22 Mayıs 2015 Cuma

Neden bu ismi koydunuz bana?

Anne-babalar, hatta diğer aile büyükleri, çocuğa isim koyarken çok ilginç kriterleri baz alabiliyor. Memleketimiz isim konusunda adeta bir hikâye hazinesi. Biz de bu hazineden birkaçını merak ettik. Aldığımız cevaplar ise hayli renkli…

Her ismin bir veriliş hikâyesi var. “Ben birkaç kuzenimle birlikte dedemin adını taşıyorum.”, “Bana halamın kaynının ölen çocuğunun adını vermişler.”, “Annemle babamın evlilik yıldönümünde doğduğum için adımı ‘Senem' koymuşlar.” gibi cümleleri çok duymuşuzdur. İsim mevzuu çocuğun anne-baba üzerindeki hakkı olsa da, bazen öyle isimler duyuyoruz ki “Ne istediniz bu çocuktan?” demekten kendimizi alamıyoruz. Zira memlekette isimler Havuç'tan Salata'ya, Yeter'den İmdat'a kadar geniş bir yelpazeye uzanıyor. Bazen de isim normal görünüyor ama verilme sebebi ilginç oluyor. Rüyalar yoluyla ilham alan ebeveynler mi istersiniz, elinde kâğıt kalemle eşinin ve kendi adındaki harflerden ortak bir ad türetmeye çalışanlar mı? Kimi zaman da bizi dünyaya getirenlerin sevdiği bir öğretmenin, doktorun, komutanın ismini taşıyoruz. Velhasıl hayat hikâyemiz, adımızın konulmasıyla başlıyor…

‘Yeğenim yakışıklı bir futbolcu olsun’

İsim mevzuu, çocuğuna istediği mesleği yaptırmak isteyen büyüklerin totemlerinden biri aynı zamanda. Mesela Semih Kantarcı'ya (24) ismini amcası vermiş. Yeğenini, dönemin Galatasaray ve Fenerbahçe’de oynamış ve yılın yakışıklı futbolcusu seçilmiş Semih Yuvakuran gibi olsun istemiş. Evet, Semih Bey uzun süre profesyonel futbolla ilgilenmiş, lakin amcası gibi Beşiktaşlı değil, iyi bir Trabzonsporlu olmuş.

Artık ‘Tamam’

Çok çocuklu ailelerde sonuncusu olması niyetiyle konulan isimler malumunuz. Tamam Akın da bu isimlerden birini taşıyor. Annesi ondan önce hep köyde doğum yaparken, Tamam teyze hastanede dünyaya gelmiş. Dördüncü çocuk olduğunu duyan hemşireler ‘Artık tamam!' diyerek ona bu ismi vermiş. Ama sayıları böyle ‘tamam'lanmamış ve sekiz kardeş olmuşlar. Tamam teyzenin eşinin ismi ise Üçler. Bu isim Şereflikoçhisar'da bir gelenekmiş. Âdete göre, ebeveynler üçüncü oğulları olduğunda ona Üçler adını verirmiş.

Güleryüzlü hemşire

İnsanlar hastanede normalden daha kırılgan ve ilgiye muhtaç oluyor. Haliyle birçoğumuz için orada iyi davranan bir hemşire veya doktorun yeri ayrı. İşte Gül Bayrak'ın (36) ismi de güleryüzlü bir hemşireye aitmiş. Doğumu esnasında ailecek Gül Hemşire'den çok memnun kalmışlar. Dedesi, “Madem Gül ismindekiler böyle güleç yüzlü ve yardımsever oluyor, torunumun adı da Gül olsun.” deyivermiş.

Otobüs arkadaşlığı

Üç çocuk annesi Türkan Çetin'in (37) isminin hikâyesi ise bir otobüs arkadaşlığına dayanıyor. Babası her gün işe gelip gittiği otobüste bir öğretmenle tanışıyor. Zira o dönemde aynı güzergâhta oturup işe giden insanların otobüs arkadaşlıkları meşhur. Velhasıl babası hanımefendi öğretmen hanıma hayran olunca, dünyaya gelen kızına da onun gibi olsun diye ‘Türkan' adını verir.

