31 Ekim 2014 Cuma

Helal kazanmak gibisi yok

Cuma sûresinde “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın.” buyuruluyor. Ticaret meşru ve kazancı helal. Fakat ticaret yaparken ahlâkî şartlarını ne kadar gözetiyoruz?Kandırma ve yalan söyleme sanatı, kişilerin parasını kibarca çalma, kazıklamanın Türkçesi, paraya açılan kapı, piyasada çevrimiçi olmak, hırsızlığın yasal olanı… Ticaretin tanımıyla ilgili sosyal mecradaki sözlüklerde yer alan bu ifadeler, konuya bakışımız hakkında ipucu veriyor. Ancak İslamî literatürde mesele bu bakış açısından çok uzak. İslam Ansiklopedisi, ticareti ‘kâr amaçlı mal mübadelesi’ şeklinde tanımlıyor ve ticaret ahlâkından bahis açıyor. Dinimiz, ticaret üzerinden ahlâkî müeyyidelerle israftan, cimrilikten, dünya malına aşırı bağlanmaktan, yoksulu hor görmekten sakınmamızı salık veriyor. Bunların yanı sıra özellikle “Rızkımın peşinde koşuyorum.” diyerek manevi hayatı ihmal etmekten men ediyor. İlahiyatçı-yazar Ali Demirel, bunun en bariz örneğini cuma vakitlerinde gördüğümüzü söylüyor. Sahiden çevremize bir göz atalım. Cuma vakti kaç dükkânın kepengi kapanıyor ya da kaçımız o vakitlerde alışverişten geri duruyoruz?Demirel, “Cuma günü, namaz ile yükümlü olanların özürsüz olarak cuma namazını terk edip başka meşguliyetlerle uğraşması caiz değil.” diyor ve bu konudaki açık bir ikazı hatırlatıyor: “Ey iman edenler! Cuma namazına ezan ile çağrıldığınız zaman derhal Allah’ı zikretmeye (hutbe ve namaza) gidin, alışverişi bırakın. Bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır!” (Cuma Sûresi/9)Demirel’in verdiği bilgiye göre İslâm âlimleri, (bu ayete istinaden) iç ezan okunduğu esnada cuma namazına gitmesi gerektiği halde gitmeyip alışveriş yapan kişilerin muamelelerinin caiz olmadığını belirtiyor ve bu vakitte yapılan alışverişte bereket olmayacağını beyan ediyor. Hanefîlere göre cuma vaktindeki bir satış, harama yakın mekruh sayılırken, çoğunluk fakihlere göre haram.Sanmayın ki İslâmiyet ticareti yasaklıyor. Aksine çeşitli ayetlerde ticarete teşvik var: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ancak karşılıklı rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır.” (Nisâ Sûresi/29) Yaşayan Kur’an olarak nitelendirilen Efendimiz de bizzat alışveriş yapıyor, borçlanıyor, rehin veriyor, ortaklık kuruyor. Kimseyi ticaretten men etmediği gibi rızkın onda dokuzunun ticarette olduğunu ifade buyuruyor. Ancak haksız kazanca yol açan faiz, karaborsacılık, yalan, hile, hıyanet, vaadi bozma vb. tutumları yasaklıyor.‘Pahalansın da öyle satayım’ diye düşünerek mal saklanmamalıAllah Resulü (sas), “Pazara (satmak üzere) mal sevk eden (kâr eder, helâlinden) rızka kavuşur. İhtikâr yapan (pahalansın da öyle satayım diye malını saklayan), lânete uğrar.” buyurarak, iktisadî hayata mühim bir düstur getirir. Buna göre ticarette piyasayı daima dolu tutmak esastır. Pahalandırarak daha çok kâr etmek için malı piyasaya sürmemek, saklamak, (yani ihtikâr) yasaklanmıştır.Satıcı, malın kusurunu gizlememeliEfendiler Efendisi (sas), “Ey tüccarlar! Şurası muhakkak ki, kıyamet günü tüccarlar, fâcirler (haddi aşan, Allah’a âsi olan kişiler) olarak diriltilecekler, ancak Allah’tan korkanlarla, dürüst olanlar ve (malın evsafını belirtirken) doğru söyleyenler hâriç.” buyurarak tüccarları uyarıyor. Allah Resulü’nün beyanına göre satıcı, müşteriye malı hakkında doğru bilgi vermeli, malın ayıbını ve kusurunu gizlememeli.Ölçü ve tartıda hile yapılmamalıKur’an-ı Kerim’de, eski milletleri helâk eden musibetlerden biri olarak ölçü ve tartıda yapılan hile gösterilir. Sözgelimi, Hz. Şuayb’ın kavmi bu zaafından dolayı uyarılmış, yola gelmeyince helâk edilmiştir. Bu kıssanın yanı sıra Mutaffifîn Sûresi de “Ölçü ve tartıda hile yapanlara yazıklar olsun!” diye ağır bir tehditle başlar, bu tavrın ahirete imanla asla bağdaşmadığı ifade edilir ve ahirette azabın çetinliğinden haber verilir.‘Malım iyi’ diye yemin edilmemeliFahr-i Kainat Efendimiz, “Alışverişte fazla yeminden kaçının zira o, mala rağbeti artırsa da daha sonra bereketini giderir.” buyurur. Yalan yere yemin ederek malını satan kişi için de üslûbu pek şiddetlidir: “Yalan yeminle malını cazip kılan kimse, Müslüman bir kimsenin malını gasp etmiş olduğu için, kendisine gazap edilmiş olarak Allah’a kavuşur ve “... Allah’ın (rahmet) nazarıyla bakmayacağı üç kişiden biri olur.”Alış-verişler yazılarak kayda alınmalıÂlimler, Hz. Peygamber’in alışverişleri yazıp, üzerinde anlaşılan şartları kaydettiğini gösteren rivâyetlerden hareketle, bunun uyulması gereken bir edep olduğunu belirtir. Borçlanmalarda az da olsa çok da olsa yazmak, zaten Kur’an’ın bir emridir: “Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazın…” (Bakara 2/282)Teraziyi müşteri lehine ağır tartmalıEfendiler Efendisi (sas), bir tartıcıya, “Tart ve (terazinin kefesini müşteri lehine) ağır kıl.” diye emreder. O’nun bu tavrı bize kesin bir çerçeve çizer. Satıcı terazi kullanırken, satılan malı müşteri lehine biraz ağırlaştırarak tartmalı.Pazarlığı yapılmakta olan mala müşteri olunmamalıAlış verişlerimizde pazarlık yapmak sünnet. Efendimiz de Cabir’den (ra) deve satın alırken pazarlık etmiştir. Ancak Allah Resulü (sas), “Kişi, kardeşinin almakta olduğu mala alıcı çıkmasın; istemekte olduğu kıza da talip olmasın. Önceki izin vermişse o başka.” buyurur. Bu edep, alıcı ve satıcının ikisi için de geçerli. Bir müşteriyle satış muamelesi başlamış fakat satışı kesinleşmemiş bir mala daha uygun şartlar teklif ederek müşteri olmak hoş karşılanmaz.Ödeme güçlüğü çekene kolaylık sağlanmalıPeygamberimiz (sas), ticari ilişkilerini kolaylık prensibine göre düzenleyen, nazik ve müsamahakâr tâcirlere, “Satarken, alırken ve alacağını isterken müsamahakâr davranan (muhataplarına kolaylık gösteren) şahsa Allah rahmetiyle muamele etsin.” ifadeleriyle dua eder, geçmiş ümmetlerde yaşanan bir vakayı şöyle özetler: “Sizden önceki ümmetlerden bir adam (vefatından sonra) hesaba çekildi. Hayır adına lehinde olabilecek bir şey bulunamadı. Ancak şu var ki, adam (hayatta iken) ticaret yapar ve kolaylık sağlardı. Adamlarına darda ve zorda kalan borçlulara kolaylık göstermelerini söylerdi. İşte bu muamelesi sebebiyle Azîz ve Celîl Allah buyurdu ki: Biz, darda kalanlara müsamahalı davranmaya ondan daha layığız; onu affedin!”Mala karşı hırs gösterilmemeliTicaret hayatında gözünü mal hırsı bürümüş bir insanın Allah’a karşı kulluk şuuru içinde hareket etmesi çok zor. Bu hal, hased duygularıyla başkalarının elindekine göz dikmeye, haklarını gasp etmeye götürebilir. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim’de insanın mal arzusunun şiddetine işaret edilir: “Ondaki mal hırsı pek şiddetlidir.” (Âdiyât, 8)Ancak burada şu ince noktaya temas etmek gerekir: Allah rızasında kullanmak ve salih amellere vesile olmak niyetiyle çok kazanma düşüncesi yanlış değildir. Önemli olan kazandığı malı meşru dairede hareket ederek kazanmak ve haksız rekabet yollarını kullanarak başkalarının ekmeğiyle oynamamak.

30 Ekim 2014 Perşembe

Bozulan Yeminler - Sabrina Jeffries (Hellions of Halstead Hall #1)

Kitap Adı: Bozulan Yeminler

Yazar: Sabrina Jeffries

Orijinal Adı: The Truth About Lord Stoneville

Çeviri: Funda Sularöz

Yayınevi: Epsilon Yayınları

 Sayfa Sayısı: 374

Basım: 2.Baskı - Ocak 2011

Seri: Hellions of Halstead Hall #1

Seri Sıralaması:

#1 Bozulan Yeminler / The Truth About Lord Stoneville (Oliver&Maria)

#2 Yatağımdaki Yabancı / A Hellion in Her Bed (Jarret&Annabel)

#3 Sır Gibi Sakladım / How to Woo a Reluctant Lady (Minerva&Giles)

#4 Vahşi Bir Lordun Kollarında / To Wed a Wild Lord (Gabe&Virginia)

#5 Son Çarem /A Lady Never Surrenders (Celia&Jackson)

#6 'Twas The Night After Christmas (Pierce&Camilla)

Freddy ona yaklaştı, gardiyanlarına gizli bir bakış attıktan sonra sesini alçalttı. "Stoneville iyi birine benziyor."Maria, histerik kahkahasını bastırmaya çalıştı. "Ahh, evet, oldukça iyi. Onunla bir genelevde tanıştık ve büyükannesini kandırmak için bize şantaj yapıyor."Hester Plumtree'nin sabrı tükenmişti. Anne ve babalarının ölümünden sonra elinde sadece beş tane torunu kalmıştı. Ama torunları evlenip yuva kurmak, sorumluluk almak yerine; serserilik peşindeydiler. Büyük torunu Oliver işlerin başına geçeceğine hovardalık ediyordu,  genelevlerden çıktığı yoktu. Onun bir küçüğü Jarret, bira fabrikasının başına geçeceğine kumar masalarında sabahlıyordu.Gabe, tehlikeli fayton yarışları yapıp hayatını riske atıyordu. Bir leydi olarak sorumluluklarının farkında olmayan Minerva, gothic erotik romanslar yazıyordu; hem de kendi adıyla yayınlatarak.En küçükleri Celia ise nakış işlemesi, modadan konuşması gerekirken atıcılık, binicilikle ilgileniyor; mütemadiyen erkek gibi davranıyordu. Onları kendi haline bırakmanın faydası yoktu ve Hester da giderek gençleşmiyordu. Bir plan yaptı; ya bir yıl içerisinde evlenecekler ya da hepsini mirastan mahrum edecekti. ---"Eğer diğer insanların hayatı hakkında konuşabilecek bu kadar çok vaktiniz varsa size yapılacak daha çok iş verilmeli."---Maria'nın da sabrı tükenmişti. Evlilik hayalleri kurarken önce nişanlısı ortadan kaybolmuş, sonra babası vefat etmişti. Maria, hem babasının mirasından payını alabilmek; hem de nişanlısını bulabilmek için şaşkın kuzeni Freddy'le Amerika'dan İngiltere'ye geldi. Daha geldikleri gün başlarını belaya sokup kendilerini bir genelevde hırsızlıkla suçlanırken buldular. Maria'nın nişanlısını bulması, Oliver'ınsa babannesini bu fikirden vazgeçirmek için bir nişanlı bulması gerekiyordu. Ve Oliver, Maria'ya bir anlaşma teklif etti. Ah Oliver, içindeki onu yiyip bitiren suçluluk beni de yiyip bitirdi. Uzun uzun düşündüm hayatı kendimize nasıl zindan ettiğimizi, kendimizi suçlayacak bir şey bulduğumuzda nasıl acımasızca üstüne gittiğimizi... ---"Vicdanım olduğu için beni suçlayan ilk kadınsın."---Sharpe kardeşleri çok sevdim. :)Sabrina'nın harika bir anlatımı var. Bir historical romance'da aradığım ne varsa bulduğum bir kitap oldu benim için. Tüm kardeşleri sevdim ama Minerva'ya şimdiden hayran oldum, onun kitabını inanılmaz merak ediyorum. ---"Aşka inanmayan bir adam için bu kelimeyi çok fazla kullanıyorsun."---Freddy'nin beni öldüren konuşmaları, büyükannenin entrikaları, kitabı birlikte okuduğumuz One Better Day'in gönderdiği müstakbel Oliver resimleri derken kitap bitivermişti.Kitabı kapadığımda devamını istiyordum ve bir yandan da tamamıyla beni tatmin ettiğini fark ettim. Öldüğüm Alıntı: "Nelerden vazgeçtiğini bilmiyorsun bile," dedi Oliver. "Bir adamın dokunuşunun altında darmadağın olmanın ne demek olduğunu bilseydin, saygıdeğer bir evliliğin ruhsuz rahatı için bunu fırlatıp atmaya bu kadar istekli olmazdın."

