Derdini Seven Adam olarak tanıdığımız Hekimoğlu İsmail, her bir dakikamızı İslâm'a uygun yaşamamız gerektiğini ifade ediyor. “Hem biz sevineceğiz hem başkalarını sevindireceğiz. Bayram, o zaman bayram olur.” diyen Hekimoğlu İsmail'e göre bayramların da ibadetler gibi külli planda yaşanması önemli.
Hekimoğlu İsmail... Nam-ı diğer Derdini Seven Adam... Timaş Yayınları'ndaki odasında ziyaret ediyoruz kendisini. Mütevazı odasının dört bir tarafı kitaplarla dolu, başucundaki ışık, okuduğu kitaba yarenlik ediyor, ayakucundaki tahtada haftalık planı yazılı. Bizimle göz göze gelene kadar okuduğu kitabı bırakmıyor elinden. Sorularımıza kısa ve öz cevaplar verip “Buyrunuz, başka sorunuz var mı?” diyor, belli ki ne kelamı ne de zamanı israf etmek istemiyor. Zira ona göre ömrün her bir dakikası İslâm'a uygun yaşanmalı. Hekimoğlu İsmail (Ömer Okçu), sözde kısa, özde engin cümlelerin kapısını araladı bize ve gönlündeki bayramı anlattı.
Derdini Seven Adam olarak biliniyorsunuz. Derdini Seven Adam'ın derdi, bunca gündem arasında değişime uğradı mı?
Önce dert nedir, derdi veren kimdir onu anlamak lazım. Derdi vereni biliyorsak sefadır. Dikkat ederseniz yazılarımda, makalelerimde, konferanslarımda hep imani konuları anlatıyorum. Önceden de bunları anlattım şimdi de bunları anlatıyorum. Dolayısıyla benim tek derdim bu. Çünkü bütün zamanların, bütün hastalıkların şifası, ilacı İslâmiyet'tir. Biz de hep İslâmiyet'i anlatıyorsak, hep şifa yolunu anlatıyoruz demektir. Çok şükür derdimiz hep aynı. Bütün zamanların şifası madem ki İslâmiyet, İslâm'ı yaşarsak derman, İslâm'dan uzaklaşırsak dert içinde dert demek. Dertlerden topyekün kurtuluşun bir tek yolu var, o da dinimizin emirlerini tatbik etmek.
Bayramlarınız nasıl geçiyor?
Yirmi sene askerlik yaptım, belki kırk tane bayramım gurbette geçti. Şimdi hastayım, evde oturuyorum, Allah razı olsun ziyarete gelen çok oluyor.
Misafir olmadığı zaman yine çalışıyorum, biliyorsunuz gazete makaleleri var. Bu Kurban Bayramı'nda yarım kalan bir kitabı inşallah tamamlayacağım.
Bayramların da ibadetler gibi külli planda yaşanması önemli. Yani hem biz sevineceğiz hem başkalarını sevindireceğiz. Bayram, o zaman bayram olur.
Çocukluğunuzun bayramları nasıldı?
Bayram deyince aklıma ziyaretler ve ziyafetler gelir. Kete, dolma, et yemeği ve baklava yapılırdı mutlaka. Ayran eşliğinde yemekler ikram edilirdi. Çocuklar için fındık, leblebi, üzüm karışımı dağıtılırdı ama çocuklar muhakkak şeker isterdi. Buğday tarladan, meyve ağaçtan, süt inekten gelirdi fakat kibrit almaya para yok. Kurban bayramı gelince hayvanlar satıldığı için piyasa canlanırdı. Biz de manda beslerdik, babam kasaptı.
Geçmiş bayramları özlüyor musunuz?
Özlemim yok. O bayramlar geri gelse de ben o adam değilim. Gezip tozamam, daldan meyveyi koparıp yiyemem. Önemli olan yaşadığımız anın İslâm'a uygun olup olmaması…
Bayramda infak etmenin öneminden bahsetseniz…
Herkes yemeğini paylaşsa kimse aç kalmaz. Bizde et yemeği pişse annem bir sahan da komşuya yollardı. İnfak etmek sadece bayramda değil, her zaman önemli.