Böyle de isim verilirmiş…

-Çocukluğumda mahallemizde yaşlı bir kadın vardı. Eli sopalı, herkese sözü geçen biriydi. Genci yaşlısı herkes ona ‘Yenge' derdi. Bir gün öğrendik ki gerçek adı Havuç'muş, kızdığı için kimse ona ismiyle hitap etmezmiş.

-Ağabeyimin okulda bir arkadaşı vardı. Kızın adını ‘Buson' koymuşlar. ‘En son çocuk bu olsun' manasında.

-Oylum isminde bir arkadaşım vardı. Amcasının nişanlısının adını vermişler. Amcası nişanlısından ayrılmış ama ismi hatıra kalmış.

-Ben eşimle ikimizin isimlerinden bir kolaj olsun istemiştim. Aldım elime kalem kâğıt, evir çevir ALpER çıktı. Alev'den AL, Özer'den ER, ortaya P'yi ekledik ve koyduk ismimizi.

-Lisede Sultan isminde erkek bir sınıf arkadaşım vardı. Anneleri çocuklarının ismini Fatih Sultan Mehmet'e tamamlamak istiyormuş. Sultan ismi kızlara verilse de, ortanca çocuğun kısmetine bu düşmüş.

-Dedem annemin adını koyacağı zaman arkadaşlarını çağırıp birer isim yazdırmış ve kura çekmiş. Annemin adı kurada çıkan ‘Nazan' olmuş.

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Nefese ayrı kiloya ayrı uzman

Mutluluğun sırrını, hayatın şifrelerini, bize özel tılsımları çözme vaatleriyle tanıyoruz onları. Sayıları günden güne artan ve alt başlıklara bölünerek sürekli çeşitlenen bu uzmanlar ne tür bir ihtiyacı karşılıyor? Mutluluk tacirliği mi yapıyorlar yoksa rehberlik mi?

Bazen ‘berbat' giden bir hayatı üç günde düzeltmeyi vaat ederken, bazen de ruhumuzu keşfetmeyi öğütlerken duyarız yaşam koçlarını. Ruhumuzla bağlantı kurmak, kişisel dönüşüm serüvenine çıkmak, kendi iç bilgeliğimizle iletişimde olmak gibi terimleri de onlardan öğrendik. Bahsettiğimiz kişiler tahmin edileceği üzere yaşam koçları ve onun türevleri. Örneğin kişisel dönüşüm uzmanı, spritüal yaşam uzmanı, nefes teknikleri uzmanı, zayıflama koçu, ilişki uzmanı hatta melek koçu gibi…

Peki, sayıları günden güne artan bu uzmanlar ne tür bir ihtiyacı karşılıyor? Kimilerinin iddia ettiği gibi mutluluk tacirliği yapan yeni bir sektör mü doğuyor, yoksa zorlu hayat yolunda insanlara rehberlik mi yapılıyor? Bu sorulara cevap aramadan önce bir noktayı vurgulamakta fayda var; koçluğun ‘önlenemez' yükselişi sadece Türkiye'ye özgü değil. Zira bu alan dünyada son beş yılda en hızlı büyüyen sektörlerin başında geliyor. Kitabıyla, kursuyla, danışmanlık hizmetiyle, seminerleriyle büyük paraların döndüğü bir alan. Yükselme serüveni ise yeni kapitalizmin bir sonucu olarak görülüyor. Çünkü giderek bireyselleşen ve yalnızlaşan insan, karşılaştığı zorluklarda ihtiyacı olan duygusal destek ve rehberliği parayla alıyor. Sürekli kendi ruhu ve bedeniyle meşgul kişilerin sayısı arttıkça da onlara kendilerini iyi hissettirecek, ilgi açlığını giderecek sektörler doğuyor.

Hap bilgiler mutlu eder mi?