Seriye devam :)Birlikte okuduğumuz One Better Day'in yorumu için TIKTIK!PUANIM: ♥♥♥♥♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

25 Ekim 2014 Cumartesi

Başkadeniz'e Dönüş - Danielle Martinigol (100Dünya Üçlemesi #2)

Kitap Adı: Başkadeniz'e Dönüş

Yazar: Danielle Martinigol

Orijinal Adı: L'envol de l'abîme

Çeviri: Azade Aslan

Yayınevi: ON8 Kitap

 Sayfa Sayısı: 191

Basım: Ağustos, 2014

Seri: La trilogie des Abîmes series // 100Dünya Üçlemesi

Serinin Diğer Kitapları: 

#1  Les Abimes D'Autremer // 100Dünya'nın Gizli Yüzü

 #2  L'envol de l'abîme // Başkadeniz'e Dönüş

#3 L'appel des abîmes // Abislerin Çağrısı

"Önceki akşam mürettebatını Ejderha'nın ateşinden kurtaran Abis'in incisi olsaydım, Başkadeniz'e döner, onu Rheia bölgesindeki gemi şantiyelerine götürürdüm. Ejderha'nın gazlarının ek karın plakalarının altına sızıp sızmadığını denetlemek için onu sırtüstü çevirirdim. Her şeyi milimi milimine kontrol eder; sonra da onu ne kadar çok sevdiğimi göstermek için plakalarının birinin altından Abis'imin gövdesini okşardım ve sonra da uçmasına izin verip, onu doğduğu dünyanın göklerinde özgür bırakırdım. Abis'im geri dönene kadar, onun olmaktan mutlu, yolunu gözlerdim."Corian, 100Dünya Topluluğunun en fakir gezegenlerinden Djauze'de yaşıyordu. Genellikle kaçakların yerleştiği gezegen, çöplük gibi görülüyordu. Zaten Corian'ın babası da bir kaçaktı. Corian gelincik sarmaşığı toplarken bir yandan bir Abisin pilotu, daha doğrusu incisi olduğunu hayal ederdi. Babasının da sık sık hatırlattığı üzere bu imkansız bir hayaldi. Sonra bir gün Başkadeniz'de abislere seçim için sunulacak inci adaylarını galaksinin dört bir yanından toplamak üzere gezen abis, onların gezegenine indi. Corian, yıllardır kurduğu hayallerinin gerçekleşmesini dilerken, aslında hayallerinin birçok emele de alet edildiğini görecekti. ---İlk kitabın karakteri Sandiane üzerinden devam edeceğini sandığım ikinci kitapta bambaşka biriyle karşı karşıyayız: Corian.Sandiane ve yaşadıklarının üzerinden on yıldan fazla geçmiştir. Sandiane artık evli ve Aëla isimli bir de kız annesi bir incidir. Yıllar önce başına gelenler nedeniyle artık abisler sadece Başkadenizlilerin değil tüm dünya halklarının da katılım şansı olduğu bir şekilde incilerini seçeceklerdi.Corian, bir abis tarafından seçilmeyi beklerken aslında onu bambaşka şeyler bekliyordu. ---İlk kitaptan daha çok sevdim bu kitabı. İkinci kitapta Sandiane'in devam eden hayatına da şahit oluyoruz bir yandan. Ancak Corian serinin ruhuna uygun olarak yine genç bir karakter. Yazar, bu kitapta beni oldukça şaşırttı ve ters köşe yaptı. Kitap basit bir şekilde: "Corian hep bir inci olmayı hayal ederdi ve ne garip ki tüm abisler bir anda ayaklarına kapandı ve Corian hemen bir inci oluverdi. Haydi hoşça kalın." temasına sahip olsaydı, hayal kırıklığına uğrardım. O yüzden yazarın olayları bağlayışını çok sevdim.Corian, Cem ve Aëla  arasında gelişen dostluk ise beni çok duygusal bir yerden yakaladı. Mel'in ailesinin başına gelenleri de öğrendik. :(Gelelim kitabın mesajlarına. Ne kadar gençlere hitap eden bir bilim kurgu olsa da verdiği mesajların oldukça "yetişkin" olduğundan bahsetmiştim. Bu kitapta yine iliğime kadar hissettim.İlk kitapta irdelenen haber alma özgürlüğü ve özel yaşamın gizliliği meselelerinden sonra bu kitapta da medyanın gücünü, verilen haberlerin "doğruluğunu", manipülasyonu, politikaya nasıl alet edildiğini yakinen görüyoruz. Uzun uzun medyanın aslında nelere hizmet ettiğini düşünürken bulabilirsiniz kendinizi benim gibi. Ve yazar bunu gençlerin gözünden, o kadar basit düzeyde  anlatıyor ki. Olayların belki bir nevi yaşıma göre basit kaldığı bu seriyi sevme nedenim sanırım alt metinler. Başkadeniz'de ve 100Dünya Topluluğunda işler beklemediğim yönlerde değişti. Serinin son kitabı bayağı alevli gibi. Sevgiler. PUANIM: ♥♥♥♥♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

24 Ekim 2014 Cuma

Milyonluk Günahkar Düet - C. L. Parker (Million Dollar Duet #2)

Kitap Adı: Milyonluk Günahkar Düet

Yazar Adı: C. L. Parker

Orijinal Adı: A Million Guilty Pleasures

Çeviri: Ilgın Yıldız

Yayınevi: Novella Yayınları

Sayfa Sayısı: 288

Basım: Ekim 2014

Seri Adı: Million Dollar Duet #2

Serinin Diğer Kitapları:

#1 Milyonluk Kirli Sır / A Million Dirty Secrets 

#2 Milyonluk Günahkar Düet / A Million Guilty Pleasures 

"Ben süper kahraman değilim ama senin için bir kurşun yiyebilir, sadece tek bir elimi havaya kaldırıp hızla gelen bir lokomotifin önüne geçebilirim; hatta sana ulaşmak için gökdelenlerden sıçrayabilirim. Seni mutlu etmek için ne gerekiyorsa... çünkü seni seviyorum ve ihtiyacım olan tek sebep de bu."

Noah ve Lanie kısa bir aradan sonra yine bizlerle. 

İkinci kitap, birinci kitabın kaldığı yerden, yine aynı çiftimizle devam ediyor. 

İlk kitabı okumamış olanların yorumumu okumasını tavsiye etmem. İkinci kitaba dair spoiler vermeyeceğim, ancak ilk kitabın kaldığı yerden başlamam gerekiyor yoruma ;) 

İlk kitabın sonunda duygularının farkına varmıştı çiftimiz.  Noah, Lanie'nin kontratı neden imzaladığını öğrendiği için inanılmaz bir suçluluk duymuş ve kontratı yırtarak Lanie'yi serbest bırakmıştı. Mendiller, mendiller... :'(

Lanie annesinin ağırlaştığını öğreniyor ve ailesinin yanına dönüyor alelacele kitabın başında. Çift ayrıyken, annesine uygun bir kalp bulunuyor. Ve ameliyat oluyor. Lanie annesinin yanındayken Noah hastaneye Lanie'yi bulmaya geliyor ama ne kızlarının üniversitede okuduğunu zanneden Lanie'nin babası Noah'ı tanıyor, ne de Lanie onları nasıl tanıştıracağını biliyor... 

Üstelik Noah'ın baş düşmanı David de haince planlar peşinde. 

Bu kitapta çiftimizin ilişkilerinin nasıl sınavlar verdiğini okuyacağız :)

Yazarın kalemini sevdiğim için hızlıca bitti. 

Yazar bu kez Lanie ve Noah'ın düşüncelerinin yanı sıra David'in düşüncelerine de yer vermişti. 

Şok şok, kötü adam neler düşünüyor acaba?

Bu pek gördüğümüz bir şey değil o yüzden çok hoşuma gitti. 

İki kitaplık, tadı damağımızda kalan bir seri oldu kısaca.

Kitabın kesinlikle 18 yaş üstü, yetişkinlere hitap edecek bir kitap olduğunu hatırlatmalıyız.

Yetişkin romansları seviyorsanız, beğeneceğinizi düşünüyorum.

Sevgiler. 

PUANIM: ♥♥♥♥♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Evlerinizi kabristana cevirmeyin!

Peygamber Efendimiz (sas) ‘Evlerinizi kabristanlara çevirmeyiniz.’ sözüyle ümmetini uyarıyor. Çünkü mü’minler için ‘dünya cenneti’ olabilecek haneler, namazdan ve Kur’an-ı Kerim’den yoksun kalınca ölü mekânlara dönüşüyor.Hemen herkesin tecrübe ettiği duygudur. Bazı evlere girildiğinde ferahlık hisseder insan. Metrekaresinin büyüklüğü ya da eşyaların yeniliğinden değil, adı konulmayan bir iç genişliği yaşatır misafirlerine. Bazıları da istediği kadar düzenli ve gösterişli olsun, gelenin ruhunu sıkar. Sebepsiz hüzünler çökertir insanın yüreğine.Din dışı kaynaklar bunu ‘enerji’, ‘aura’ gibi terimlerle açıklar. Evin havasını meditasyonlarla, tütsülerle güzelleştirmeye çalışır. Peygamber Efendimiz ise ümmetini asırlar öncesinden, ‘Evlerinizi kabristana çevirmeyiniz.’ sözleriyle uyarıyor. Bundan korunmanın reçetesi olarak da namaz ve Kur’an-ı Kerim’i gösteriyor. Zira kabristana dönen bir ev sadece dünyadaki huzuru kaçırmıyor, kaybolan ahiret hayatının da habercisi oluyor. İşte bu noktada, hayatın her alanını kuşatan din, evleri de sadece bir barınak olmaktan çıkarıyor. Onlara ruh ve gönül dünyasını da besleyecek, manevi kötülüklere karşı duvar olacak bir vazife yüklüyor.Bunun en açık örneği ise Kur’an-ı Kerim’de dini yaşama ve tebliğ konusunda dikkatlerin aile mefhumuna ve evlerin fonksiyonuna çekilmesi. Nitekim tevhid mücadelesini yürüten Hz. Musa ve kardeşine işe nereden başlaması gerektiğinin öğretilmesi Yunus Sûresi’nde şu ayetle anlatılıyor: “Musa’ya ve kardeşine şöyle vahyettik; şehirde kendi insanlarınız için bazı evleri karargâh edinin, kendi evlerinizi ise bir mabede dönüştürerek ibadetlerinizi eda edin. İşte bu takdirde müminleri müjdele.”Peygamber Efendimiz (sas) ise, ‘Evlerinizi kabre çevirmeyiniz.’ diyerek ümmetini uyarıyor. Zira bir Müslüman için dini yaşamada çekirdek mekân vasfına sahip evler, iman hakikatlerinden uzak kaldığı takdirde barınaktan farkı kalmıyor. Peygamber Efendimiz böyle haneleri, ‘kabristan’ olarak niteliyor.Ailemiz için en korunaklı mekânları bu tehlikeden korumanın yolu önce namazdan geçiyor. “Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” diyerek ümmetini uyaran Hz. Muhammed (sas), ashabını da farz namazların dışında evde kılmaya teşvik etmiş. “Biriniz farz namazını mescitte kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâla bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır.” buyurmuş.İlahiyatçı, Prof. Dr. Osman Güner, Peygamberimiz’in (sas) evlerdeki maneviyatı korumanın hikmetini birçok kez dile getirdiğini hatırlatıyor. Bunlardan biri de, “Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara Sûresi okunan evden kaçar.” hadis-i şerifi. Bütün bu uyarılarla Hz. Muhammed (sas), namazdan ve Kur’an’dan yoksun evlerin mezarlık gibi cansız ve ölü hale geldiğini anlatıyor. Zira kabre girenlerden ne namaz ne de Kur’an beklenir. İbadetlerden yoksun dünya hayatı da kabir hükmünde.Evrad-u ezkar, evlere hayır ve bereket getirirBu hadis-i şeriflerde hayatı ‘Müslümanca’ yorumlamaya dikkat çekildiğini anlatan Osman Güner, “Tavır ve davranışları mümince sergileyerek, kalp ve ruh hayatı itibarıyla da diri kalmanın yollarını aramalıyız.” diyor. Bu prensibin ise hayatın her anına, her tarafına ilmek ilmek dokunması gerektiğine işaret ediyor. “Yuvalarımız sadece yatıp uyunan, yenilip içilen, beşeri ihtiyaçların karşılandığı otel, lokanta yeri olarak görülmemelidir.” diyen Güner, bu durumu insanın beden ve ruhuyla bir bütün oluşuna benzetiyor. Nasıl ki bedenin ihtiyaçlarını karşılayıp ruhun gıdasını ihmal edince bahtsızlık yaşanıyorsa, aynen evler de maneviyat soluklanan ibadetlerden mahrum bırakılırsa hayat emaresi taşımayan kabristana dönüşür. Yüksek sesle okunan Kur’an, namaz, evrad-u ezkar, misafire ikram, İslami terbiye, sohbet-i canan evleri diri kılan vazifelerin başında geliyor. Bunun aksi halini ise Güner şöyle açıklıyor: “Adeta yaşayan ölüler gibi zahirde düzenli bir ev görünümü sergilerken, hakikatte cansız, ruhsuz bir mekân olma bahtsızlığı yaşatılır evlerimize.”Hadis-i şeriflerde, insanın evinde kıldığı namaz sebebiyle Allah Teala’nın oraya hayır bahşedeceği anlatılıyor. Bu hayır da, kılınan namaz, yapılan hayır-hasenat ve okunan Kur’an sebebiyle meleklerin ve ruhanilerin bu evi ziyaret etmesi, şeytanların oradan kovulması, Allah’ın (cc) orayı bereketli kılması, böylece o saadet yuvasında oturanların kendilerini huzurlu ve mutlu hissetmeleridir.Nitekim Peygamber Efendimiz (sas), bir insanın evine girerken besmele çekmesi sebebiyle şeytanların ümitsizce oradan ayrılacaklarını ifade ediyor. Allah’ın adı anılmadan yenilen bir lokmaya bile şeytanların ortak olduğunu anlatan Güner, “Evlerimizde görmediğimiz şeytani güçlerin hâkimiyet kurmasını istemiyor, oraları meleklerin ziyaret ettiği mekânlara dönüştürmek istiyorsak bir köşesinde mütemadiyen ibadet edilen ve Allah’ın adı anılan mekânlar yapmalıyız.” diyor. Peygamberimiz’in (sas) de evi mescide bitişik olduğu halde nafile namazlarını evinde kıldığını anlatıyor. Prof. Dr. Osman Güner, bu sözlerden cami ve mescitlerde sünnet ve nafile namaz kılmanın caiz olmadığı veya hoş karşılanmadığı anlamı çıkarılmaması gerektiğini de hatırlatıyor.‘Dünya cenneti cehenneme döner’Bediüzzaman Said Nursi, iman hakikatlerinin ve ibadetin eksik olduğu hanelerde endişe ve kederin eksik olmayacağını şu sözlerle ifade ediyor: “Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hânesidir. Eğer îmân-ı âhiret o hânenin saadetinde hükümetmezse, o âile efradının her biri, şefkat ve muhabbet ve alâkadârlığı derecesinde elîm endişe ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner. Veyahud muvakkat eğlencelerle ve sefâhet­lerle, aklını tenvîm edip uyutur. Devekuşu gibi, avcıyı görür, kaçamaz, uçamaz. Başını kuma sokar, tâ görünmesin. O da başını gaflete sokar, tâ ölüm ve zevâl ve firâk, onu görmesin. Dîvânece bir muvakkat ibtâl-i his nev’inden bir çare bulur. Çünkü meselâ vâlide, ruhunu fedâ ettiği evlâdını dâimâ tehlikelere ma’rûz gördükçe titrer. Ve pederini ve kardeşini eksik olmayan belâlardan kurtaramayan evlâdlar, dâim bir keder, bir korkaklık hisseder. Buna kıyâsen, bu dağdağalı, karârsız hayat-ı dünyeviyede, o mes’ud zannedilen âile hayatı, çok cihetlerle saadetini kaybeder. Ve kısacık bir hayattaki münâsebet ve karâbet dahi, hakîkî sadâkati ve samîmî ihlâsı ve garazsız bir hizmeti ve bir muhabbeti vermez. Ahlâk, o nisbette küçülür. Belki sukût eder. Eğer âhirete îmân o hâneye girse, birden ışıklandıracak. Ortalarındaki münâsebet ve şefkat ve karâbet ve muhabbet, kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı âhirette ve saadet-i ebediyede dahi o münâsebetlerin devamı ölçüsüyle samîmî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadâkat eder. Kusurlarına bakmaz gibi, ahlâk yükselir. Hakîkî insaniyet saadeti, o hânede inkişâfa başlar.”Düzenli Kur’an okuma alışkanlığı ailede başlamalıAile içinde ihmal edilen ve bir türlü takip edilemeyen konulardan biri de düzenli Kur’an ve meal, tefsir okumaları yapmak. Hayatımızdaki bereketsizliğin Kur’an’dan uzaklıktan geldiğini kabul etsek de bundan kurtulmak için eyleme geçmek pek de kolay sayılmaz. Ancak aile içinde evin en küçük ferdini bile dâhil ederek başlatılan okumalar bu alışkanlığın yerleşmesine yardımcı olabilir. Nitekim ilahiyatçı Prof. Dr. Suat Yıldırım, konuyla ilgili bir yazıda, günde iki sayfa okunsa bir senede hatim edileceğini hatırlatıyor. Kur’an’ın sadece Arapçadan değil meal ve tefsirden de takip edilmesi gerektiğini anlatıyor: “Meali hatmeden sûrelerin muhtevalarını, konuların nerelerde geçtiğini bellemeye çalışır. Meal okuyan başkalarıyla Kur’an hakkında müzakere yapabilir.” Peygamberimiz (sas) de, “Bir cemaat Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekinet iner. Onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır.” sözleriyle ümmetini Kur’an okumaya davet ediyor.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Çirkinin Aşığı - Elizabeth Hoyt (Prens Serisi #1)

