gelin tarafından soyulmasıdır. Bu geleneği biz de hayal ettim de :p 

Gelin nazlanınca, en yakın arkadaşı Olivia kurban seçilir ve afet-i devran striptizciyi soymaya başlar, başta ters gelen olay heyecanlı bir hal alır. 

Olivia tam kendini kaptırmışken kapıdan gerçek striptizci girer.Yer yarılsa da içine girsem dedirtir bu durum Olivia'ya.

Eee, peki Olivia'nın soyduğu adam da kimdir?

Bayanlar, baylar; tanıştırmama izin verin: Cash Davenport!

Gece kulübünün sahibi. Kitabın kötü çocuğu...

Motorsiklet kullanan, siyahlar giyen, kötü çocuklara zaafı olan Olivia'yı ilk görüşte cezbeden şahıs.

Ancak bir sorun var. Olivia'nın kötü çocuklarla olan hiçbir ilişkisi iyi sonlanmamış.

Tam Olivia'nın tarzı, mıknatıs gibi ona çekiliyor kızımız ama cıss! Tehlikeli!

---

Utanç verici gecenin sabahında yataktan darmadağınık çıkan Olivia'nın ihtiyacı olan şey ayıltıcı bir kahvedir. Kuzeniyle aynı evde yaşamaktadır ve içeride kuzeniyle Cash'i görür!

Hem de pek samimi bir halde. 

İpler kopar Olivia'da, dün geceyi hatırlatır bir şekilde sayar döker adama.

Ama yine ofsayta düşmüştür bile!

Çünkü karşısındaki Nash Davenport'tur.

Cash'in avukat ve efendi ikiz kardeşi.

"Ey yer! Beni dibine çekmen için daha kaç rezillik lazım!" diye seslenir Olivia. 

Bayanlar baylar, tanıştırayım: Nash Davenport...

Nash, kötü çocuklarla bir türlü işlerin iyi gitmediği Olivia'nın tam da ihtiyacı olan kişidir. Düzgün giyimli, über yakışıklı, nazik, centilmen ve koskoca avukat!

Ancak bir sorun var. Nash, Olivia'nın nefret ettiği kuzeniyle sevgili!

---

Olivia napayım, kafamı bu taş gibi oğlanlardan hangi birine vurayım diye düşünmeye başlar.

Çünkü aynı anda ikisinden birden hoşlanıyordur!

İş bunla kalsa yine iyi, üstelik ikizler çok ama çok karanlık da bir sır saklıyorlardır.

Olivia için üzülme vakti!

---

Kitap tamamen bu sır üzerine kurulu. Bu yüzden kitabı okumadan bu sırrı öğrenmek demek kitabın %80'inin sizin için bitmiş olması demek. Ancak devam kitapları için umut vaadeden şeyler var birazdan değineceğim bu kısma. İş sırla bitmiyor, seri bazında bakarsak. 

Kitap, bölüm bölüm; Olivia, Cash ve Nash'in ağzından anlatılıyor. Bunu sevdim. 

Yazarın inanılmaz basit bir dili var. Fazla basit geldi bana yer yer. Bu yönden eksiydi biraz. Ancak basitlik neticesinde bir oturuşta okunuyor. Örnek: ben.

Akıcı demek istemiyorum, akıcı kitaplara haksızlık olur. 

Dil seviyesi basitliğinden ötürü kolay okunuyor. 

Açıkçası 2. kitaptan beklentilerim daha yüksek.

Çünkü ilk kitabın üzerine kurulduğu sırrın ortaya çıkması hiçbir şeyi bitirmiyor, aksine asıl meseleyi başlayan şey. 

Ve olaylar 2. kitapta ayyuka çıkacak tahmini edeceğim üzerine. 

Kitaptaki sırrı tahmin etmemiş olsam kitap beni ters köşe yapabilirdi. 

Bu da yarım ya da bir puan fazla vermeme neden olabilirdi. Ancak vereceğim maksimum puan zaten 3,5 - 4

İkinci kitabı gerçekten merak ediyorum!