Yaşam koçlarına ve benzer diğer uzmanlara karşı en büyük eleştiri psikiyatristlerden geliyor. Ruhsal danışmanlığın bilimsel bir altyapı olmadan verilemeyeceğini savunan psikiyatrist ve psikologlar, yaşam koçlarını ‘kafasına göre tavsiyelerde bulunan kişiler’e benzetiyor. Türkiye Psikiyatri Derneği Medya Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya, yaşam koçluğu iddiasının aslında koruyucu ruh sağlığı tanımına girdiğini anlatıyor. Ehil olmayan kişilerin araya girmesi ise sorunu daha da büyütüyor. Günümüz şartlarının getirdiği belirsizlik ve kaos ortamında insanların yapma cennetler ve rahatlama yöntemleri aradığını düşünen Kaya'ya göre, bu durum kişiyi mistisizme getiriyor. Yani koçlardan sıklıkla duyduğumuz, ‘Kendi bedenine dönme', ‘Kendi farkına varma' gibi kavramların üretildiği alana. Kaya'nın dikkat çektiği diğer bir kavram ise ‘psikolojize etme'. Yani kişinin normal duygu hallerini, gündelik hayat içinde yaşanan doğal sıkıntı, üzüntülerin hastalık gibi algılanması ve tedavi edilmesi gereken haller gibi gösterilmesi. İşte bu ‘psikolojize etme' durumunun karşısında bir iyileşme sektörü oluştuğunu düşünen Kaya, şöyle devam ediyor: “Bir kişisel gelişim uzmanı, yaşam koçu ticarî; bir müessese gibi ofis açabiliyor. Herhangi bir yerden alınan üç günlük kurs yeterli ama orada hastayla karşılaşıp çözüm arıyorlar. İnsanlar umut arayışıyla gidiyor. Ben çok insan oraya gidip örselenip sonra bizden yardım istiyor. Çünkü mutlulukla ilgili hap bilgiler çözüm olmuyor.”

‘Yaşam koçu yönlendirme yapmaz’

Psikiyatristler tarafında hal böyleyken yaşam koçları ise tıp müesseselerinin insanları kullanarak ilaç sektörünü büyüttüğü görüşünde. Onlara göre tıp eğitimi alanlar insanlara yıllar boyu ilaç içirirken, yaşam koçları sorunu kişinin kendine dönmesini sağlayarak çözüyor. Türkiye'nin tanınan yaşam koçlarından Hande Akın, yaşam koçunun cesur ve güçlü sorular sorarak kişiye sahip olduğu potansiyeli keşfettirdiğini söylüyor. Ardından gelen adım ise hayatında olmasını istediği şeye yönelik kişiyi motive etmek. “Çünkü inanırız ki insan istedikten sonra her şeyi yapabilir.” diyen Akın, şöyle devam ediyor: “Yaşam koçu yönlendirme yapmaz. Hedefi doğrultusunda hangi adımları atabileceğini bulmayı sağlar. Çünkü kişi kendini tanımaktan kaçabilir, bazı duygularıyla baş etmekten çekinebilir. Önemli olan farkındalık sağlamaktır. Farkındalığı arttıkça gelişmesine engel olan korkularını zaten kişi kendi aşabilecek güçtedir.”

“Her meslek ve sektörde eleğin üstünde kalanlar ve zamanla eleğin altına dökülenler var.” diyen Akın, tıpkı yaşam koçları gibi tıp doktorları arasında da ehil ve ehil olmayan ayrımı yapılabileceğini söylüyor. Bir danışanından örnek veren Akın, “Altı aydır psikiyatriste gidiyor ve sürekli ilaç veriliyor ancak hiçbir şekilde sözlü terapi yapılmamış. Burada insanların ilaçları sürekli değiştirilerek çok büyük paralar kazanıldığını da biliyoruz.” diyor.

Üç günde mutluluğun sırlarını keşfet!