Kitap Adı: Çirkinin Aşığı

Yazar Adı: Elizabeth HoytOrijinal Adı: The Raven PrinceÇeviri: Fulya Gümüşpala Teke

Yayınevi: Pegasus Yayınları

Seri Adı: Prens / Princes #1

Seri Sıramalası:

#1 Çirkinin Aşığı / The Raven Prince (Edward de Raaf&Anna Wren)

#2 Kalbimi Sana Verdim / The Leopard Prince (Harry Pye&Giorgina Maitland)

#3 Bir Aşk Masalı / The Serpent Prince (Simon Iddesleigh&Lucy Craddock-Hayes)

#3,5 Buz Prenses / The Ice Princess (Coral Symthe&Isaac Wargate)

Dük sesin geldiği tarafa döndüğünde, şatonun duvarına tünemiş bir kuzgun gördü. Kuş sekerek yaklaştı ve kafasını kaldırarak; "Eğer kızlarından birini, bana eş olarak verirsen, prensi yenmene yardım edeceğim," dedi.

"Buna nasıl cüret edersin, seni kendini bilmez!" Yaşlı dük, öfkesinden titriyordu. "Bu uğurda gerekirse kızlarımdan birini pis bir kuşla bile evlendirebileceğimi ima ederek beni aşağılıyorsun."

Anna Wren, eşini 6 yıl önce kaybetmiş, kayınvalidesiyle yaşayan fakir bir duldu. Artık para ihtiyacı içinden çıkılmaz bir hal aldığında Anna'nın çalışmaktan başka çaresi yoktu. Ne yazık ki kendine göre bir iş bir türlü bulamıyordu. En zor anında karşısına bir sekreterlik işi çıktı. Üstelik maaşı onu borçlarından kurtaracak ve geçindirecek kadar da iyiydi. 

Ne var ki iş vereni Kont Edward de Raaf çekilmez bir adamdı.

Yüzünü ve vücudunun bir kısmını çiçek bozuğu kaplayan kont, oldukça kompleksli, sert ve toplumdan uzaklaşmış bir adamdı. Onu yola getirmek çok zordu.

Ancak aralarındaki çekişme tutkuya dönüştüğünde Anna çaresiz hissetmişti.

Kontun gittiğini keşfettiği Afrodit'in Mağarası adlı geneleve gizlice gidip onunla bir gece geçirmeye çalışacak kadar çaresiz hem de... 

----

Elizabeth Hoyt'un harika bir kalemi var. Kendini okutan bir dil bu. 

Yazarla ilgili sevdiğim şeylerin başında mükemmel karakterler yaratma çabasının olmaması, aksine belli kusurları olan karakterler kullanması geliyor. 

Ardından toplumun kurallarını ve sorunlarını da gerçekçi bir şekilde anlatması. Açıkçası ben pudralanmış peruklara kadar anlatan çok fazla historical romance okumadım.

Karakterleri çok sevdim. Edward'ın kaprisli küfürbaz halleri ama o halinde bile kendine özgü duygularını gösterişi çok güzeldi. Anna ise toplum tarafından mahcup dul rolü biçilse de ona, aslında bu kalıpların dışına çıkabilecek kadar cesur olduğunu bol bol kanıtlıyor. İnanılmaz bir çift. 

Bölüm başlarına bölünmüş kitabın orijinal ismine de adını veren Kuzgun Prens masalına ise ÖLDÜM!

Masalları severim, Kuzgunları severim, Kuzgun Prense ölürüm çok doğal :)

Kuzgun deyince aklıma onlara en az benim kadar düşkün Büyülü Ayraç geliyor ^_^ İkimizin blogunun headerında da kuzgunlar bulunuyor :p

Esas hikayeden çok zaman zaman masala odaklandığım ortalardan sonra dayanamayıp kitabı birlikte okuduğumuz One Better Day gibi masalı bir çırpıda okuduğum da bir gerçektir. -_- Kendisinin yorumu için TIKTIK!

Ek olarak serideki kitapların orijinal isimlerine bayıldığımı söylemeliyim. Serideki tüm karakterleri ilk kitapta tanıyacaksınız. Ben Simon'un hikayesini inanılmaz merak ediyorum, şimdiden favorim oldu kendisi. Coral'ın novellasının yazılmış olması (Buz Prenses) ise beni çok mutlu eden bir diğer ayrıntıydı. 

Kalıp dışı historical romanceları seviyorsanız siz de, yazarı çok seveceğinizi düşünüyorum. 

Sevgiler. :*

PUANIM: ♥♥♥♥♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

18 Ekim 2014 Cumartesi

Okuyan Kızlar Kulübü 40. Blog Tur: Pembe ve Yusuf - Canan Tan / Tanıtım - Çekiliş

OKK 40. Blog Tur: Pembe ve Yusuf - Canan Tan 

Herkese merhaba!!

OKK’nin 40. blog turunun konuğu Doğan Kitap’dan çıkan, Canan Tan’ın yazmış olduğu Pembe ve Yusuf romanı! 

Kitabımızı tanıyalım

Ne benim sözüm geçer bu iklimde Ne de senin Böyle gelmiş böyle gider Son söz TÖRE'nin!

Birbirlerine delicesine düşkün iki kardeşin,

Pembe ile Yusuf'un sızılı ve çarpıcı öyküsü.

Ezenler ve ezilenlerin amansız savaşımı.

Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın değişmez kaderi...

Törenin kara gölgesi renklerin üzerine çökerken, içlerinde en gariban gördüğü "pembe"ye vermişti önceliği. Soluğu kesildi "pembe"nin, beti benzi attı. Güzelim rengini yitiriverdi. Varlığını sürdürmekle yok olmak arasındaki ince çizgide asılı kaldı. Tıpkı yaşamın içindeki gerçek PEMBE'ler gibi...

Tur Takvimimiz

17.102014

Duyuru – Takvim – Çekiliş

18.10.2014

Pudra Tozu – Canan Tan ile Röportaj

Kitap Tutkusu – Pembe ve Yusuf’dan Şarkılar

Kütüphanemden Kitap Manzaraları – Ön okuma

Fighting!! – Bir Okurun Gözünden Canan Tan ve Kitapları

19.09.2014

Yorum

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Fighting!!

Çekilişe Katılmak İçin TIKTIK

Doğan Kitap'a katkılarından ötürü teşekkür ederiz...