PUANIM : 2,5'tan ♡♡♡

1 Ağustos 2014 Cuma

Ramazan ayının manevi iklimi tek bir aya hapsolmasın

On bir ayın sultanı, manevî havasıyla otuz gün boyunca misafirimiz oldu. Şimdi bize düşen, bu ayda kazanılan ibadet alışkanlığını Ramazan sonrasında da devam ettirmek. Çünkü Hz. Muhammed (sas) Allah katında en makbül amelin az da olsa devam üzere yapılanı olduğunu söylüyor.Bir aylık manevi iklim daha geçti insan ömründen. Maddi ihtiyacını karşılayan insan, manevi gıdasını Ramazan-ı Şerif’te aldı. On bir ayın sultanı, manevî havası ile otuz gün boyunca hanelerimize misafir oldu. Farz ibadetlerin yanında teravih namazı, mukabele gibi nafile ibadetlerle Allah’a bir adım daha yaklaşıldı. Sadaka ve zekâtlar verildi. Hayat meşgalesi yüzünden bir araya gelmekte zorlanan eş, dost iftar sofralarında buluştu. Şimdi bize düşen, bütün bu güzellikleri diğer aylara da yaymak. Bu ayda kazanılan ibadet alışkanlığını Ramazan sonrasında da devam ettirmek. Nitekim Efendimiz Hz. Muhammed (sas), “Allah katında amellerin en makbul olanı hangisidir?” diye sorulduğunda, “Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devam üzere yapılanıdır.” şeklinde buyuruyor. Bu sebeple Ramazan ayında belirgin olarak ortaya çıkan hasletleri son nefese kadar devam ettirmek gerekiyor. İlahiyatçı Doç. Dr. Kadir Paksoy, Hicr Sûresi’ndeki “Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabb’ine ibadet et” ayet-i kerimesini hatırlatıyor. Paksoy, kulluğun bir ömür boyu olduğunu, bunu belli bir zaman kesitine ve dilimine bağlı düşünmemesi gerektiğine dikkat çekiyor. Efendimiz’in söz, davranış ve tavsiyelerinin amellerin devamı üzerine olduğunu aktaran Paksoy, şunları söylüyor: Bir gün Hz. Ayşe validemize, Efendimiz’in ibadet hayatını merak edenler ‘O, hangi gün ve gece ibadetlere önem verirdi?’ şeklinde bir soru sorar. Hz. Ayşe validemiz de Efendimiz’in hayatını bütünüyle ele alan şu değerlendirmede bulunur: ‘O sürekli sağanak şekilde yağan rahmet yağmuru gibi devamlı amelleri sürdürürdü. O, her gününe her gecesine değer verirdi.’ Dolayısıyla, “Bir ay boyunca orucumuzu tuttuk, fıtır sadakamızı verdik, hayrımızı yaptık, dualar yaptık, tövbe ettik, şimdi eski hayatımıza dönelim!” gibi bir düşünceye asla kapılmamalı. Kazanımlara sahip çıkarak Ramazan’da elde ettiğimiz güzellikleri diğer zamanlarda da verimli bir şekilde sürdürmeli. Çünkü kaza etmek istediğimiz zaman gücümüz yetmeyebilir, kaza etmeye vakit de bulamayabiliriz. Nitekim İmam-ı Rabbani Hazretleri Ramazan ayının bütün bir ömrü istikamet üzerinde geçirmede mühim bir vesile olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Mübarek Ramazan ayı, bütün hayırları ve bereketleri ile camidir. Kim Ramazan ayını çok iyi değerlendirip hayır ve bereketinden nasipdar olursa, bütün senesini o camiiyet içinde geçirmeye muvaffak olur.” Fethullah Gülen Hocaefendi de Ramazan ayının Müslümanlara bir ruh disiplini kazandırması gerektiğine vurgu yapıyor. Müminin hayatının her zaman çok ahenkli olması gerektiğini belirten Hocaefendi, bu kutlu ayı bin ömür süren kulluk orucunun alıştırması olarak görüyor: “Ramazan ayı, yemek-içmek-uyumak gibi nefsin arzu ettiği şeylere karşı tavır belirlemeyi; bunları ihtiyaç ölçüsünde ve hamd ü şükür duyguları içerisinde gidermek suretiyle hayatı disipline etmeyi öğretir. Aslında, inananlar için, insan ömrü bir Ramazan, buluğ çağı imsak vakti ve ölüm de iftar anıdır. Bir aylık Ramazan, bir ömür süren kulluk orucunun alıştırması gibidir.”Ramazan’da kazandığımız zincirleme ibadetleri devam ettirmek gerekiyorYazın uzun ve sıcak günlerde oruç tutabilen, yatsı ve vitir namazlarıyla birlikte her akşam 33 rekat namaz kılabilen insan, halk tabiriyle ‘şeytanın bacağını kırmış’ oluyor. Bu sebeple insanlar manevi iklimin devamlılığı konusunda, ‘beş vakit namaz kılmak ve diğer ibadetleri yerine getirmek hiç de zor değilmiş, bundan sonra da devam edebilirim’ diyerek hem kendilerini hem de çevresindekileri teşvik edebilir.Teheccüd namazıRamazan ayının her gecesinde sahur için uykumuzu böldük. Maddi ihtiyacımızdan önce manevi bir buluşma yaşamak için seccademize sarıldık ve teheccüd namazı kıldık. Kutlu ayın kazandırdığı bu alışkanlığı her gece olamayacaksa da en azından haftada iki-üç gece devam ettirebiliriz. Teheccüd namazını kılmak bu sünnete tabi olduğumuzun göstergesi de olacaktır.Nafile ibadetlerde devamlılıkRamazan ayını nafile ibadetleri sürekli devam ettirme vesilesi olarak görenler, yıl içerinde onu devam ettirerek nafile ibadetlerini doruk noktaya çıkarabilirler. Ramazan kuşluk (duhâ), evvâbîn namazı nafile ibadetleri hayatına yerleştirebilir.Sabah