Yardım derneklerinin infak etmedeki rolü nedir sizce?
Dünyanın dört bucağına yardım götürenler çok büyük hizmet ediyor. Biz de Kimse Yok Mu Derneği aracılığıyla kurban kesiyoruz, fevkalade hizmet ediyorlar. Bu dernek, asr-ı saadet modeli.
Gönlünüzdeki bayramı dinlesek sizden?
Yazacağım roman söz konusuysa çok hayalperestim diyebilirim. Gönlümdeki, hayalimdeki bayramı soruyorsanız; bugün İslâm coğrafyasında esir Müslümanlar var; savaşanlar, işkence görenler, açlar, hapishanede yatanlar var. Bunları yaşayan insan, yaşatan yine insan. Bayramlar külli planda yaşanılırsa bayram olur. Gönlümdeki bayramı tarif edecek olursam; ağlayanın olmadığı, fakirlerin bulunmadığı, İslâm ümmetinin hep birlikte sevinip bayram ettiği, Allah için işleyen, Allah için çalışan, Allah için görüşen insanların hep birlikte sevindiği ve İslâmiyet ile bütünleştiği bayram. Gönlümdeki, işte böyle bir bayram.
Bu bayram günlerinde sizden Müslüman âlemi için bir dua talep etsek neler söylemek istersiniz?
Okumak için bana göz veren Allah'ım, düşünmek için akıl veren Allah'ım, çalışmak için el, ayak veren Allah'ım, İslâmiyet'i öğrenmemizi, anlamamızı, yaşamamızı bize nasip et. Günah âleminde ölüp sevap âleminde dirildiğimiz bayramlar nasip et bizlere. Sana şükürler olsun.
‘MÜSLÜMAN, MÜSLÜMAN'A MUHALEFET ETMEZ'
“Müslüman'ın Müslüman'a muhalefeti caiz değildir.” diyorsunuz fakat bugün birbirine muhalefet etmeyen Müslüman yok. Bu durumu nasıl okumalıyız? Bu hususta tavsiyeleriniz neler olur?
Muhalefet duygusu her insanın içinde vardır. İnsan, bu duygusunu kanalize etmezse, günahlarına, din düşmanlarına muhalefet edecek yerde kalkıp Müslümanlara muhalefet ederse, muhalefet etmeyi üstünlük sayarsa, ne cemaat ne de ümmet gerçekleşir. Bugün Müslümanlarda muhalefet duygusu çok yaygın. Particilerden başlayıp cemaatlere ve fertlere kadar dalga dalga yayılıyor. Muhalefetin olduğu yerde de ne ümmet ne de İslâm devleti olur. Zaten İslâm devleti dediğimiz şey, Müslümanların İslâmiyet'i yaşamasıyla kendi kendine teşekkül eder. Bunun için tenkitten çok takdim ve iltifat gerekir. Madem ki biz Müslüman'ız, İslâm milletindeniz; ittihad-ı İslâm kafalarda yer edecek. İşte o zaman Müslüman Müslüman'a muhalefet etmez, İslâm milleti filizlenir. Unutmayalım, Müminler kardeştir; din kardeşi kan kardeşinden üstündür. Çünkü kan kardeşliği aileyi kurtarır, din kardeşliği dini kurtarır.
‘İNTERNETİN CAZİBESİNE KAPILIP İBADETİ AKSATMAYIN'
“Televizyonlu odadan televizyonsuz odaya geçiş bir hicrettir.” demiştiniz 1970'li yıllarda. Bugün bilgisayar ve cep telefonuyla da çok oyalanıyoruz. Bu cihazlar için de aynı yaklaşımı benimseyebilir miyiz?