17 Ekim 2014 Cuma

Bu bir ‘kimse var’ hikâyesi

Marmara depreminden sonra bir televizyon programıyla başladı Kimse Yok Mu’nun hikâyesi. Program, talep patlaması yaşayınca dernekleşme yoluna gidildi ve 140 metrekarelik bir apartman dairesinden dünyanın dört bir yanına el uzatan bir dernek haline geldi. Düğündeki takıları getirenlerden tutun, kumbarasını gönderen küçük kıza varıncaya kadar milletin himmetiyle büyüdü de büyüdü.1999 yılındaki Marmara depreminde enkaz altında kalanlarla onları kurtarmak isteyenler arasında yükselen bir soruydu: Kimse Yok mu? Ve bu soruyla başlayacaktı hikâye. Türkiye’nin dört bir yanından depremzedelere yardıma koşanların yanında Samanyolu TV de yerini alacak, anbean yayın yapacaktı. Yaptı da… Fakat iş, habercilikle bitmedi. Yankılanan yardım çığlıkları, kanaldakileri bir program yapmaya sevk etti ve ‘Kimse Yok Mu?’ adını verdikleri program çıktı ortaya. Yardım Zamanı, Sesimi Duyan Var mı?, Tut Elimden, Kardeşlik Zamanı ve Kimse Var mı? şeklindeki program isimleri de sıralanıverdi ilk toplantıda. Ekipten biri Kimse Yok mu? sorusunu nazara verince oybirliğiyle programın ismine karar verildi. Kanal, artık “Kimse Yok mu?” diyenleri, “Var” cevabını verenlerle bir araya getirecekti.O yılları ‘Hey gidi günler’ diyerek anlatan yapımcı Ömer Önder, programın dernekleşme ihtimalini düşünmüyormuş bile. “40-50 aileyle program yaparız, tamam.” diye geçiriyormuş içinden. Fakat ilk programda telefonlar kilitlenmiş, sabaha kadar da faks yağmış kanala. Mağdur olanlardan tutun, yardım etmek isteyenlere kadar… Ertesi gün kanalın önünde ciddi bir kuyruk oluşmuş. Önder, gördüklerine inanamamış. Çatıya çıkıp, “Yardım etmezseniz intihar ederim.” diyen olmuş mesela. Aynı gün Önder’in adına para havale edenler, arayıp hesap numarası isteyenler de cabası. “Bir süre sonra yapımcılık yapamaz olmuştum.” diyen Önder, Kimse Yok Mu’nun program sınırlarını aştığını, dernekleşmenin zaruri olduğunu anlatıyor. Kamera arkasında yaşanan coşkuyu da paylaşmadan edemiyor: “Rejide, ‘kameraya hangi resmi seçeceğim, hangi duyguyu vereceğim’ diye beklersiniz ama biz çalan telefonlara kilitleniyorduk. ‘Allah’ım ne olursun ülkemiz bu aileye sahip çıksın, çocuğuna nafaka bağlansın’ diye dualar ediyorduk. İnanın kendi çocuklarımız için istediklerimizden çok daha fazlasını istiyorduk mağdur çocuklar için. Onların yüzü güldükçe biz de gülüyorduk.”Bir apartman dairesinde dernek kurulduProgram talep patlaması yaşayınca dernekleşme yoluna gidiliyor. Derneğin başına da depremzedelere yardıma giden ve kanaldakilerle tanışan Mehmet Özkara geçiyor. Ümraniye’de 140 metrekarelik bir daire tutuluyor. Bir muhasebeci, bir memur derken beş kişilik bir ekip masa başına oturuyor.Kapıyı ilk çalan üç çocuklu bir aile reisi.İşsiz olduğunu, evine ekmek götüremediğini anlatıyor. Özkara, mahcup bir edayla, utana sıkıla yardım istediklerini hatırlıyor. Aile geri çevrilmiyor, ev tutulup bir yıllık kiraları veriliyor, iş bulunuyor. Takip eden günlerde derneğe bir telefon geliyor. Hattın ucundaki ses, altı aydır işsiz olduğunu, dayanacak gücü kalmadığını söylüyor. Ekip hemen harekete geçiyor ve belediyeyle görüşülerek bir simitçi tezgâhı verilmesi sağlanıyor.Karşılaşılan hadiseler saymakla bitmez elbette. Biz gelelim derneğin asıl sahiplerine, yani millete. Şartları çok iyi olup bağış yapan da var, çocuğuna iki şişe süt alacakken birini yoksul bir aileye gönderen de. Örneğin asgari ücretle çalışan biri derneği aramış, “Evim kira, çocuklarımı okutuyorum. Ayda 10 lira versem kabul eder misiniz? Çorbada tuzum olsun.” demiş. İki çocuklu bir başka aile çıkagelmiş bir gün. Oğullarına sünnet düğünü yaptıklarını söyleyip, takılan altınları bağışlamak istemişler. İmkânı olmayan bir hanım gelip, “Bağış yapacak gücüm yok ama dualarımla size destek oluyorum.” demiş.Böylesi pek çok anı var Özkara’nın zihninde. Ama en tatlısı, derneğin ilk arabası olsa gerek. Bir avuç insandan oluşan ekip, yardımları belediye otobüsü ve minibüsle ulaştırıyormuş ailelere. Konyalı bir hayırsever “Arabam 2. el ama işinizi görür.” diyerek, arabasını bağışlamış. Bu bağış, dernekte bir bayram havası estirmiş tabii.Gel zaman git zaman, 140 metrekarelik o daire yetmez olmuş ve dört katlı bir yer kiralamışlar. “Burası bize büyük. Daha küçük bir yer mi tutsak?” derken altı ay sonra oraya da sığmamışlar.Derneğin kısa sürede rağbet görmesinin sebebi belli. Bir mahallede yangın bile çıksa yönetim kurulu toplanıp neler yapabileceklerini konuşuyor. Veya bir yerden şehit haberi mi geldi, hemen bir gönüllü başsağlığına gidip şehidin geride bıraktığı yetimi var mı, ailesinin ihtiyaçları neler diye bakıyor ve ihtiyaç halinde seferber olunuyor.İlk yurtdışı kampanyaları Endonezya’ya yapıldı.İlk yurtdışı yardımı Endonezya’ya2004 yılında Endonezya’da yaşanan tsunami felaketinde Kimse Yok Mu Derneği, Türkiye’nin yurtdışına uzanan yardım eli oluyor. Açe’deki yaraları sarmak için kampanya başlatılıyor ve halk müthiş bir teveccüh gösteriyor. Fakat derneğe yağan yardımları koyacak depo yok. Hemen bir depo kiralanıyor, gönüllüler canla başla çalışıp dizayn ediyor. Dernek yönetimi Endonezya ile irtibata geçiyor. Oradaki Türk öğretmenler, ihtiyaçlarla ilgili rapor hazırlıyor. Bağışlar, Endonezya’ya gönderiliyor ve orada ilk olarak sıcak yemek çadırı kuruluyor. Dernek yetkilileri Endonezya’ya varmadan oradaki altyapı, Türk öğretmenler tarafından hazırlanıyor ve Mehmet Bey’leri orada bir Kimse Yok Mu çadırı karşılıyor. Daha sonra Pakistan, Filistin-Lübnan, Peru, Bangladeş, Sudan-Darfur, Gürcistan-Osetya, Myanmar, Çin, Gazze ve Haiti için düzenlenen yardım kampanyalarıyla Kimse Yok Mu’nun uluslararası yolculuğu devam ediyor. Bir başka şehre yardım götürmeyi dahi hayal edemeyen dernek gönüllülerine dünyanın dört bir yanına yardım götürmek nasip oluyor.İlk personel ve gönüllü hâlâ koşturuyorDerneğin ilk personellerinden Alev İstanbullu, televizyondan takip ettiği Kimse Yok Mu programının derneğe dönüştüğünü duyunca iş başvurusunda bulunmuş. Eh, başvuru için kapıda kuyruklar da yokmuş. İşe alınmış ve beş kişi, o apartman dairesinde çalışmaya başlamış. İlk günler çuval çuval mektupları okumakla geçmiş. Sonra aile ziyaretlerine başlamışlar. Zamanla onların parçası oluvermişler. Öyle ki karnesini alan çocuklar Alev Teyze’lerinin elini öpmeye gelirmiş. 2004’ten beri irtibatını koparmadığı birçok aile var. Hukuk mezunu Alev Hanım’a “Neden avukatlık yapmıyorsunuz?” diye sorduğumuzda “Biz halkın himmetine aracılık ediyoruz, yardım etmek isteyenlerle yardım almak isteyeni buluşturuyoruz. Bunun tadı kariyerle ölçülemez.” diyor.İlk gönüllülerden Hülya Kabaca da, derneğin afişini görüp gönüllülük başvurusunda bulunmuş, o gün bugündür hayırda koşturuyor. “Kendi çapında küçük bir dernekti. Bu kadar büyüyeceğine ihtimal vermezdim.” diyen Kabaca, gittiği ilk aileyi unutmuyor. Aile o kadar yoksulmuş ki, evin beş yaşındaki çocuğu sütün tadını bilmiyormuş. Derhal yardım yapılmış, erzak kolileriyle bol bol süt götürülmüş. Çocuk sütü içerken Kabaca da, anne de hüngür hüngür ağlıyormuş. O, hep dramatik hikâyelere rastlamamış. İki katlı evi olan bir amca ısrarla yardım istiyormuş mesela veya evini oğlunun üzerine geçiren bir başka amca, “Yardım almadan şurdan şuraya gitmem.” diyormuş. Bin bir çeşit insan görmüş 10 yıl içinde. Daha çok şükretmesi gerektiğini anlamış her bir ailede. “Yenmeyen bir yemeğin tadını bilemezsiniz. Keşke herkesin gönül penceresi açılsa ve herkes bu lezzeti alsa, o zaman kimse derneğimize engel çıkarmaz.” diyor ve herkesi gönüllü olmaya davet ediyor.Yardım alan ilk aile: Dernek benim yuvamEşinden ayrılan ve iki çocuğuyla ortada kalan Fahriye Hanım, derneğin yardım ettiği ilk mağdur ailelerden. O, Kimse Yok Mu adını televizyonda görünce derneğe mektup yazmış yazmasına ama ‘Nasılsa cevap vermezler’ diye düşünüyormuş. Deprem dolayısıyla çok fazla mağdur olduğunu, kendisinden kötü durumda olan aileler varken kapısının çalınmayacağını sanıyormuş ama yanılmış. Zira birkaç gün sonra iki hanım kapısını çalmış. O günlerden, “Evim çok kötüydü. Fareler eşyalarımı kemiriyordu. Çocuklarıma yedirecek ekmek bulamıyordum ve çaresizdim.” diye bahseden Fahriye Hanım, dernekle karşılaşmasını dualarına bağlıyor. Kışın yakacak odunu olmadığı bir akşam eski ayakkabıları yakarak çocuklarını ısıtmaya çalışmış, o gece çok ağlamış. Ertesi sabah dernek yetkililerini kömür ve erzaklarla bulmuş kapısında. O gün bugündür derneğin kendisini yalnız bırakmadığını ifade ediyor. Aynı sokakta oturduğu babasının kapısını çalamadığını, zengin olan sülalesinin hiçbir yardımda bulunmadığını anlatan Fahriye Hanım, “Benim ailem, benim yuvam bu dernek. Ben mağdurum, onlar aracı. Rabb’im bizi buluşturdu.” diyor ve ekliyor: “Ne zaman derneğin adını duysam burnumun direği sızlar. Çocuklarımın ileride bu derneğe faydalı olması için çok dua ediyorum.”Peru’da Kimse Yok Mu Derneği vesilesiyle büyükelçilik açıldı.Peru cumhurbaşkanı ve başbakanı bizi görünce şaşırdıDerneğin uluslararası ilişkileri geliştirmede büyük rol oynadığını anlatan ilk başkan Mehmet Özkara, Peru’ya giden yardımlarla ilgili bir anekdot paylaşıyor: “Peru’da deprem olmuş fakat aradaki saat farkından dolayı henüz deprem haberini almamışız. Gece yarısı bir telefon geldi ve Fethullah Gülen Hocaefendi ile konuşma fırsatımız oldu. Kendisi, “Peru için bir kampanya yapabilir misiniz?” diye sordu. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber yönetim kurulumuz toplandı ve Peru’ya bir ekip gönderdik. Oradaki yetkililer bizi görünce çok şaşırdı. Arkadaşlarımızı bakanla ve başbakanla görüştürdüler. Başbakan, “Peru’ya gelen yardım kuruluşu yok. Türkiye nerede, Peru nerede? Siz nasıl geldiniz? Hem siz Müslüman bir ülkesiniz, biz değiliz.” diyor. Derneğimiz orada 360 prefabrik ev yapıp anahtar teslimlerini cumhurbaşkanı yapıyor. O da Türkiye cumhurbaşkanına ve meclis başkanına bir teşekkür mektubu yazıyor. Bizim yetkililerimiz de, “Biz ne zaman Peru’ya yardım yaptık?” diye soruyor ve mektuptaki Kimse Yok Mu ifadesine dikkat kesiliyorlar. O zamanın Meclis Başkanı Köksal Toptan, derneği arayıp görüşmek istiyor. Peru Meclisi’nde Peru-Türkiye dostluk grubu kurulduğunu söylüyor. Sonrasında Türkiye’den bir milletvekili heyetle Peru’ya gidiyor ve karşılıklı büyükelçilik açma kararı veriliyor.

İki Mim: Book Challange Tag & Biraz Müzik Biraz Ben

Merhabalar,

Sevgili Kitap Karavanı ve Fuşyamsı Düşünceler beni Book Challange Tag'ine, Şimşek Kız'ın Güncesi ise Biraz Müzik Biraz Ben Tag'ine mimlemiş. 

Topluca cevap vereyim dedim. Etiletledikleri için teşekkürler. :)

Book Challange Tag

1. İlk Hayranlığım: Sherlock Holmes! Liseye başladığım seneye kadar dolu kitap okumuş ama pek seri işlerine bulaşmamıştım. Bulaştıklarıma da deli gibi bir hayranlık duymamıştım. Ta ki ödev hazırlamak için okuduğum İngilizce Sherlock Holmes hikayesine kadar. Şimdi ise tüm Sherlock Holmes kitaplarını devirmiş, filmleri dizileri hatmetmiş biriyim... 

2. Favori Serim: Sherlock Holmes

3. Favori Kitabım: Sherlock Holmes :P Kızıl Soruşturma - Bohemia'da Skandal - Son Vaka - Boş Ev

4. Favori Erkek Karakterim: Sherlock Holmes :p

5. Favori Kadın Karakterim: Irene Adler

6. Favori Okuma Saatim: Her yerde, her saatte okuyabilirim. Ama favorim geceleri kitap okumak. Bazense bir kitap için sabahlamak. 

Biraz Müzik Biraz Ben

 1.Müzik denildiğinde aklınıza gelen ilk kelime.

Hayal kurmak... Zaman zaman zihin dinlendirmek ve moda girmek.

2.Hiç müzikten bıktığınız oldu mu? Veya dinlemeye ara verdiğiniz?

Bazen. Moduma uyan bir şarkı bulamadığımda ya da sükunet istediğimde bir süre uzaklaşıyorum.

3.Hayatınız boyunca hayranı olduğunuz bir ses sanatçısı oldu mu?Posterini odanıza astığınız fan dediğiniz türden yani?

Hayatımda iki kere yaşadım, ikincisi sürüyor hala :p

4.Kitap okurken müzik dinler misiniz?

Nadiren... Ve genelde sözsüz. Kitabın temasına uyacağını düşündüğüm, ihtiyacım olan müziği dinlerim.

5.Çok klasik ama yine de sormak istiyorum.Sizin türünüz hangisi?

Genelde rock müzik kulağıma daha yatkın. Poptan hoşlanmıyorum. Hayatta severek dinlediğim tek pop: K-pop. Onun dışında ruh halime ya da bana güzel gelmesine göre çoğu türü dinliyorum.

6.Asla dinlemem dediğiniz bir tarz var mı?

Arabesk ve arabesk rap. -_- Bir de Amerikan Pop sanırım.

7.Size bir şarkıcı olsanız kim olmak istersiniz desem? 

Bu sesle asla düşünmüyorum desem?

8.İmkanınız olsa ülkemizde müzikle ilgili neyi ve ya neleri değiştirmek isterdiniz?

Özellikle popüler müzikteki özgünlük sorununu. Kalite konusu da tartışmaya açık.

9.'Bu şarkı benim!' dediğiniz bir şarkı var mı?

Olmaz mı? Birkaç tane var hem de. 

10.TVlerde bol bol yayınlanan Talk Show programlar hakkında ne düşünüyorsunuz?Özellikle sunucunun ses sanatçısı olduğu programlardan bahsediyorum.  

Talk Show izlemiyorum. 40 yıl izlemesem aklıma gelmez. 

11.Kim şarkı söylemesin sorusuna vereceğiniz ilk isim kim olur?

Sinan Akçıl. İkinci isim Gülşen.

Bunlar benim hakkımda merak ettiğiniz şeyler miydi ya da benim hakkımda merak ettiğiniz bir şey var mı bilmiyorum ama işte böyle. :)

Etiketleyen arkadaşlara tekrar teşekkürler. Kimseyi etiketlemiyorum, yapmak isteyen herkes yapabilir :)

Sevgiler.

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

16 Ekim 2014 Perşembe

İlk Bakışta Aşkın İstatistiksel Olasılığı - Jennifer E. Smith

Kitap Adı: İlk Bakışta Aşkın İstatistiksel Olasılığı

Yazar Adı: Jennifer E. SmithOrijinal Adı: The Statistical Probability of Love at First SightÇeviri: Beril Tüccarbaşıoğlu UğurYayınevi: Artemis Yayınları

Basım: 2014

Sayfa Sayısı: 250

Bazen sadece dört dakikayla uçağınızı kaçırırsınız ve o dakikaların birinde gerçek aşk sizi bekliyordur. 

Hadley için de olaylar böyle başladı. Babasının düğününe yetişmek için Amerika'dan İngiltere'ye uçacaktı. Ama uçağı sadece dört dakikayla kaçırdı. Bir sonraki uçuş saatler sonraydı ve Hadley düğüne yetişip yetişmeyeceğinden bile emin değildi. 

Düğün ise zaten katılmak istemiyordu, kim babasının düğününe katılmak isterdi ki?

Hadley'nin babası bir dönemlik öğretim görevlisi olarak gittiği İngiltere'de başka birine aşık olmuştu ve şimdi onunla evleniyordu. 

Hadley tüm bu karamsar düşünceler içinde sıradaki uçağı beklerken Oliver'la tanıştı. Üstelik Oliver'la aynı uçakta yolculuk yapacaklardı... 

 Hadley ve Oliver'ın yolculuğuyla başlayan kitap 24 saat içerisinde geçiyor. Çok naif bir kitap. Tam  bir young adult eser.

Yazarın kalemini sevdim, bir oturuşta okuyabileceğiniz kadar akıcı.

Young Adult severlerin, özellikle 15-21 yaş arası kesimin seveceğini düşünüyorum.

PUANIM: ♥♥♥♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

11 Ekim 2014 Cumartesi

Okuyan Kızlar Kulübü 39. Blog Turu: İlk Bakışta AŞKın İstatistiksel Olasılığı - Jennifer E. Smith / Tanıtım - ÇEKİLİŞ

Herkese merhaba!!

OKK'nın 39. blog turunun konuğu Artemis Yayınları'ndan çıkan Jennifer E. Smith'in yazmış olduğu İlk Bakışta Aşk'ın İstatistiksel Olasılığı kitabı.

Kitabımızı Tanıyalım

Bazen Sadece Dört Dakikayla Uçağınızı Kaçırırsınız ve O Dakikaların Birinde Gerçek Aşk Sizi Bekliyordur.

Hadley, hayatının en kötü günlerinden birini yaşıyordu. Babası Londra'da, Hadley'nin tanımadığı bir kadınla evleniyordu ve düğüne yetişmeye çalışan Hadley uçağını kıl payı kaçırdı. Genç kız, önceleri kadere inanmazdı. Ama havaalanında kısılıp kaldığı o gün Oliver'la tanışması, Hadley için bir dönüm noktası olacaktı. Çekici ve meraklı Oliver, daha ilk anda Hadley'nin başını döndürdü. Üstelik iki genç aynı uçakta yolculuk edecekti. Hadley ve Oliver'ın yirmi dört saat içinde geçen hikâyesi, gerçek aşkın en beklenmedik anda karşınıza çıkabileceğine sizi inandıracak.

