26 Haziran 2015 Cuma

Dünyada Ramazan çok renkli

Ramazan demek fırınlarda uzun kuyruklar bekleyerek aldığımız pide ya da camilerde minareler arasına asılan mahyalar demek değil sadece. Bunlar ayların sultanına bizim atfettiğimiz özellikler. Dünyanın başka ülkelerinde de ‘ah nerede o eski Ramazanlar' diyen Müslümanlar var. Çünkü onların da kaybolmaya yüz tutan, Ramazan ile özdeşleşmiş gelenekleri mevcut.

Ramazan geldi, yakılsın lambalar, çıksın fanuslar!

Mahya İstanbul'da ne ise rengarenk lambalar ve fanuslar da Mısır'da o. Hatta belki daha fazlası. Çünkü ışıklandırılan tek alan cami minarelerinin arası değil. Mısırlılar, Ramazan ayını sokaklara, evlere, camilere astıkları irili ufaklı lamba ve fanuslarla geçiriyor. Bu renkli geleneğin kökeni bir rivayete göre Fatımi Halifesi el-Muizz li-Dinillah'ın 969 yılında Kahire'ye gelişinde Mısır halkının kendisini yüzlerce lambayla karşılamasına dayanıyor. Fatımi Halifesi el-Hakim bi-Emrillah'ın Ramazan boyunca Kahire sokaklarının lambalarla aydınlatılmasını istediğine yönelik bir başka rivayet daha var. Hatta halifenin hilali gözlemlemek için yanında şarkı söyleyip kandil tutan çocuklarla birlikte Kahire sokaklarında dolaştığına dair bir başkası daha… Neticede sebebi ne olursa olsun bugün Mısır sokakları Ramazan'ın gelişinden itibaren bir ay boyunca kimisi mumlu kimisi pilli rengarenk fenerler ve lambalarla ışıl ışıl. Bu arada Mısırlılar sadece sokaklarını süslemiyor. Evlerinin içini de Ramazan boyunca başta hilal şeklinde olmak üzere çeşitli süs eşyalarıyla süslemek, bu kıymetli aya özel geleneklerden.

Malezya'da cami önlerinde çorba ikramı

Malezya'nın Melaka, Jahor ve Kedah gibi eyaletlerinde Ramazan'ın ilk günü resmi tatil. Uzun yıllardır süregelen geleneklerden biri ise ‘bubur lambuk' dağıtımı. Bubur lambuk; pirinç, kıyma, tarçın, sarımsak, karanfil, kişniş gibi baharatların birleşimiyle yapılan bir çorba ve Ramazan ile özdeşleşmiş bir lezzet. İftarların vazgeçilmez çorbası bubur lambuk, bir ay boyunca cami ve mescit önlerinde, ikindi namazı sonrası açılan tezgâhlarda halka ücretsiz dağıtılıyor. Ramazan boyunca her köşe başında bir akşam pazarı kurulması da hem Malezya hem Endonezya'ya özgü bir âdet. Bir de teravihten sonra camilerde kueh adlı bir tatlı ve çaydan oluşan Moreh ikramı var. Bu gelenek Endonezya ve Singapur'da da yaygın.

Endonezyalılar Ramazan'a nehirde yıkanarak giriyor!

Dünyanın en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkesi Endonezya'da kökü geçmişe dayanan o kadar çok Ramazan geleneği var ki, ülkenin farklı bölgeleri farklı geleneklerle anılıyor. Hatta bazılarının Hint geleneğinden etkilenerek bugünlere ulaştığını söylemek mümkün. Mesela Balimau. Bu geleneğe göre Batı Sumatra bölgesinde yaşayan halk; göl, nehir, göletlere girip Ramazan öncesi yıkanıyor. Geleneğin oruca başlamadan önce temizlenmek, arınmak gibi sembolik bir anlamı var. Yıkanma işlemi akşam ezanıyla bitiyor. Daha çok Açe'de yaşatılan bir başka geleneğin ismi Meugang. Bu geleneğe göre Ramazan'ın başlamasından ve bayramdan bir gün önce büyükbaş hayvanlar kesiliyor ve akşam yemeğinde yeniyor. Aynı zamanda varlıklı kişiler maddi durumu iyi olmayan kişilere bu etlerden dağıtıyor. Nyadran adlı bir başka geleneğe göre de aileler, akrabalar ve arkadaşlar Ramazan'dan önce bir araya gelerek kek yiyor ve birbirlerinden helallik istiyor. Ayrıca sahur yapıldıktan sonra sabah namazını camide kılmak ve yine camide Kur'an okumak oldukça yaygın.