Müslümanlar parayı ve elektronik cihazları teslim alıp İslâm'ın emrine sokacak. Bugün İslâm düşmanları bile İslâm prensipleriyle üstün oluyor. Dünün oku yerine bugünün füzesine sahip çıkacağız. Sahip çıkmak farzdır çünkü. Avrupalılar da Japonlar da insan, biz de insanız. Ben teknik adamım; biz, Amerika'da en ileri teknolojide çalışırdık, füzeler yapardık, füzelerin gölgesinde de namaz kılardık. Yani en ileri teknolojiyle İslâm bizde bütünleşmişti. Fakat teknoloji aynı zamanda ıslah edilmesi gereken bir canavardır. Bugün ekseriyetin evinde televizyon var, programlarda seçme yapmak lazım. Mesela tarihî; filmler, kültür filmleri seyredilir. Fakat artistlerin mahremiyetini odamıza taşıyan filmler seyredilmez.
Efendim, elektronik cihazlar ihtiyaca binaen alınır. Mesela ben kocaman kütüphanemde çalışırken bir yandan da zamanımı ibadetlerime göre programlıyorum. Çünkü zaman ve ibadet benim için önemli, bilgisayarın cazibesine kapılıp namazı niyazı unutmak istemem.
‘ÇİLESİNİ ÇEKMEDİĞİMİZ ŞEY BİZİM DEĞİLDİR'
1992 yılında yazdığınız bir yazıdan dolayı hapiste yattınız. ‘Medrese-i Yûsufî;ye' günlerinizden bahseder misiniz?
Sıkıntılı günler geçirdik. Hakkımda pek çok dava açıldı. Her türlü suçluyla birlikte mahkeme edildim. Şile Hapishanesi'nde yatarken katiller, hırsızlar, cahiller, düzgün insanlar hepsi vardı, onlarla bir sırada dizilip sayıldım. Katil bir numara, ben iki numara… Olsun, diyordum. Kaderimde hapis yatmak varsa, çok şükür ki, din için, Allah için hapis yatıyordum. Allah razı olsun sevenlerimiz hiç yalnız bırakmadı, mahkûmlar da çok saygılıydı bize karşı. ‘İnşallah Hekimoğlu abinin hapisliği uzar.' derlerdi. Orada sadece lisan-ı hal ile tebliğ vardı. Allah'ın rızasını, Efendimiz (sas)'in yaşadığı sıkıntıları, Üstad'ım Bediüzzaman'ın hayatını düşünüyordum. Bunlar bana cesaret veriyordu. Büyük davalar hapishanede ve sehpada yükselir. Çilesini çekmediğimiz şey bizim değildir. Ama en iyi hapishane, içinde olmadığımız hapishanedir.
Bugün hapiste yatan gazetecilere, polislere söyleyecekleriniz var mı?
Efendim, meydana çıkan, atılan taştan nasibini alır. Ya meydana çıkmayalım, yahut hayatı olduğu gibi kabul edelim.
‘Allah' demenin yasak olduğu devirlerden geliyorum. İmanımızın yakılmaya çalışıldığı günlerde hapislik vardı, sürgün vardı, ölüm tehdidi vardı; bunların hiçbiri iman hakikatlerine çalışmamıza mani olamadı. Size bir hatıramı anlatayım; hapisten çıkınca Sungur Ağabey'i ziyaret ettim, bekliyorum ki, “Geçmiş olsun, maşallah din için, Allah için hapis yattın, çıktın, tebrik ederim.” desin. Fakat Sungur Ağabey yüzüme manalı manalı baktı, “Seni idam etmemişler.” dedi. “Böyle birkaç ay yatıp çıkmakta ne var!” Bizler de idama razıydık. Bediüzzaman, vazifeli olduğunu biliyordu. Bakın, Üstad'ın bu konudaki kesin sözü odamın kapısının üzerinde asılı: “Benim yegâne vazifem, tahkikî; imanı temin etmektir. Onun için ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum!” Onu her gün birkaç defa okurum. Bizim mesaimiz böyle, vazife neyi gerektiriyorsa o. Zübeyir Ağabey'in müdafaasında en çok dikkatimi çeken cümlelerden biri şudur: “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz ahirette, birimiz dünyada olsak; biz yine birbirimizle beraberiz!..”