"Romantizm ve bilgelik bir arada… Mutlaka okunmalı. Ve Oliver'la tanıştığınız an, bir sonraki uçağınızı kaçırmak için dua edeceksiniz." 

-Sarah Mlynowsk-

"Kalbinizi ısıtacak, ustaca kaleme alınmış göz yaşartıcı bir öykü." 

-Lucy Peden, Bliss-

"Modern bir atmosferde geçen klasik bir aşk hikâyesi. Tesadüfi tanışmalar, uzun bakışmalar ve sonsuz olasılıklar."

-Jenny, Blogger-

"Kalbimi müthiş sızlattı."

-Carla, Blogger-

Tur Takvimimiz

10.10.2014

Duyuru - Takvim - Çekiliş

Çekiliş için tık tık!!

11.10.2014

Pudra Tozu - Kitaptan İz Kalanlar

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları - Jennifer E. Smith Röportajı

Fighting!! - Yabancı Kapaklar ve Kapak İç Tasarımı

12.10.2014

Yorumlar

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları

Fighting!!

Katkılarından dolayı Artemis Yayınları'na teşekkür ederiz.

10 Ekim 2014 Cuma

En Alakasız Kitap Alışverişi :p

Her fırsatta kitap alabildiğim bir gerçek.

Geçenlerde bestfriendimin doğum günüydü. (Geçenlerde dediğimin üzerinden bayağı geçti -_- )

Biz görüştüğümüz ara ben o duygusal anda bile kitap aldım -_-

Şimdi size aldığım kitapları göstereyim ama o kadar alakasız kitapları bir arada aldım ki açıklama yapma ihtiyacı hissediyorum :p

OkuOku alışverişimde aldığım Son Hanedan Büyücüsü Üçlemesi'nin son kitabı okuoku'da yoktu bu nedenle eksikti. Karşıma yine 4.90'dan çıkınca alıverdim, böylece bir seri daha tamamlanmış oldu. :)Bu serinin kapak tasarımları çok hoşuma gidiyor *_* 

Aziz  Nesin kitaplarını nasıl okumaya başladığımı, elimde bulunan kitapları anlatan bir yazı yazmayı uzun zamandır istiyorum ancak malesef hala kısmet olmadı. Mum Hala'nın devam kitabı elimde yoktu, 2. cildini de sağolsun Bestfriend'im hediye aldı ^_^

Asi ve Leviathan sürekli karşıma çıkıyordu ama açıkçası alıp almama konusunda çok kararsızdım. Fikirlerine değer verdiğim ve umarım ki bloguna da dönecek ^_^ bir arkadaşım kesinlikle okumam gerektiğini söyleyince ve ben kitapçıda 5Tl olarak görünce alıverdim :) Severek okuyacağıma inanıyorum, inanmak istiyorum :p

Sabrina'nın bu kitabını bir türlü bulamıyordum ve cep boy da olsa bulmuşken aldım. Aşk Hırsızı'yla birlikte Sabrina Jeffries kitaplarından sadece bir eksiğim kaldı :p

Maquis de Sade olayı biraz karışık :p

BDSM - GrininElli Tonu ve Ana Konu Olarak Quills - Düşlerin Efendisi Üzerine... diye bir yazı yazmıştım, göz atabilirsiniz. Ara ara de Sade okumuşluğum vardır. Yatak Odasında Felsefe'yi daha önce okumuştum ancak elimde yoktu. BestFriend'im sağolsun dehşete düşerek de olsa elimde bulunsun diye hediye etti :p

Erdemle Kırbaçlanan Kadın'ı kendim almıştım ancak henüz okumadım. 

Quills'i ise severim, merak edenler izleyebilir :p

En sevdiğim alıntıyı tekrar paylaşayım:

***   Okumak benim kurtuluşum. Onda yaşama tanık oldum. Kendimi onun hikayelerine koydum, karakterleri oynadım. Fahişe, katil... O sayfalarda o kadar kötü bir kadın olmasaydım, sanırım gerçekte bu kadar iyi bir kadın olamazdım... ***

Ne zaman buluşsak gittiğimiz bir dükkan vardır. Oradan nihayet cadılı defterimi ve cadılı çantamı alıverdim :p Hayır, arkadaki dolunayın kızıl olmasının dünkü Kanlı Dolunay'la hiç alakası yoktu o.O

Çok şirinler değil mi?

Niyahet dememin sebebine gelince;

Bir önceki gidişimizde ben bu büyük defterin cadılısını alacaktım. Ama Bestfriendim G bana engel olmuştu -_- Ben de psiciklere dadanmıştım *_* 

Bu kez intikamım acı oldu -_- 

Morun en sevdiğim renk olduğunu söylemiş miydim? :3

Alakasız kitap alışverişim burada sona eriyor. 

Herkese bol bestfriendli günler :p 

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

İbadetler karşısında kronik yorgunuz!

Manevî yorgunlukla yapılan ibadetlerde istenilen kalite yakalanamadığı gibi bıkkınlık da olabiliyor. Uğradığımız bu his felcini kritik etmek üzere kapısını çaldığımız Yrd. Doç. Dr. Hasan Yenibaş, “Kişi, ibadet konusunda heyecan duymuyorsa bunu sorgulamalı. Bunu, dert ettiği takdirde eşiği aşar ve ibadeti fıtratına mâl etmeyi başarır.” diyor.Sağanak yağmur gibi bastırır bazen yorgunluk. İçinizden bir şey yapmak gelmez, “Eve gidip yatsam” der durursunuz. “Bahar yorgunluğuyla baş etme yolları, yorgunluğa iyi gelecek bitki çayları…” haberlerine göz atar, kendinizce çare ararsınız. Ruhsal yorgunluk vardır bir de. Stres, güvensizlik, kızgınlık, nefret, mutsuzluk gibi duygular yoğunlaşıp yağar üstünüze. Üstelik uyuyunca geçmez, sadece ertelenir. Hâsılı bazen sıcak bir yatağı, bazen düşünmemeyi özlemektir yorgunluk. Franz Kafka’nın deyimiyle, kendini sıkışmış hissetmektir, yetmezliktir! Fiziksel ve zihinsel açıdan bizi kuşatan yorgunluk manevî hayatımıza da sirayet ediyor mu sizce? Bundan ziyade ibadet yorgunu muyuz? Namazlarımız yatıp kalkmaktan, oruçlarımız açlıktan mı ibaret? Hacdan umreden geriye yorgunluk mu kalıyor sadece?Uğradığımız his felcini kritik etmek üzere kapısını çaldığımız Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Yrd. Doç. Dr. Hasan Yenibaş, hiç farkına varmadan bazen bir hafta bazen bir ay bazen de senelere yayılacak şekilde bir duraklama dönemine girebileceğimize temas ediyor. Zira bu duraklama fertler için de devletler için de söz konusu, peygamberler dışında herkes buna maruz kalabilir. Hocaefendi’nin tabiriyle ‘mebdede (başlangıç) yenilik, müntehada (son) derinlik’ şart. Heyecanla başlanan ibadetlerde derinlik artırılmadığı için geriye yorgunluk kalıyor. Manevî yorgunlukla yapılan ibadetlerde istenilen kalite yakalanamadığı gibi kullukta derinleşme azmi içinde olmayanlar zamanla sığlaşıyor.Yenibaş, tabiri caizse nefsimizi karşımıza alıp enine boyuna tartışmak gerektiğini düşünüyor. Şeytanın santrali gibi işleyen nefis, kin, gazap, öfke, şehvet gibi olumsuz hisler üzerinden bize hâkim oluyor. O, bohemliğe açık bırakılıp olumsuz duyguların etkisinde büyüdükçe söz dinlemez hale geliyor. İnsana sürekli kendi arzularını, heveslerini dayatıyor. Bir süre sonra kişi, onun esiri oluyor, nefsine ait problemlerin hamallığını üstleniyor. Geçici lezzetleri tercih etmeye meyilli olan insan, nazarını dünyaya hasrettiği için manevî bir sarhoşluğa kapılıyor. Bu sarhoşluk ona kalp, ruh ve aklın daimi lezzetlere olan ihtiyacını unutturuyor. Şeytandan taktik alan nefis, yorgunluk hissi pompalayarak bizi ibadetten alıkoymak istiyor. Bu tehlikelere karşı irade zırhını kuşanmak gerekiyor. Yenibaş, “Kişi, ibadet konusunda heyecan duymuyorsa bunu sorgulamalı ve bu yönde yoğunlaşmalı. Bunu dert ettiği takdirde eşiği aşar ve ibadeti fıtratına mâl etmeyi başarır.” diyor.Sahabe ufkuna ulaşmak çok mu zor?Modern çağın ‘kültür Müslümanlığı’ kavramını doğurduğuna dikkat çeken Yenibaş, taklidî imandan tahkîki imana geçemediğimizi dile getiriyor. Malumunuz, kişinin anne-babasından ve çevresinden görüp işittiği şekilde inanmasına ve inandığı esasların doğruluk derecesini araştırmadan onları kabul etmesine taklîdî iman, iman esaslarının mahiyet ve hakikatini araştırıp soruşturduktan sonra ulaşılan imana da tahkîkî iman deniyor. Kaldı ki, Kur’an-ı Kerim, yer yer düşünce ve bakışlarımıza hep yeni şeyler sunuyor ve daima isabetli bakış açıları kazandırıyor. Dahası, İlâhî Beyan’ın takriben beşte biri insanı araştırmaya, âfakî ve enfüsî (nefse ait) tetkîk ve tefekküre teşvik ederek tahkîkin önemini gösteriyor. Burada bir es verip kendimize soralım: Hangimiz çevremizden öğrendiğimiz namaz, oruç, zekât gibi ibadetleri aslî kaynaklarına inerek tetkik ettik? Bilgilerimizi kontrolden geçirip bu ibadetlerde derinleşme sağlayacak yollara başvurduk. Ya da kaçımız ilmihal bilgisine vâkıfız?İlahiyatçı-yazar Hasan Yenibaş, bizi böyle bir gündem oluşturmaya davet ediyor. Gerek ayet ve hadislerle gerekse asr-ı saadetteki portrelerle kendimizi kontrol etmemizi öneriyor.İmam Rabbani’nin “Siz sahabeyi görse idiniz deli derdiniz. Onlar sizi görselerdi Müslüman demezlerdi.” sözü akla gelebilir ve o sahabe ufkunu yakalamak zor görünebilir gözümüze. Zira onların ibadet aşkı, zihin sınırlarımızı zorluyor. Yenibaş’ın ifadesiyle bu, iradeyle ilgili. Onlar Efendimiz’i görme şerefine erişmiş, onlara has bir mazhariyet söz konusu. Ancak sonraki dönemlerde de büyük insanlar yetişmiş. Yürüdüğümüz şeridi gözden geçirip derin okumalarla ve zinde kullukla derinliğe ulaşabiliriz.Mevzuyu tekrar ibadet yorgunluğuna getiriyoruz. Yenibaş Hoca, eskilerin ahiret, şimdikilerin dünya yolcusu olduğunu ifade ediyor. Hedefte dünya, makam-mansıp, konforlu ve lüks yaşam var. “İbadetlerimin kalitesini nasıl artırabilirim?” endişesi yok. Böyle bir dert olmayınca ibadete karşı duyarsız kalınabiliyor. Küçük adımlarla mesafe alarak bu yorgunluğu geride bırakabiliriz. Örneğin farz ibadetlerin yanına nafileler eklemek ciddi bir adım. Akşam namazını kıldıktan sonra evvabin kılmak için nefsimizle ciddi bir kavgaya tutuşacağımız muhakkak. Fakat orada iradenin kavgası söz konusu ve kulluktaki samimiyet o anlarda ortaya çıkıyor. Yenibaş’a göre insan farz ibadeti zorla yapmayabilir, zira vazifeyi yerine getirme bilinci vardır ama nafileyi zorla yerine getirir. Kaldı ki Efendimiz de beyanlarında farz ibadetlerin yanı sıra insanı Allah’a yaklaştıracak ve sevgisine mazhar kılacak nafile ibadetlerin önemine işaret eder.İbadette zindelik kazanmak için neler yapmalıyız?Farzın yanına bir nafile koymaya yorgunuz fakat insan, iradesiyle ortaya koyduğu ameller sayesinde kullukta derinleşip Allah’ın rızasını kazanır. Kullukta derinleşme azmi içinde olmayanlarsa zamanla hiç farkına varamayacakları şekilde sığlaşır.Diğer taraftan kullukta devamlılık da derinleşmeyi temin eder, derinleşme şuurda ve vicdanda ayrı bir enginliğe kapı aralar; insanı farklı bir marifet ufkuna ulaştırır. İbadetin şuurluca yapılması ve onun devamlı olmasıyla arasında salih daire söz konusu. Çünkü her şer başka bir şerre çağrı olduğu gibi; her hayır da diğer hayrın davetçisi.Efendimiz’in “Tefekküre denk ibadet yoktur; öyle ise gelin Cenâb-ı Hakk’ın nimet ve kudret eserlerini tefekkür edin! Ama zinhâr Zât-ı Bârî’yi tefekküre kalkışmayın; zîrâ o, insan düşüncesini aşan bir mevzudur.” buyruğunu da baştacı etmeliyiz ki zindeliğimiz artsın.

8 Ekim 2014 Çarşamba

Sherlock Holmes Kitapları Okuma Sırası

Sıkı bir Sherlock Holmes fanı olduğumu artık bilmeyen kalmadı herhalde :p 

Sherlock hakkında çok fazla yazınca blogdan ya da mailden çok fazla soru alıyorum. Bunlardan en başlıcası da kitapları hangi sırada okuyacağınız. 

Ben hikayeleri ve romanları defalarca okudum ancak bu uzun zaman önce olduğu için blogda kitapların yorumunu malesef ki bulamıyorsunuz. Bense uzun zamandır Sherlock hikayelerini sırayla yeniden okuyup yorumlamak istiyordum. Hem bundan önce bir rehber olsun diye, hem de sorulara cevap olsun diye okuma sırasını yazacağım. Ardından bu sıralamaya göre yorumları blogumda bulabilirsiniz. Daha önce Sherlock'a dair yazdığım tüm yazıların linklerini de yazı sonuna ekleyeceğim. 