İşini hakkıyla yapanları saymazsak ‘üç günde mutluluğun sırlarını keşfet', ‘on soruda hayatı keşfet' gibi sloganlarla iş yapanlar akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Her türlü yönlendirmeye açık kişilerin çokluğu ise sektörün büyüme sebeplerinden biri. Katıldığı bir programda insanların artık sıkışmış durumda olduğunu ve bu sıkışmışlığın içinde umut aradıklarını anlatan kişisel dönüşüm uzmanı Aret Vartanyan, manzarayı şu sözlerle betimlemişti: “Bugün desek ki her sabah üç tane yumurtayı çırpın, yüzünüze sürüp güneşe çıkın. Bunu yapacak insanlar var. Bu ne kadar acı bir şey değil mi?” İşte böyle bir ortamda farklı başlıklar altında sürekli yeni ‘uzman' ve ‘koçların' türemesi de kaçınılmaz hale geliyor. Bunlardan birkaçını ve görev tanımlarını kendi ifadeleriyle sıraladık:

Spritüal yaşam uzmanı: Kişinin amaçlarının yanı sıra ruhuyla olan bağlantısını güçlendirici çalışmalar yapıyor. Kendiniz ve yaşamınızla ilgili bütün merak ettiklerinizin gün ışığına çıktığını ve bütünüyle yenilenmiş olduğunuzu hissettiriyor.

Kişisel dönüşüm uzmanı: Grup çalışmaları ve birebir programlarıyla daha mutlu, daha tutkulu, farkındalığı yüksek bir yaşamın kapılarını açıyor.

Melek koçluğu: Geçmişinizden getirdiğiniz sıkıntılara şifa çalışması. İş, kariyer, para konularında hak ettiğiniz noktaya ulaşırsınız. Melek koçluğu hayatınızı kolaylaştırır, meleklerle iletişimi öğrendiğinizde her şey daha kolay olur.

Nefes koçluğu: Düşünsel, felsefi, yaşamsal alanlarda nefes farkındalığını geliştirir. Bilimsel ve ruhsal bilgilerle donanmış yaşam danışmanları yetiştirme amacıyla hazırlanmış sertifikalı bir eğitim. Bütünsel ve farkındalıklı nefes almayı sağlar.

Ruhsal danışman sürekli gülmek zorunda mı?

Yaşam koçu ve kişisel gelişim uzmanlarına getirilen bir eleştiri de sürekli gülümseyen yüz ifadeleri. Birçoklarına yapmacık gelen bu durumu psikiyatrist Burhanettin Kaya, şöyle yorumluyor: “Bu güleç yüzlülük hastaların müşteri olarak algılanmasından kaynaklanıyor. Aynı gülüşü özel hastanede doktor arkadaşımızın ya da hemşirenin yüzünde de görebilirsiniz. Çünkü artık hasta değil, müşteri algısı vardır. Güler yüz, iyi sağlık hizmeti demek değil. Gerçek güler yüz karşındaki kişiyle empati kurmak ve onun ne hissettiğini anlamak, bunu ona ifade edebilmektir. Bu durum kendine de eleştiri yapabilmeyi getirir.”

8 Mayıs 2015 Cuma

Sevgi tercih, saygı mecburî

Sevgiyi ilk günkü gibi korumak zor. Zira zamanla dönüşüm geçiriyor. Bu duygu rutin hale geldiğinde bu kez evliliği yürütme görevini saygı devralıyor. Uzmanlara göre saygının olmadığı yerde sevgi tek başına işe yaramıyor. Say­gı bitmişse sevgi, etkisiz bir yapıştırıcı halini alıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2014 yılı evlenme ve boşanma istatistiklerini yayımladı nisan ayında. Verilere göre, evlenen çift sayısı 599 bin 704, boşanan çift sayısı ise 130 bin 913. 2014’te evlenenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0,1 azalırken, boşananların sayısı yüzde 4,5 artmış. Şiddetli geçimsizlik, maddi yetersizlik, iletişimsizlik, bencillik, sadakatsizlik gibi boşanma gerekçelerine artık aşinayız. Ancak Yargıtay’dan çıkan bazı emsal kararlar var ki şaşırtıyor. Örneğin tükürmek! 2008 yılında Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, ‘kocanın yüzüne tükürmek duygusal şiddettir’ diyerek tükürmenin boşanma nedeni olabileceğini kaydetmişti. Ağız ve beden kokusu için tedavi olmamak, eşiyle alay etmek, onu başkalarıyla kıyaslamak, evden kovmak, iftira atmak, küçük düşürmek de en popüler boşanma nedenlerinden. Dikkat ederseniz tüm bu sebeplerin temelinde saygı kavramı yatıyor. İlişkilerin omur­gasını oluşturan saygı bitmişse evlilik ömür törpüsüne dönüşüyor. Uzmanlara göre saygının olmadığı yerde sevgi tek başına işe yaramıyor. Say­gı bitmişse sevgi, etkisiz bir yapıştırıcı halini alıyor.