namazını kaçırmamaSabah namazı en çok kaçırılan namazlardan biri. İnsan uykunun esiri olur yataktan kalkamaz. ‘Biraz sonra uyanırım’ der uyanamaz. Namazı vaktinde değil de sonrasında kaza etmek zorunda kalır. Ramazanda sahura kalkma imsaki bekleme gibi hasletlerle insan 30 gün boyunca sabah namazını vaktinde ikame eder. Bu hal Ramazan sonrasında da devam ettirilebilir.Günlük Kur’an-ı Kerim okumaİlahi Beyan Ramazan-ı Şerif’te indirildi. Efendimiz Hz. Cebrail ile bu mübarek ayda mukabelede bulundu. Bizler de bu ayın hürmetine gerek tek olarak gerekse toplu olarak mukabele şeklinde hatim yaptık. Kur’an-ı Kerim tilavetimizi okuma hızımızı ve alışkanlığımızı artırdık. Ramazan’da kazandığımız bu alışkanlığı her gün bir cüz, yarım cüz veya 5 sayfa okuyarak Ramazan sonrasında da devam ettirebiliriz.Meal-tefsir okumaRamazan sonrası Kur’an-ı Kerim okumaları açıklamalı meal veya tefsir ile taçlandırılabilir. Her gün bir cüz, yarım cüz veya 5 sayfa okuyarak Ramazan’da kazandıkları Kur’an okuma alışkanlıklarını devam ettirebilir. Her gün 5 sayfa okumak da zor geliyorsa, hiç olmazsa her gün sadece ve sadece bir sayfa Arapçasından, bir sayfa da açıklamalı bir mealinden veya tefsirinden okumalar yapılabilir.Evrad ü ezkar günlük hayatımızın bir parçası olabilirRamazan ayında duayı dilimizden düşürmedik. Günün oruçlu saatlerini evrad ü ezkarla donatmaya çalıştık. Kur’an okuduk, Cevşen, tesbih, zikir çektik. Son on günde itikafa girdik. Kadir Gecesi’ni aradık. Evrad ü ezkarla kamil mümin olmaya çalıştık. Günlük dua saatlerimizi artırdık. Ramazan sonrasında da kendimizi zorlayarak günün iki-üç saatini evrâd ü ezkârla donatabilir ve zenginleştirebiliriz. Böylece evrâd ü ezkâr, meşgul olmamızı ve günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası olmasını sağlayacaktır.Cemaatle namaz kılmak için camiye gitmeRamazan ayının insanlara kazandırdığı güzel hasletlerden biri de şüphesiz cami ve mescitlerle olan irtibatımızı artırmasıydı. Teravih namazını kılmak için dolan camiler, gün içerisinde mukabele gruplarını ağırladı. Vakit namazlarıyla beraber teheccüd namazları da bir çok camide cemaatle kılındı. Bu güzel alışkanlığı Ramazan sonrasında da devam ettirerek hem manevi mekanlarda namazımızı ikame etme alışkanlığını artırır hem de namazı kıldıran imamı sevindirebiliriz.Pazartesi perşembe oruçlarını tutmaBu yıl Ramazan’da tutulan oruç saatinin uzunluğu, sıcaklara dayanmak için nasıl tedbirler alınacağı epey konuşuldu. Ancak oruç tuttuğu için ciddi bir hastalığa yakalanan, fenalaşan insanlara hiç rastlanmadı. Bununla beraber sıcakların yoğun şekilde hissedildiği bu Ramazan’da oruç tutmanın uhrevî serinliği sardı ruhumuzu. Şimdi sadece Ramazan-ı Şerif’e mahsus bir ibadet olmayan orucu Şevval oruçları, haftalık pazartesi-perşembe gibi nafile oruçlarla devam ettirebiliriz. Bu gibi vesilelerle orucu devam ettirmek bir sonraki Ramazan ayına hazırlıklı girmemizi de sağlayacaktır.Beslenme alışkanlığı kazanmaRamazan ayı boyunca oruçla beraber tüm beslenme alışkanlıklarımız ve yediğimiz öğün sayısı değişti. Aç ve susuz kalmaya alıştık. Açlık süresinin uzun olması, yemek yenilecek sürenin kısa olması sebebiyle günlük öğün sayımız sahur ve iftar olmak üzere ikiye düştü. İsrafa kaçacak ölçülerden uzak durmaya alıştık. Her istediğimizi yememe iradesini de kazandık. Az yiyip az uyumanın yollarını gösteren Ramazan’da kazandığımız bu hasletleri her güne yaymak beden sağlığımız açısından da esenlik sebebi olacaktır.Kulluk hayat boyu sürüyorİlahiyatçı Doç. Dr. Kadir Paksoy: Ramazan manevi değerleri ve ibadet hayatını kazandırıyor. Kazandığımız bu değerleri ve salih amelleri Ramazan’dan sonra da devam ettirilmeli. Çünkü insanın kulluk borcu hayat boyu süren bir süreçtir. Dolayısıyla insanların belli zaman dilimlerinde yapıp da daha sonra muaf tutuldukları bir durum değildir. Şu halde Ramazan’da kazanılan güzel amellerin eda edilen ibadetlerin Ramazan’dan sonra da devam ettirmeleri önem arz eder. İnsan Ramazan’ı güzel değerlendirdiyse güzellikleri hayatına yerleştirebildiyse insan fıtratına ruhuna yerleşen ve sinen güzellikler Ramazan’dan sonra da devam edecektir. Nitekim insanın bunları devam ettirememesinde iradesini de ortaya koyması gerekir. Ramazan’da bir kısım amelleri yapmamız umumi olduğu için rahatlık ve kolaylık olabilir. Ama asıl Ramazan’dan sonra da bu güzellikleri devam ettirmenin iradesini ortaya koymak durumundayız. Böylece biz takvayı hayatımızın her safhasına yerleştirme imkanı bulmuş oluruz. Ayetlerde Allahu Teala müminleri iman ve salih amel işlemekle vasıflandırmıştır.k.kulaksiz@zaman.com.tr