Sherlock kimdir muhabbetine tekrardan girmiyorum çünkü bu konu blogda defalarca işlendi. Sherlock Holmes efsanesi 4 Roman ve 56 hikayeden oluşuyor. Artık telif sorunu da olmadığı için birçok yayıncı hikayeleri ve romanları basıyor. Sayısız yayınevinin bastığı bir sürü boy ve kalınlıkta Sherlock kitabı bulabilirsiniz. Ama hikayeler sabit olduğu için hikaye ve roman sıralamasını yazmanın daha sağlıklı olduğu bir gerçek. Böylece seriyi hangi yayınevinden dizmiş olursanız olun rahatça sırasıyla okuyabilirsiniz. 

Sherlock Holmes Romanları Sırasıyla

1-Kızıl Soruşturma / Kızıl Dosya / Kızıl Dava

2- Dörtlerin İmzası / Dörtlerin İşareti / Dörtlerin Yemini

3-Baskerville'in Köpeği / Baskerville Tazısı

4-Korku Vadisi

Malesef önce romanları okuyayım, sonra hikayelerim okurum diye bir durum söz konusu değil, tabi eğer sırayla okumak istiyorsanız. Romanlar hikaye sıralamasının arasında yer alıyor. Hikayelerin arasına romanları yazdığımda büyük harflerle romanları ekleyeceğim. Vereceğim sıra kronolojik sıralama olacak. 

Sherlock Holmes hikayeleri de 

Sherlock Holmes'un Maceraları (The Adventures of Sherlock Holmes), 

Sherlock Holmes'un Hatıraları (The Memoirs of Sherlock Holmes),

Sherlock Holmes'un Dönüşü (The Return of Sherlock Holmes),

Son Görev (His Last Bow), 

Sherlock Holmes'un Dava Defteri (The Casebook of Sherlock Holmes) 

gibi ana başlıklar altında toplanıyor. Romanların, hikaye başlıklarının ve o başlıkların içerdiği hikayelerin sıralaması ise şöyle:

Ufak Not: Sıralamada orijinal isimleri, Türkçe isimleri ve bu isimlerin eğer birden fazla isimle basıldıysa versiyonlarının isimlerini ve yıllarını birlikte yazacağım. Ben de okuyup yorumladıkça bu başlıkları linklere çevireceğim :)

-SIRALAMA-

1- KIZIL SORUŞTURMA / A STUDY IN SCARLET (1887)

    Bu roman Sherlock Holmes ve John Watson'ın tanışmalarını ve de ilk vakalarını anlatır. Kesinlikle ilk okunması gereken kitaptır. Türkçe'ye Kızıl Dava, Kızıl Takip, Kızıl Dosya olarak da çevrilmiştir. 

2- DÖRTLERİN İMZASI / THE SIGN OF FOUR (1890)

    İkinci sırada okunması gereken bu roman Türkçe'ye Dörtlerin İşareti, Dörtlerin Esrarı, Dörtlerin Yemini olarak da çevrilmiştir.3- SHERLOCK HOLMES'UN MACERALARI / THE ADVENTURES OF SHERLOCK HOLMES 

(1891-1892)

    Bu başlığın altındaki hikayeler sırasıyla şunlardır:

    -Bohemya'da Skandal / A Scandal In Bohemia (1891)

    -Kızıl Saçlılar Kulübü / The Red-headed League (1891)

    -Bir Kimlik Vakası / A Case of Identity (1891)

    -Bascombe Vadisi'nin Esrarı / The Boscombe Valley Mystery (1891) 

    -Beş Portakal Çekirdeği / The Five Orange Pips (1891) 

    -Bükük Dudaklı Adam / The Man with the Twisted Lip (1891) 

    -Mavi Yakut / The Blue Carbuncle (1892) 

    -Benekli Kordon / The Speckled Band (1892) 

    -Mühendisin Başparmağı / The Engineer's Thumb (1892) 

    -Asil Bekar / The Noble Bachelor (1892) 

    -Zümrüt Taç / The Beryl Coronet (1892) 

    -Akgürgenlerin Esrarı / The Copper Beeches (1892) 

4- SHERLOCK HOLMES'UN ANILARI / THE MEMOIRS OF SHERLOCK HOLMES (1892-1893)

    -Gümüş Şimşek / Silver Blaze (1892) 

    -Sarı Surat / The Yellow Face (1893) 

    -Borsacı Katibi / The Stock-Broker's Clerk (1893) 

    -Gloria Scott / The "Gloria Scott" (1893) 

    -Musgrave Töreni / The Musgrave Ritual (1893) 

    -Reigate Bulmacası / The Reigate Puzzle (1893) 

    -Albayın Ölümü / The Crooked Man (1893) 

    -Brook Sokağı Cinayeti / The Resident Patient (1893) 

    -Yunan Tercüman / The Greek Interpreter (1893) 

    -Kayıp Antlaşma / The Naval Treaty (1893) 

    -Son Vaka / The Final Problem (1893) (Bu hikayeden önce Baskervillerin Köpeği Okunmalı)

5- BASKERVILLERİN KÖPEĞİ / THE HOUND OF THE BASKERVILLES (1901)    Bu roman Son Vaka'dan önce geçtiği için ondan önce okunmasında fayda var. İsmi Baskerville Tazısı olarak da geçebilir. 

6- SHERLOCK HOLMES'UN DÖNÜŞÜ / THE RETURN OF SHERLOCK HOLMES (1903-1904)

    -Boş Ev / The Empty House (1903)

    -Norwood'lu İşçi / The Norwood Builder (1903) 

    -Dans Eden Adamlar / The Dancing Men (1903) 

    -Bisikletli Adamlar / The Solitary Cyclist (1903) 

    -Priory Okulu Vakası / The Priory School (1904) 

    -Kara Peter Vakası / The Adventure of Black Peter (1904) 

    -Charles Augustus Milverton Vakası / Charles Augustus Milverton (1904) 

    -Altı Napolyon'un Esrarı / The Six Napoleons (1904) 

    -Üç Öğrenci / The Three Students (1904) 

    -Altın Gözlüğün Esrarı /The Golden Pince-Nez (1904) 

    -Kayıp Futbolcu / The Missing Three-Quarter (1904) 

    -Abbey Çiftliği Vakası / The Abbey Grange (1904) 

    -İkinci Lekenin Esrarı / The Second Stain (1904)

7- KORKU VADİSİ / THE VALLEY OF FEAR (1914) 

8- SON GÖREV - HIS LAST BOW 

    -Karton Kutu / The Cardboard Box (1893) 

    -Wisteria Köşkü / The Adventure of Wisteria Lodge (1908) 

    -Bruce Partington Planları / The Bruce-Partington Plans (1908) 

    -Şeytan Ayağı / The Devil's Foot (1910) 

    -Kızıl Çember / The Red Circle (1911)

    -Leydi Frances Carfax'ın Kayboluşu / Lady Frances Carfax (1911) 

    -Kara Dedektif Ölüm Döşeğinde / The Dying Detective (1913)

    -Perde Kapanıyor / His Last Bow (1917)

9- SHERLOCK HOLMES'UN DAVA DEFTERİ / THE CASEBOOK OF SHERLOCK HOLMES

     Önsöz - Preface 

    -Mazarin Taşı / The Mazarin Stone (1921) (Mazarin Elması olarak da geçebilir)

    -Thor Köprüsü / The Problem of Thor Bridge (1922) 

    -Sürünen Adam / The Creeping Man (1923)

    -Sussex Vampiri / The Sussex Vampire (1924) 

    -Üç Garrideb / The Three Garridebs (1924)

    -Şanslı Müşteri / The Illustrious Client (1924) 

    -Beyaz Asker / The Blanched Soldier (1926)

    -Emekli Boyacı / The Retired Colourman (1926) 

    -Üçgen Çatılar / The Three Gables (1926)

    -Aslan Yelesi / The Lion's Mane (1926) 

    -Peçeli Kiracı / The Veiled Lodger (1927) 

    -Shoscombe Prensi / Shoscombe Old Place (1927)

Sıralama işte böyle. Bir yanlışlık olduğunu düşünüyorsanız yazabilirsiniz. 

Ben Martı Yayınları'ndan çıkan seti dizdim. Son roman muhtemelen fuara çıkacak. Ayrıca tüm hikayeleri tek kitapta çıkardıkları ciltli bir koleksiyon kitabı bastılar

Ayrıca Everest Yayınları açıklamalı notlarıyla çıkardı ancak 2. cilt hala çıkmadı. :(Asıl romanlardan sonra ise başka yazarların yazdığı Sherlock Holmes maceralarının tadını çıkarabilirsiniz ^_^

En çok istediğim şey tüm romanların ve hikayelerin sıralı hali tek bir kitapta toplanmasıydı, bunu da Cem Yayınevi yapmış sanırım. Merak ettim açıkçası tek kitap mı yoksa ayrı ayrı kitaplardan oluşan bir set mi? İncelemek ve duruma göre satın almak isterim :) Araştıracağım. 

Sherlock Yazılarım: (En yeniden en eskiye)

Sherlock: The Network (Official Sherlock Holmes Oyunu)

Taraf Gazetesi Kitap Eki Yazım: Sherlock Holmes, Arşivinizde Daimi Bir Yere Gözünü Dikti (11.07.2014)

Hangisi Daha Sherlock? Sherlock Yapımlarından Beklenmesi Gerekenler

Sherlock Holmes - Kızıl Soruşturma - Sir Arthur Conan Doyle

Sherlock Holmes El Kitabı - Ransom Riggs

Doctor Who & Sherlock ve Birçok Fandom Ürünlerini Bulabileceğiniz Bir Mekan

Sherlock Holmes Hakkında Mülahazatı Şamildir

İlk Sherlock Holmes Yazım

Tüm Sherlock Holmes Etiketli Yazılarım

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

7 Ekim 2014 Salı

Romantik İroni - Tuba Akyol

Kitap Adı: Romantik İroni

Yazar Adı: Tuba AkyolYayınevi: Nar Kitap

Sayfa Sayısı: 176

Basım: 2014

Ben zihni yönlendiren ten ile teni yönlendiren zihin arasında o mükemmel dengeye ulaşabilmiş bir kimseyim. Mükemmel miyim neyim! Louise'in birine ölümsüzlük vermek için aradığı şart tam da buydu.  Louise'le görüşsem beni kesin vampir yapar.  Büyük Şef geçen gün kongreye ünlü konuşmacı bulmamı istemişti. Brad Pitt'i önereyim diyorum. 

Bir kadın düşünün estetik kararlardan tutun, uzun uzun kesilmiş salatalığın yuvarlak yuvarlak kesilmiş salalıktan daha lezzetli olmasına kadar her konuda fikir üretiyor.  :)

Kızımız çalışan ve psikiyatr sevgilisiyle aynı evde yaşayan biri. Modern kadının dramı mı desem, sanki her konuda fikir sahibi olmalıymışçasına bir muamele görüyor ve o da her şey hakkında mütemadiyen fikir üretiyor, hepimiz gibi. 

Kitabın giriş gelişme sonucu ya da ana bir hikayesi yok. Ufak başlıklar hakkında, sanki günlük tutarmış gibi; esas karakterimizin fikir yürütmelerini, zihninden geçenleri okuyoruz.

Bir arkadaşıma kitabın tarzından bahsettiğimde Gülse Birsel tarzı yani dedi. Ben Gülse Birsel'in kitaplarını okumadığım için ne yönden benzettiğini anlayamadım :(

En sevdiğim noktalar bol bol Anne Rice kitaplarının sözünün geçmesiydi, yukarıdaki alıntıda olduğu gibi. Tabi kızımız Vampirle Görüşme'nin sadece filmini izlemiş ve sevgilisinin kitabın felsefesine dair sorularından hiçbir şey anlamıyor olsa da :D 

Yine Nar Kitap'tan çıkmış olan Masumiyetin Sonu kitabının adı geçince de şaşırdım bir an. Geçen İzmir Fuarından almıştım, umarım severim.

Kitabın ismi gibi ironik bir anlatımı, kara mizah tarzı bir içeriği var. 

Azıcık örnek vermek isterim ^_^

Mesela ben de bir şeylerden anlamlar çıkarmaktan, işaretler aramakta hoşlanırım. Kitapta da görünce hoşuma gitti :)

Ve sizi milyonlar satan vampir romanıyla baş başa bırakıyorum :p

Türü sevenler için ara ara karıştırılıp bir konunun okunacağı bir kitap gibi geldi bana.

Benim çok fazla okuduğum bir tarz olmadığı için bazı şeylere Fransız kalmış olabilirim. 

Kitabın imzalı olması da harika bir durum ^_^

Teşekkür ediyorum. 

Herkese bol fikir yürütmeli günler :*

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

6 Ekim 2014 Pazartesi

İkinci Okuyuşum: Kara Kule #1 / Silahşor - Stephen King

Kitap Adı: Silahşor

Yazar Adı: Stephen KingOrijinal Adı: The Dark Tower: The GunslingerÇeviri: Gönül SuverenYayınevi: Altın Kitaplar

Seri Adı: Dark Tower / Kara Kule

Seri Sıramalası:

#1 Silahşör / The Gunslinger

#2 Üç'ün Çekilişi / The Drawing of the Three

#3 Çorak Topraklar / The Waste Lands

#4 Büyücü ve Cam Küre / Wizard and Glass

#4,5 Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar / The Wind Through the Keyhole

#5 Calla'nın Kurtları / Wolves of the Calla

#6 Susannah'ın Şarkısı / Song of Susannah

#7 Kule / The Dark Tower

“Dışarıya evrenin sonuna doğru düşseydin orada ne görürdün? Tahta bir parmaklık ve üzerinde ‘Çıkmaz Sokak’ yazılı levhalar mı? Hayır. Belki yuvarlak ve sert bir şeyle karşılaşırdın. Civcivin yumurtanın içindeyken gördüğüne benzeyen bir şey. O kabuğu gagalayarak kırdığın takdirde uzayın dibindeki bu delikten içeriye kim bilir ne müthiş bir ışık dolardı. O delikten baktığın zaman bütün evrenimizin, bir sap otun, sadece bir atomunun bir parçası olduğunu mu anlardın? Bir dalı yaktığın zaman sonsuzluklardan bir sonsuzu küle dönüştürdüğünü mü düşünürdün? Yaşamın bir sonsuza değil, pek çok sonsuzluklara eriştiğini mi anlardın?”