Sevgi ve saygı birbirini besler

Uzman Psikolog Rümeysa Ölmez’e göre, sevgi ve saygı birbirini besleyen duygular. Saygı varsa sevginin kalıcı olması mümkün ama saygı yitirilmişse tahammülsüzlük başlar; beraberinde incitme, kin duyma, intikam alma duyguları sökün eder. Zamanla sevgi azalabilir, o zaman merhamet, şefkat, kültürel ve dini değerler devreye girer ve ilişki saygı çerçevesinde devam edebilir. Aslına bakarsanız sevgi tercihtir ama saygı mecburî;dir. Yalan söyleniyorsa, küfür, hakaret ve aşağılama varsa, çiftler birbirini dinlemiyorsa, konuşamıyorsa o ilişkideki saygı yitip gitmiştir. Can çekişen bu ilişkiler kör topal yürütülür ancak bir süre sonra ne muhatabınıza ne de kendinize saygınız kalır.

Dinde değer vermek esas

İlahiyatçı Ayşegül Altan Kuzu ise İslam’a göre saygının insanî; bir hak olduğunu söylüyor. Zira insan kerim ve saygıdeğer yaratılmış. Ona saygı duymak Yaradan’a da saygı duymak anlamını taşır. Yaratan’dan ötürü yaratılanı sevme, değer verme, incitmeme, hakir görmeme esastır. Eşler arasında nesebin, fiziksel özelliklerin, fikirlerin aşağılanması da saygısızlığa varan ve ilişkiyi bitiren en önemli amillerden. Eşlerin birbiri üzerindeki haklarına kafa yormalıyız örneğin. Hakaret etmenin dinde tasvip edilmediğini, söz düellolarının ve yaralayıcı üslubun evliliği çıkmaza soktuğunu, öfke kontrolü sağlanamadığında geriye dönüşü zor yollara girildiğini idrak etmeye ihtiyacımız var.

Çözüm yolu iletişim kurabilmek

Sosyolog Abdürrezzak Çil’e göre, saygı kavramı sevgiyle daha anlamlı ve tutarlı. Ancak sevgiyi ifade etme ve dışa vurma konusunda yaşanan yetersizlik saygıya da yansıyor. Sevgi temeli üzerine inşa edilen saygı anlayışı ise daha dayanıklı ilişkileri beraberinde getiriyor. “Eşime saygı duyuyorum ama onu sevmiyorum.” şeklindeki bir ifade tutarsız. Bu iki kavram etle tırnak gibi, birini diğerinin yerine koymak çok makul değil. Burada önemli olan iletişim. İyi iletişimle iki kavram pekişir, eğer birinde zedelenme olursa diğeri üzerinde olumsuz etki yapar.

1 Mayıs 2015 Cuma

Serhad Sehrinde Cuma gezmesi

Osmanlı’nın ikinci başkenti Edirne, bir günde gezilecek bir şehir değil. Hemen her eseri Türk tarihinin merhalesi mesabesinde. Öyleyse düşün yollara, çıkın Edirne turuna…

Edirne’ye adımınızı attığınızda buraya neden “Bursa’nın oğlu, İstanbul’un babası” dendiğini anlıyorsunuz. İmparatorluğun ikinci payitahtı olan bu serhad şehri, Türk tarihinin mühim bir merhalesi kuşkusuz. Balkan Harbi sonrası, bu güzel şehri kaybettiğimizde halkın söylediği türküde koca bir mazi saklıdır, ‘Ey Türk oğlu şimdi atın/ O yollarda gezemiyor/ Rumeli’siz saltanatın/ Saltanata benzemiyor…’ Bu haftaki durağımız Selimiye Camii… Baştan belirtelim: Görülecek, ziyaret edilecek çok yer var. Bu sebeple uzun ve yorucu bir geziye hazır ol sevgili kari!