Susan Elizabeth Phillips'le Röportaj

 

Kitaplarını sevdiğim yazarlarla röportaj yapmayı, onlara merak ettiğim bir kaç tane de olsa soru sormayı çok seviyorum. Genelde ısrarla sorduğum sabit sorularım var, cidden merak ediyorum. Bir de yazara özel, ilgimi çeken şeylerle ilgili sorular hazırlamaya çalışıyorum. Susan Elizabeth Phillips de bu yazarlar arasına girmeyi hemen başardı. Umarım siz de benim kadar zevk alırsınız. 

---

Susan, öncelikle nezaketin için teşekkür ederim. :)

1- Kitaplarını nasıl ortamlarda yazarsın? Yazarken müzik dinler misin, dinlersen neler dinlersin? Yazarken olmazsa olmazım dediğin şeyler var mı?

Evimde güzel bir ofisim olduğu için şanslıyım. Ama laptopu veranda ile üst kattaki misafir odasındaki rahat koltuğum arasında sık sık taşımak beni bitiriyor. (Laptop’ım internete bağlı değil.) Haftanın altı günü düzenli bir şekilde yazmaya çalışırım, birkaç saat bile olsa. Bu da demektir ki yazmaya kulağımdaki kulaklıklardan gelen doğa sesleriyle konsantre oluyorum. Ve telefon görüşmesi yok, e-mail (Ah, bu benim için çok zor.) yok!