-en sevdiğim alıntı-

İlk okuduğum Stephen King romanı Falcı'ydı. Hiç unutmam, liseye başladığım sene Tüyap Kitap Fuarı'ndan almıştım.Sonra yazarı okumaya devam ettim. Bazen bir yazarı sadece bir kitabıyla, ilk okuyuşta çok seversiniz. Şöyle bir gerçek var ki ben Stephen King'i okuya okuya sevdim. Falcı benim için en azından o yaşlarda mükemmel bir kitap değildi ama güzel bir kitaptı. Zaten böylece yazarın başka kitaplarını da okumaya karar vermiştim. Her okuduğum kitabında Stephen King'i biraz daha çok sevdim. Ardından Kara Kule'ye başladım. Serinin 4. kitabından sonra (ya da 5) seriye ara vermek zorunda kalmıştım. Aradaki Novellayı okumadım, cidden merak ediyorum :)

Falcı'yı blogda Kısa Kısa başlığım altında yazmak istemiştim ama sıra gelmedi. Zaten yazılacak o kadar çok yazım var ki :( 1 yıldır taslakta beklettiğim bir Doctor Who yazım bile var :( Sıra bekleyen çoooook şey var... O yüzden bu vesileyle bahsetmek istedim. 

Neyse. 

Son zamanlarda epik fantastik / fantastik aşkım tavan yaptığı için ve Kitap Tutkusu'yla sürekli nerede o eski fantastikler sohbeti yaptığımız için aklıma tekrar bu seri düşmüştü. 

Ve bu arada ben de ne tam hasta, ne tam iyi olmadığımdan geceleri uykusuz geçiriyorum. Geçen sabaha kadar uyuyamadım ve deli gibi Silahşor düştü aklıma, seriye 2. kez başladım. Sabah olmadan kitap bitmişti :(

İkinci okuyuşumda kitabı daha çok sevdiğimi fark ettim. Kara Kule serisini çok severim, ikinci okuyuşumda bu sevgi artmıştı. Seriyi tekrar okuyacağım ^_^ İlk okuduğumda odaklandığım yerlerin artık değiştiğini, beni rahatsız eden bazı şeyleri fark bile etmediğimi ya da dikkatimden kaçan yerleri yakaladığımı gördüm. Her yaşın okuması farklı oluyor tabi. Belli yaşlarda okuduğunuz kitapların artık size hitap etmediğini görüyorsunuz. Örneğin ben bazı konuların ya da bazı Young Adult kitapların bana artık fazla basit geldiğini düşündüm geçenlerde. Bir şeyler değişiyor okudukça. "Sadece düşmanlar gerçeği söylerler. Arkadaşlar ve sevgililer zorunluluk ağına düştükleri için sonsuza kadar yalan uydururlar. "

Kitaptan örnek verirsek, ilk okumamda Jake'i sevmiştim, bu okumamda çok daha fazla sevdim; ilk okumamda Siyahlı Adam'dan nefret ediyordum, şu anda onu gerçekten seviyorum!

Serinin konusunu anlatmak, en azından ilk kitabın konusunu anlatmak biraz zor. Son kalan Silahşor'un Siyahlı Adam'ı takip etmesini anlatıyor. Kitap boyunca Silahşor sürekli Siyahlı Adam'ı arayacak, takip edecek; Siyahlı Adam'ın bıraktığı kalıntılardan ondan ne kadar uzaklıkta olduğunu düşünecek. Aynı zamanda yolda karşılaştığı insanlarla ilişkilerinde, olaylarda hem geçmişe dair, hem de neden Siyahlı Adam'ı aradığına dair flashbackler göreceğiz. Günümüz dünyasının da kitapta çok farklı bir şekilde geçtiğini ama günümüz dünyasına ne olduğunun sır olarak kaldığını göreceğiz.

“Kendini nasıl öldürmezsen, beni de öyle öldüremezsin.”

Gerçekten seriyi özlemişim. Dönmem çok iyi oldu. 

   Anlatmak zor :( Özellikle de okudukça olayların düğümlerinin çözüldüğü, yavaş yavaş gizemlerin açıldığı bir kitap. 

Bu arada kiminleri yazarın birkaç tane hatta birçok kitabını okumadan Kara Kule serisini okumayı önermiyor. Birçok yerden duyunca yazmak istedim. Ben yazarın fazlaca kitabını okuduktan sonra başladığım için bir sorun yaşamadım, bu nedenle bilemiyorum. 

     Özellikle kitabın en sonunu çok ama çok ama çok beğendiğimi söylemek isterim. Soruların, felsefi tartışmaların, akıl yürütmelerin beni benden aldığı bir gerçek. Böyle şeyleri seviyorum. Bana göre kitabın ilk %90'ı kitabın %10'u; son %10'u ise kitabın %90'ıdır.Severek okudum.

Türü seviyorsanız, yazarı seviyorsanız beğeneceğinizi düşünüyorum.

Bol aksiyonlu ve romantizmli güncel fantastikler gibi bir şey arıyorsanız size

hitap etmeyecektir. Temkinli yaklaşmanızda fayda var.

Sevgiler... :*

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

4 Ekim 2014 Cumartesi

Öksüzler Treni - Christina Baker Kline

Kitap Adı: Öksüzler Treni

Yazar Adı: Christina Baker KlineOrijinal Adı: Orphan TrainÇeviri: Duygu ParsadanYayınevi: Arkadya Yayınları

Sayfa Sayısı: 356

Basım: 2014

"Bazen içinizdeki çocuk geçmişinizde hapsolur ve siz o çocuğu kurtarmak için tüm umutlara sımsıkı sarılırsınız…"

Molly koruyucu ailenin yanında kalan kimsesiz ve asi bir kızdır. Kütüphaneden kitap çaldığı için yapması gerek kamu hizmeti görevi için arkadaşı ona bir yer bulmuştur bile. 91 yaşındaki Vivian'ın çatı katını düzenleyecek, gereksiz şeyleri elden geçirecektir. Zaten bir düzel manyağı olan Molly için bu iş biçilmiş kaftandır. Eğer bu görevi yapmazsa ıslah evine gidecektir.

Molly, Vivian'la tanıştığında  onun da kendisi gibi kimsesiz biri olduğunu öğrenir. İkili yakınlaştıkça daha bir çok ortak yön ortaya çıkacaktır ve ikili geçmişlerini tekrar gözden geçirecektir. 

Vivian'ın hikayesi 1929'da başlar. İrlanda'dan ailesinin iş umuduyla Amerika'ya göçen Vivian, ailesi bir yangında ölünce Öksüzler Treni'ne bindirir ve kaderine karşı bir yolcuğa başlar. Trenin durakladığı yerlerde yüzlerce öksüz sahiplenmeyi bekleyecektir. 

---------

Gerçek bir olaya dayanan kurgu bir romanla karşı karşıyayız. Gerçekten bir Öksüzler Treni varmış ve hikayesi gerçekten hüzün yüklü. Gerçek bir olaya dayanması beni başta ilk etkileyen şeydi. Yazarın kalemine de bayıldım. Sıkmayan, yormayan güzel bir anlatımı var. Merak unsurunu hep korumuş, adım adım öğreniyoruz her şeyi... 

Yazım tarzını Sarah Jio'ya çok benzettim ilk başladığımda, bu nedenle Sarah Jio severlerin beğeneceğini düşünüyorum. Ama yazar roman tarzı olarak benzese de (hem günümüzde, hem geçmişte geçen bir aile-dram olması hasebiyle) kendi yolunu çizmiş bana göre. 

Türü seviyorsanız beğeneceğinizi düşünüyorum. Ben türü pek okumayan biri olarak gerçekten etkilendim... 

PUANIM: ♥♥♥♥

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

3 Ekim 2014 Cuma

Allah’ın kıymet verdiği gün: Arefe

Kurban Bayramı ismiyle bilinen kutlu zaman dilimleri, aslında arefe günüyle başlıyor. Kurbanın dördüncü günü ikindi namazında son buluyor. Nitekim Resulullah (sas), “Arefe günü ve teşrîk günleri (2, 3 ve 4. günleri), hepsi bizim bayramımızdır.” buyuruyor. Peki bu kutlu zaman dilimlerini nasıl değerlendirmek gerekiyor?Zilhicce ayının 9. günü yani bugün arefe. Haccın iki temel rüknünden birisi olan vakfe, Kurban Bayramı’ndan bir gün evvel Arafat Meydanı’nda topluca yapıldığından bugüne yevm-i arefe deniliyor. Bütün sene içinde affedilenlerden daha çok mü’minin cehennemden azad olduğu bir gün olması itibarıyla da bugün, Müslümanların kurtuluş bayramı. Nitekim Feyruz bin Deylemi’den rivayet olunduğuna göre Efendimiz (sas), “Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah’ın kıymet verdiği bir gündür.” buyuruyor. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (sas) başka bir hadis-i şeriflerinde, “Günlerin en efdali arafe günüdür. (Faziletçe) cumaya denktir. O, cuma günü dışında yapılan (yani hacc-ı ekber dışındaki) yetmiş hacdan efdaldir. Duaların en efdali de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de ‘Lâilâhe illallâhü vahdehû lâ şerike lehu. (Allah birdir, Ondan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur) sözüdür.” diyor. Bayram arefeyle başlıyorKur’an-ı Kerim’de arefe gününden iki yerde bahsediliyor. Buruc Sûresi’nde geçen “Şâhid ve meşhûd’a kasem ederim ki...” ayetindeki şâhid ve meşhûd’dan maksadın ne olduğuna dair yapılan tefsirlerde meşhûd, arefe günü; şâhid de arefe günü Arafat’ta hazır bulunan hacılar olduğu belirtiliyor. Arefe günü Kur’an’da, ikinci olarak Bakara Suresi’ndeki “O eyyâm-ı ma’dûdât / sayılı günlerde (arefe ve kurban bayramı günleri tekbir getirerek) Allah’ı zikredin.” ayetindeki ‘sayılı günler’ ifadesinde geçiyor. Ayette arefe ve bayram günlerinin en önemli hususiyetlerinden birinin “farz namazların akabinde, kurbanlar kesilirken ve şeytanlar taşlanırken teşrik tekbirleri getirmek” olduğu vurgulanmış. Teşrik tekbirleri arefe günü sabah namazıyla başlıyor, bayramın dördüncü günü ikindi namazıyla sona eriyor. Nebevi tatbikat üzere bugünlerde ister seferî, ister mukim, ister cemaatle, isterse yalnız olarak kılınan beş vakit namazın farzlarını müteakip selam sonrası teşrik tekbiri getirmek, hacdakilerle beraber bütün yeryüzündeki Müslümanlara vacip. Teşrîk tekbiri şöyle: “Allahü ekber. Allahü ekber. Lâilâhe illallâhü vallâhü ekber. Allahü ekber ve lillâhilhamd. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. O’ndan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Ve bütün hamdler O’na mahsustur.”Arefesi cumaya tevafuk eden bayramın kutsiyetiAliyyü’l-Kâri, hadiste, arefe gününün en efdal veya cumaya müsavi gün olduğuna dair bir işaret olduğunu söylüyor. Alimlerin çoğunluğunun kabulüne göre ise “Allah katında günlerin en şereflisi ve en kıymetlisi cuma günüdür.” hadisi, haftanın en hayırlı gününü tespit ediyor. Arafe ve kurban günleri ise yılın en faziletli günleri. Yine arefesi cumaya tevafuk eden haccın fazladan kutsiyet kazanıp hacc-ı ekber haline gelmesi gibi hacc-ı ekberin arefe günleri de diğer hacların arefe günlerinden daha kutsi.Arefe tanışmak demekArefe kelime olarak, tanışmak, öğrenmek, itiraf etmek ve güzel koku manalarına geliyor. İslam âlimleri bugüne arefe denilmesinin sebeplerini izah ederken bütün bu anlamlara itibar etmişler. ‘Tanışma’ manasına göre: Cennetten yeryüzüne indirilen Hz. Adem ile Havva’nın buluştuğu güne arefe günü, buluştukları dağa da Arafat dağı adı verilmiş. Bir diğer görüşe göre, Hz. İbrahim, Allah’ın emri üzerine oğlu İsmail ve eşi Hâcer’i Mekke’de bırakıp Şam’a gittikten yıllar sonra onlarla buluşup görüştüğü mekâna Arafat, zamana da arefe günü ismi verilmiş.‘Öğrenme’ ve ‘itiraf’ günü Arefe’nin ‘öğrenme’ manasına göre, Cebrail, Hz. Adem’e haccın menâsikini bizzat uygulatarak öğretmiş, vakfe yaptıkları gün ona “Artık öğrendin mi?” diye sormuş, Hz. Adem de “Evet, öğrendim.” demiş. Bunun üzerine oraya Arafat, o güne de arefe günü adı verilmiş. ‘İtiraf’ manasına göre, hacılar vakfe yaptıkları günde, Allah’ın rubûbiyetini, celalini, azametini, kimseye ihtiyacı olmamasını; kendilerinin ise zillet ve fakirliklerini, Allah’a son derece muhtaç oluşlarını itiraf ederler. Nitekim Hz. Adem ve Havva da Arafat’ta ilk defa buluştuklarında Araf Sûresi’nde buyurulduğu üzere “Ey Rabb’imiz! Biz nefsimize zulmettik. Günahlarımızı bağışla!” diye itirafta bulunmuşlar. Bu itirafların yapıldığı o zamana arefe günü, mekana da Arafat dağı adı verilmiş. ‘Güzel koku’ manasına göre ise, hacılar, arefe günü Arafat’ta bütün günahlarından tevbe ederler. Böylece günahların manevî pisliğinden temizlenen mü’minler, mânen güzel kokulu hale gelirler ki bu sebeple o güne arefe, o yere de Arafat denilmiş.Arefe gününde bunlar yapılabilirORUÇ: Peygamberimiz’in (sas) bayram ilan ettiği arefe gününü yalnızca, bir gün sonra başlayan kurban bayramı günlerine (eyyâm-ı nahr) hazırlık günü olarak değerlendirilmemesi gerektiğini birçok hadis-i şerifte belirtmiş. Ebu Katade’nin bildirdiğine göre Resulullah’a arefe günü oruç tutma hakkında sorulduğunda Efendimiz (sas), “O gün tutulan oruç, geçmiş ve gelecek senenin günahlarına kefaret olur.” buyuruyor. Beyhakî’nin bir rivayetinde Hz. Aişe (ra), Efendimiz’in “Arefe gününün orucu bin gün oruç tutmak gibidir.” diyor. Efendimiz’in (sas) “Allah’ın kıymet verdiği bir gündür.” diye vasıflandırdığı bu kutlu zaman dilimini verimli geçirmek için bir amel de tavsiye ediliyor.DUA: İhlâs Sûresi’ni yüzer defa tekrar ile okumak, mübarek arefe gününde yapılması müstahsen olan bir âdet-i İslâmiye. Bazı yörelerde bin İhlâs-ı Şerif okunması gelenek olmuş. Beş yüz arefede, beş yüz de ondan önceki günde olmak üzere ikiye taksimle de bu okunabilir. Böyle bir okuyuşun bereketiyle kalpte birtakım hakikatlerin açıldığını ve çoğu manevî duyguların bundan gıdasını aldığını bazı İslâm ulemasının tecrübeleri gösteriyor. NAMAZ: Arefe günü, öğlenle ikindi arasında iki rekât namaz kılınması tavsiye ediliyor. Bu namazın her rekâtında; Fatiha Sûresi’nden sonra, elli kere İhlâs Sûresi okunuyor.