‘Ustalık eseri’nin gölgesinde…

Süleyman-ı Kanunî;’nin entrikalar sonucu tahta geçen oğlu II. Selim’in banisi olduğu cami, Koca Sinan’ın ‘ustalık eserim’ dediği ulu bir mabet. Hazreti Peygamber’in (sas) rüyada Selim-i Sani’ye işaret buyurması üzerine 1568’de temelleri atılan külliye, 1574 senesinde ibadete açılır. Sermimar Sinan’ın 84 yaşında bir gergef gibi işlediği cami, Osmanlı Rönesansı’nın remzi sanki. Çünkü Sinan, Selimiye’yi öyle büyük bir kubbeyle örter ki, Ayasofya’nın rövanşını almış olur adeta. Camiye dikkatle bakın: Her biri sembollerle konuşuyor. Beşerli pencereler İslam’ın beş şartını anlatıyor, lisan-ı halleriyle. Kuş kafesini andıran mermerden yapılma minber bir başka şaheser. Caminin tam ortasında bulunan müezzin mahfili ise onun tevazu sahibi bir kul olduğunun göstergesi aslında. Ters lalenin hikâyesi ise Sinan’ın torunu Fatma’nın vefatı sonrası sandukasına işlemesiyle ortaya çıkıyor. Usta’nın çıraklarından biri de bu motifi az önce bahsi geçen hünkâr mahfilinin bir ayağına işliyor. Selimiye Camii, şu kısa sütunda anlatılmayacak kadar muhteşem bir eser. Şimdi cuma saatinin huzurlu dakikalarında, üstünüzden geçen güvercinlerin de zikre katılmasıyla namaza durun. Ve müezzinin selam sonrası okuduğu salaten tüncina duasına ‘âmin’ deyin.

Dua kubbeli çarşı

II. Selim’in oğlu III. Murad’ın yaptırdığı ayakkabıcılar eski dilde kavaflar, yeni dilde Arasta Çarşısı, caminin hemen yanında yer alıyor. Bugün hediyelik eşyaların, dinî; eserlerin, şehre has ürünlerin satıldığı çarşının ortasındaki dua kubbesi dikkat çekiyor. Eskiler der ki: Esnaf her sabah dükkânlarını açmazdan önce bu kubbenin altında toplanır, hayırlı kazanç için Allah’a el açarmış.

Kâbe’nin köşesinden bir yadigâr

Kadim şehirlerin ulucamileri vardır. Halkın ‘Eski Cami’ dediği Ulucami, adı gibi heybetli bir yer. Selimiye’nin hemen karşısında, merkeze doğru. Fetret Dönemi’nde Süleyman Çelebi’nin yapımına başlattığı, kardeşi Çelebi Mehmed’in 1414’te tamam ettiği caminin kendine has keyfiyeti var. Mesela II. Ahmed ile II. Mahmud burada kılıç kuşanmış. Hacı Bayram-ı Veli’ye hürmeten vaaz verilmeyen kürsü de bir başka detay. III. Mustafa’nın Edirnekâri sanatıyla yaptırdığı hünkâr mahfili ise uzaktan gelen bir mektup gibi. Ama burayı önemli kılan Kâbe’nin Rükn-i Yemâni adlı köşesine ait olduğu rivayet edilen küçük bir hatıra. Bu siyah taş parçası, mihrabın hemen sağında muhafaza ediliyor. Bugün müze olarak hizmet veren II. Bayezid’in yaptırdığı külliyeyi de yorulmadan ziyaret edin lütfen.