2- Şu an üzerinde çalıştığın kitap hakkında biraz ipucu verir misin?

Yeni kitabım “HEROES ARE MY WEAKNESS”, Amerika’da 26 Ağustos 2014’te satışa sunulacak. Kış mevsiminde, Maine sahili açıklarındaki ıssız bir adada geçiyor. Deniz kıyısına kurulmuş gizemli bir ev var. Bahtsız bir kadın kahraman ve Theo Harp adında esrarengiz bir erkek kahraman (belki de kötü adam). “HEROES ARE MY WEAKNESS”, gurur duyduğum harika gothic romanım. Gothic ögelerin yanı sıra yine modern döngüler ve biraz daha fazla mizah içeriyor, biraz daha…  Aşağıdaki linkte 1. Bölümün ön okumasını bulabilirsiniz. http://susanelizabethphillips.com/members-only-lounge/heroes-are-my-weakness/

-Gothic dedin, ıssız bir yerde gizemli bir ev dedin ve beni bitirdin bile SEP *_* Okumalıyım!!! -

3- Kitaplarındaki karakterlerle benzer yönlerin var mı? Hangi açılardan?

Söylemesi zor. Erkek karakterlerim kadar kendimden emin biri değilim. (ya da işkence çekmiş, ya da dürüst olmak gerekirse yarısı kadar seksi de.)  Kadın karakterlerimle daha benzerim, özellikle LADY BE GOOD’dan Lady Emma’yla ve BREATHING ROOM’dan Dr. Isabel’le.. Lady Emma liderlikten hoşlanıyor Dr.Isabel kaostan nefret ediyor.  Annie’ye gelince farelerden korkmuyor ve benden bir parça (çokça!) daha cesur.

4- Kitaplarındaki favori çiftin hangisi? ^_^

Favori kitabım her daim en son hangi kitabı bitirmişsem, odur. Favori çifte gelince, cevaplaması çok zor, çok fazla çünkü.

5- Kitaplarında tüm hikayenin 2 esas karakter etrafında dönmemesini özellikle seviyorum. Tüm yan karakterler özenli ve ayrıntılı bir şekilde yazılmış ve dikkate değer. Esas karakterlerin aşkı dışında arka planda bir de yetişkin aşk hikayesi oluyor, harika bir durum. Gerçekten içinde birçok ders saklı. Bu konuda ne söylemek istersin?

Teşekkür ederim! Aile ve ilişkiler hakkında olumlu hikayeleri daha çok seviyorum. İç karartıcı kitaplardan nefret ediyorum! Harika karakterler ve geleceğe dair umut, tek istediğim bu! Her zaman kullandığım sloganım şudur: “Hayat depresif kitaplar okumak için çok kısa!”

-Ah, nasıl yürekten katılıyorum!-

Hello Daphne! ^_^

6- Balayı (HoneyMoon) kitabının sonunda eskiden oyuncu olmak istediğine dair bir bilgi var. Bu isteğin neden gerçekleşmedi?

Üniversitede drama dersleri almıştım ama o zamanlar roman yazmanın çok daha harika bir şey olduğunu hayal bile edemezdim. Bu karakterlerle ilgili her şeyi bildiğim anlamına gelmiyor tabi ki. Motivasyonumu ve karakteristikleri çalışırken kademe kademe geliştirmeliyim.

7- Okurlarına söylemek istediğin bir şey var mı? Ya da eklemek istediğin herhangi bir şey?

Okurlarımla birincil ve doğrudan iletişim aracım FACEBOOK, Twitter ve websitem.

Okuyucularım bana ilham oluyor ve onların kendi fikirlerini benimle paylaşmalarını seviyorum. Okuyucularımla bu şekilde iletişim kurmayı seviyorum ancak maalesef umduğum kadar sık olması mümkün değil. Bazen bu kadar şanslı olduğuma inanmak için kendime çimdik atmak zorunda kalıyorum. Keşke her birinize tek tek teşekkür edebilsem. Biliyorum ki dünyanın her yerindeki okuyucularım, hikayelerimin ve kariyerimin tek ve en inanılmaz parçası olduklarını biliyorlardır...

Röportaj için teşekkür ederim. Lütfen; Facebook, Twitter adreslerimi ve websitemi ziyaret etmeyi unutmayın.