2 Ekim 2014 Perşembe

Kitabın İçinden Christina Baker Kline Röportajı

Roxana Robinson, Washington Post tarafından 2008'in en iyi beş romanından biri olarak adlandırılan Cost'un yazarıdır. Birçok kitap yazmıştır. Şimdi kendisinin Christina Baker Kline ile yaptığı röportajı okuyacaksınız. ^_^

Roxana Robinson: Bu kitaba nasıl başladığınızdan bahsedebilir misiniz? Size bu fikri ne verdi?

Yaklaşık on yıl önce eşimin Kuzey Dakota'daki anne ve babasını ziyaret ederken Fort Seward Tarih Kurumu tarafından basılmış, Century of Stories: Jamestown and Stutsman Country, 1883-1983 adında bir kitaba rastladım. Kitapta "Ona 'Öksüzler Treni' diyorlar -pek çok çocuğun bir evi olmasını sağladı," başlıklı bir makale vardı. Hikayede eşimin büyük babası Frank Robertson'a ve onun kardeşlerine oldukça yer verilmişti. Bundan haberim yoktu, daha önce öksüzler trenini hiç duymamıştım. Araştırmalarım sırasında öksüzler treninin Jamestown, Kuzey Dakota'da durmuş ve o trendeki çocukların burada evlat edinilmiş olmasına rağmen, Robertson ailesinin Missouri'den geldiğini öğrendim. Bu konu merakımı uyandırdı ve Amerikan tarihinin pek bilinmeyen bir dönemi hakkında daha fazlasını öğrenmek istedim.

-Öksüzler treninin sizin için en ilgi çekici tarafı neydi?

Sanırım beni öksüzler treninin hikayesine çeken şey, gençlik yıllarına dair çok az şey anlatan büyükanne ve büyükbabamın da birer öksüz olmasıydı. Bir yazar olarak insanların hayat hikayelerini anlatışı ve bu hikayelerin -isteyerek ya da değil- onların kim olduğunu ortaya çıkarışı daima ilgimi çekmiştir. Kelimelerin arasındaki boşluklara, uzun zamandır sırları örtbas eden suskunluklara ve dış görünüşü maskeleyen hikayelere hep ilgi duymuşumdur. 

Kendi kökenim de kısmen İrlandalı olduğundan, onu öksüzler trenine götüren koşullar hakkında sessiz kalan İrlandalı bir kız hakkında yazmak istediğime karar verdim. Kontrolümüz dışında gerçekleşen travmatik olayların hayatımızı nasıl şekillendirdiği hakkında yazmak istedim. "Bilinen dünya ile imkansızlıklar dünyası arasındaki eşikten geçen insanlar, yaşadıklarını aktarmanın ne kadar güç olduğunu keşfederler. " diye yazar Kathryn Harrison. Roman boyunca ana karakterim olan Vivian, geçmişinden duyduğu utançtan uzaklaşıp, nihayet onu kabullenme yoluna gidiyor. Ve bu süreçte kendi hayat hikayesini hatırlayıp anlatmanın yenileyici gücünü öğreniyor. 

Önceki dört romanım gibi Öksüzler Treni de kültürel kimlik ve aile geçmişi gibi sorularla boğuşuyor. Fakat bunun çok daha büyük bir hikaye olduğunu ve geniş çaplı bir araştırma gerektireceğini en başından beri biliyor ve araştırmalarımı genişletmek için büyük bir istek duyuyordum. 

-Romanınızda tarif ettiğiniz yerleri görmek için Orta Batı'ya gittiniz mi?

Uzun zamandır Minnesota ve Kuzey Dakota'ya gidip geliyordum. Minneapolis'i oldukça iyi biliyorum ve o bölgeye büyük bir yakınlık duyuyorum. Eşimin ailesinin Minnesota, Park Rapids yakınlarında bir göl evi var ve orada oldukça vakit geçiriyorum. Romanda adı geçen ve günümüzde hikayenin geçtiği yer olarak görülen Maine, Spruce Harbor gibi pek çok küçük kasaba ise benim hayal ürünüm. (Spruce Harbor, The Way Life Should Be adlı bir diğer romanımda da geçen bir yer. ) Gerçek bir bölgeye hayali bir kasaba yerleştirmek, bana yazar olarak hayal gücümü dilediğimce kullanma özgürlüğü veriyor. 

-Kitabınız için ne tür araştırmalar yaptığınız? Trenle bir bağlantısı olan insanlarla görüştünüz mü? Bu nasıl bir histi?

İnternette New York Times ve diğer gazetelere ait makaleler bulduktan sonra öksüzler treni yolcuları tarafından anlatılan ve tarihi arşivlerde yer alan yüzlerce hikaye okudum. Bu araştırmalar doğrultusunda gittiğim New York Halk Kütüphanesi'nde ise adeta çağdaş bir materyal hazinesi buldum. Konuyla ilgili öyküler, çocukluk romanları, resimli kitaplar okudum. New  York Tenement Müzesi'nde ve Ellis Adası'nda araştırmalar yaptım. Aynı zamanda roman karakterimin İrlanda kökeni hakkında araştırma yapmak için İrlanda'daki Galway şehrine gittim.

Romanımı yazdığım süre boyunca New York ve Minnesota'daki tren yolcularının toplantılarına katıldım. Onlarla ve onların çocuklarıyla, torunlarıyla görüştüm. Hala hayatta olan az sayıda tren yolcusu vardı, onlar da doksan yaşının üzerindeydi. Her birinin bana ve diğerlerine hikayelerini anlatmaya ne kadar hevesli olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Onlarla konuşup hikayelerini dinlerken yaşadıkları zorlukların üzerinde durmadıklarını, onun yerine çocukları ve torunlarıyla birlikte oldukları için - o trenlere binmemiş olsalardı asla sahip olamayacakları hayatları için şükrettiklerini gördüm. Ve romanımda gerçek hayatta zor olan bir şeyi yapabileceğimi fark ettim: Bir kurtuluş hikayesi yaratma gereği duymaksızın, bu deneyimlerin sert detayları üzerinde durabilirdim. 

-Araştırmalarınız esnasında sizi en çok şaşırtan, hiç ummadığınız şey neydi?

On yıllar boyunca insanlar bindikleri trenden başka bir tren olmadığına inanmışlar. Yetmiş beş yıllık büyük bir sosyal deneyin parçası olduklarından haberleri yokmuş. Çocukları ve torunları (ki bazı tahminlere göre iki milyondan fazla kişiler) bu konuyla ilgilenip sorular sormaya başlayan ve diğer tren yolcularıyla tanışıp hikayelerini paylaşana dek gerçeği bilmiyorlarmış.

-Ana karakterleriniz olan iki genç kız, zaman ve koşullar bakımından birbirlerinden oldukça ayrı olsalar da bazı ortak noktaları var. Biraz bundan bahseder misiniz?

Roman yazarken çoğu zaman içgüdülerinizle hareket edersiniz. On yedi yaşında bir Penobscot Kızılderilisi olan Molly hakkında yazmaya başladığımda, ister inanın ister inanmayın, doksan bir yaşındaki varlıklı dul bir kadın olan Vivian  ile aralarında benzerlikler olduğunu hemen fark edememiştim. Fakat yazmaya devam ettikçe, bazı biyografik benzerliklere ek olarak psikolojik bakımdan da benzer olduklarını gördüm. İki karakterin de babası ölmüş, anneleri hastaneye kaldırılmıştı. İkisi de evden eve dolaşmış ve kültürel kalıpları dolayısıyla önyargıyla karşılaşmıştı. İkisinin de aile yadigarı birer tılsımlı eşyası vardı. İkisi için de değişim tanımlayıcı bir ilkeydi. İkisi de genç yaştan itibaren uyum sağlamayı, yeni kimlikler edinmeyi öğrenmişti. Yaşamlarının çoğunu riski azaltarak, karışıklıklardan kaçınarak geçirmiş ve geçmişleri hakkında sessiz kalmışlardı. Vivian - Molly'nin sorularına cevaben- uzun zaman önce yaşadıklarıyla yüzleşmeye başlayana dek, ikisi de yaşamlarında değişiklik yapacak cesareti bulamamıştı.

-Eserinizde bol bol adı geçen Maine ile olan bağınızdan ve hislerinizden bahseder misiniz?

Annem ve babamın Güneyli olmalarına rağmen, ben altı yaşındayken Maine'e taşındık ve bir daha arkamıza bakmadık. Kendime bir Maine'li demesem de iki kız kardeşim orada doğdukları için öyle oldukları söylenebilir. Fakat gençlik yıllarımı Penobscot Nehri'nin yakınlarındaki otuz beş bin nüfuslu bir Maine kasabası olan Bangor'da geçirdim. Yaklaşık on yıl önce annem ve babam Mount Desert Adası'ndaki küçük bir kıyı köyü olan Bass Harbor'a taşındılar. Üç kız kardeşimin de anne ve babamın evine üç kilometre uzaklıkta evleri var ve biri, ailesiyle birlikte tüm yıl boyunca orada yaşıyor. Bense yazları ve diğer tatilleri adada geçirecek kadar şanslıyım. Oğullarım orayı memleketi olarak görüyor. Benim içinse anlamı oldukça basit: Maine benim kişiliğimin bir parçası.

-Kitabınızda zamanı nasıl kullandığınızdan biraz bahseder misiniz?

Öksüzler Treni'nin günümüzü anlatan hikayesi birkaç aylık, geçmişi anlatan bölümleriyse 1829 yılından 1943 yılına kadar yirmi üç yıllık bir süreyi kapsıyor. Bu iki bölümün birbirlerini tamamlaması için aralarında nasıl bir denge kuracağımı bulmak biraz zaman aldı.

Genellikle iki ayrı zamanda geçen hikayeler okurken, bir zamanı diğerine tercih ettiğimi ve onun anlatıldığı bölüme gelmek için sabırsızlandığımı fark ederim. Öksüzler Treni'nde bu durumdan kaçınmak için iki hikayeyi birlikte örerek birbiriyle bağlantılar ve yansımalar taşımalarını sağlamaya çalıştım. Örneğin bir bölümde Vivian'ın büyükannesi ona bir kolye veriyor, sayfalar sonra Molly bu kolyeyle ilgili yorumda bulunuyordu. Ama bu referansların fazla yalın ve açık olmalarını değil, karmaşık olmalarını istedim. Ayrıca geçmişte geçen hikayenin şaşırtıcı bir olayla aniden sonra ermesini ve günümüzde geçen hikayenin, onu kaldığı yerden devam ettirmesini istedim. Böylece hikayenin anlatımı da ortaya çıkmış oluyordu: Vivian, Molly'ye hikayesini günümüzde anlatıyordu. Bazen bütün taşları nasıl yerlerine oturtacağımı düşünmekten başıma ağrılar girdi desem yeridir. Neyse ki editörüm pek çok kez çıkagelip beni bu durumdan kurtardı. 

Röportaj burada sona eriyor. Umarım zevk almışsınızdır ^_^

Sevgiler :*

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

1 Ekim 2014 Çarşamba

Okuyan Kızlar Kulübü 38. Blog Turu - Öksüzler Treni - Christina Baker Kline / Duyuru - Çekiliş

Okuyan Kızlar Kulübü 38. blog tur konuğu Arkadya Yayınları'ndan çıkan Christina Baker Kline'ın kaleme aldığı Öksüzler Treni sizlerle.

 

Kitabımızı Tanıyalım

Bazen içinizdeki çocuk geçmişinizde hapsolur ve siz o çocuğu kurtarmak için tüm umutlara sımsıkı sarılırsınız…

Binlerce çocuk düşünün, ya ailesini hiç tanımamış ya da ailesini kaybetmiş. Kimsesiz çocukları düşünün, gülen gözleriyle size bakan. Tek istedikleri sıcak bir yuvayken, tek umutları ise onları bilinmeyen geleceklerine taşıyan Öksüzler Treni'dir.

 

1929 yılı Amerika'sında Vivian Daly de o trende yolculuk eden çocuklardan sadece biridir. Küçük yaşta hayatın zorluklarıyla karşılaşan Vivian, bir şekilde kaderine yön vermek zorundadır. Bunu gerçekleştirme gücünü de ona nereden geldiğini hatırlatan aile yadigârı kolyesinde bulacaktır…

On yedi yaşındaki Molly Ayer, son şansını da tüketmek üzere olduğunun farkındadır. Ona bakmakla yükümlü olan aileyle arası iyice açılan Molly'nin tek şansı, kamu hizmeti adına doksan bir yaşındaki yaşlı bir kadının çatı katını temizlemeye bağlıdır. Molly bu işi gönülsüzce yapacak olsa da aslında o yaşlı kadınla ne kadar çok ortak yönleri olduğunu yaşayarak öğrenecek ve geçmişte hapsolan ruhlarını özgür bırakma yollarını onunla birlikte keşfedecektir.

Öksüzler Treni ikinci şansları, beklenmedik dostlukları ve bizi kim olduğumuzu keşfetmekten alıkoyan sırları barındıran muhteşem bir roman.

"Sürükleyici… Bir eve ait olma hissini arayan iki kadının yürek burkan hikâyesi."

-Publishers Weekly-

Tur Takvimimiz 

30.09.2014

Takvim - Duyuru - Çekiliş

Çekiliş için tık tık!!

01.10.2014

Pudra Tozu - Detaylı İnceleme ve Alıntılar

Kitap Tutkusu - Gerçek Bir Öksüzler Treni Hikayesi

Kütüphanemden Kitap Manzaraları - Kitabın İçinden Christina Baker Kline Röportajı

Fighting!! - 

02.10.2014

Yorumlar

Pudra Tozu

Kitap Tutkusu

Kütüphanemden Kitap Manzaraları

Fighting!!

Katkılarından dolayı Arkadya Yayınları'na teşekkür ederiz.