Cami penceresinde üç yıl

Üç Şerefeli Cami, şehrin merkezinde yer alıyor. II. Murad’ın yaptırdığı cami, 1437’de ibadete açılır. Osmanlı klasik döneminin başlangıç camilerinden addedilen mabedin hemen girişinde üç sütun göze çarpıyor. Bunlar, Murad-ı Sani’in rüyasına giren üç büyük meleği; Cebrail, İsrafil ve Mikail’i temsilen dikilmiş. Camide yer yer resimler de bulunması Balkan camilerindeki geleneğin göstergesi. Üç Şerefeli’nin bir benzeri ise Beşiktaş’taki Sinanpaşa Camii’dir, bilgisini verelim. Fethullah Gülen Hocaefendi de 6 Ağustos 1959’dan sonra bu caminin imamlığını yapmıştı. Cami penceresinde yaklaşık üç senesini geçiren Hocaefendi, kendisini derinden etkileyen bu cami için, “Üç Şerefeli ki, mimaride, Selimiye gibi medeniyet tarihimizin en büyük medar-ı iftiharının doğumuna analık yapmış ve mimarideki bu muhteşem zafere zemin hazırlamıştır.” der. Bu arada caminin dış avlusunda yer alan çay bahçesinde mutlaka oturun sevgili kari!

Edirne ciğeri yeme vakti

Vakit öğleyi çoktan geçti. Şimdi şehrin meşhur lezzetlerinden Edirne ciğerini yeme vakti. Buraya kadar gelmişken bilhassa ciğer sevmeyenlerin behemehâl yemesi gerekiyor. Tavsiye bir porsiyon olması yönünde. Peki, nerede yenebilir? Dileyenler, Selimiye Camii’nin civarındaki mekânlarda, dileyenler de Ali Paşa Çarşısı’nın yanındaki dükkânlarda afiyetle yiyebilir. Şunu da söyleyelim; deva-i misk helvası, badem ezmesi, Kavala kurabiyesi ve acıbademden de muhakkak tadın.

Meriç Nehri’nde çay molası

Balkanlar’ın en büyük nehirlerinden birine baktığınızı hatırdan çıkarmayın. Şehrin merkezini Karaağaç’a bağlayan Meriç Köprüsü’nün diğer adı Mecidiye. O da Abdülmecid tarafından 1842’de inşa edildiğinden dolayı. Burası aynı zamanda Osmanlılarla Sırplar arasında vuku bulan 1371 Çirmen Savaşı’nın da geçtiği mekân. Şimdi şehrin gerdanına dizilmiş çay bahçelerinde bir yönünüzü maziye, diğer yönünüzü istikbale çevirin ve şimdiki zamanı yaşayın.

Şehrin manevî; sahibini ziyaret

İstikâmet, Hasan Sezai Hazretleri’nin münevver kabri. 1669’da Gördes’te dünyaya gelen Hazret, 18 yaşında gemiyle İstanbul’a ayak basar. Burada Halvetiye’nin büyükleriyle tanışır ve tasavvufa doğru kanatlanır. İlerleyen zamanlarda Edirne’ye gelir ve dergâhını, Gülşeniyye tarikatının şeyhi olarak şehre kurar. Burada 53 yıl talebe yetiştirir. Şiir istidadından ötürü “Osmanlı’nın Hafız-ı Şirazisi” anılan Hazret, 1738’de ise Hakk’ın rahmetine kavuşur. Buraya da yolunuzu düşürün. Bu arada güzergâh dâhilinde yer alan Darü’l-Hadis Camii’ne de bir uğrayıverin.

Son durak Karaağaç

Burası tarih kitaplarında “Lozan Antlaşması sonrası savaş tazminatı olarak Türkiye’ye bırakıldı.” diye geçen güzelim Karaağaç. Dev yapıların değil, yeşilin ve kuş seslerinin sarmaladığı Karaağaç yolunu faytonlar eşliğinde de geçebilirsiniz. Civarda Abdülhamid Han’ın Mimar Kemaleddin’e tren garı olarak inşa ettirdiği, günümüzde Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanılan tarihî; bina, Lozan Antlaşması’nı temsilen Lozan Anıtı bulunuyor. Ve etrafında birbirinden çiçekli kafeler... Uzun bir seyahat eyledin sevgili kari, öyleyse bir yorgunluk kahvesi içme hakkın var demektir, yanında acıbademle tabii.