Faslılar sahura davulla değil, nefarla kalkıyor

Gelelim Mağrip ülkesi Fas'a. Fas'ta yerini kısmen modern araçlara bıraksa da Ramazan geleneklerinin etkisi hâlâ çok güçlü. Hemen her Müslüman ülkede bulunan Ramazan davulcusu ve iftar topunun yanı sıra oruç tutanları sahura kaldırmak ve iftarı haber vermek için başka araçlar da var. Bu iş için görevlendirilen kişiler Faslıların sahura kalkması için sokaklarda dolaşıp üflemeli bir çalgı olan nefar çalıyor hatta bazen ailelere ismiyle sesleniyor. İftar vakti geldiğinde ise akşam ezanından saniyeler önce zowaka adı verilen yüksek sesli bir siren çalınıyor. Fas'ta yıl boyu camilerde kapüşonlu, tüm vücudu örten entari şeklindeki yerel giysi cellabe ve altına renkli babuş adı verilen terlikler giyilmesine dikkat ediliyor. Ramazan geldiğinde bu giysinin satışında patlama yaşanıyor. Çünkü bu ayda yeni cellabe ve babuş giymek Fas'ta adı konulmayan geleneklerden. Ayrıca Kadir Gecesi'ne de büyük önem veriliyor. O gece aileler ve akrabalar evlerde bir araya gelip hediyeleşiyor. Ayrıca sadece bu geceye özgü olarak evlerde M'bakhra adı verilen özel koku yakılıyor.

Brunei'de mesai 6 saat

Yemen'de erkeklerin gözüne sürme çekiliyor. Çocuklar tamasi adı verilen ilahiler söylüyor. Evlerin içi Ramazan için süsleniyor.

Irak'ta iftardan sahura kadar kafeler açık oluyor ve buralarda çeşitli eğlenceler, yarışmalar ve oyunlar düzenleniyor.

Libya'da sokaklara Mawaed al-Rahman adı verilen bereket sofraları kuruluyor. Libyalılar, bu sofralarda yer alan yiyeceklerden ücretsiz bir şekilde alıp iftarını açabiliyor.

Brunei'de memurlar, Ramazan boyunca günde sadece altı saat çalışıyor.

Suriye'de Ramazan ayı üç ayrı zaman diliminde ayrı ritüellerin yapıldığı bir ay olarak geçiyor. İlk 10 günde genelde akraba ziyaretleri yapılırken ikinci 10 gün, mağfiret zamanı olarak değerlendiriliyor. Müslümanlar sadece Allah'a tövbe etmekle kalmıyor, kavgalı olduğu yakınlarıyla da helalleşiyor. Son 10 günlük dilim ise alışveriş ve bayrama hazırlık dönemi.

Dünyadan iftar lezzetleri

Ramazan geleneklerinden bahsederken yeme içme kültürü üzerine kalem oynatmamak olmaz. Nasıl ki bizde pide, güllaç gibi bu ayla özdeşleşen lezzetler varsa dünyanın geri kalan Müslüman ülkelerinde de adı anılınca direkt Ramazan'ı hatırlatan yiyecekler var. En çok da tatlılar. Arap coğrafyasının genelinde özellikle Ramazan ayı boyunca yapılan bir tatlı var ki biz de kendisini tanıyoruz: Kadayıf. Aslında Türkiye'de de kadayıf Ramazan tatlısı olarak biliniyor fakat eski rağbet yok. Arap ülkelerinde ise Ramazanlar onsuz düşünülmüyor. Farklı çeşitleri olsa da un, yumurta, fıstık, ceviz karışımından yapılan bir tür hamur tatlısı. Mısır'ın milli yemeği ‘ful medames' (güveçte fava fasulyesi) de aynı zamanda Ramazan yemeği. Faslıların ‘harira' çorbası var bir de. Kadınların gerektiğinde ısıtmak üzere buzluğa koyacak kadar vazgeçemediği bu çorbada et, kuru bakliyat, sebze ve baharat gibi malzemelerden bol bol kullanılıyor. Cezayir'de ise Ramazan denince akla gelen ilk lezzet ‘lham lahlou' adlı tatlı-tuzlu karışımı bir yiyecek. ‘İçinde kuzu eti de var çeşit çeşit meyve de' diyelim, gerisini siz düşünün. Nijeryalıların akarası (börülce kızartması), Etiyopyalıların doro wett'i (tavuk güveci) Lübnanlıların ‘baba gannuş'u, Endonezyalıların ‘nasi goreng'i var sonra… Tüm oruç tutanlara önce Allah kabul etsin, sonra afiyet olsun diyerek bu bahsi burada kapatalım madem.

19 Haziran 2015 Cuma

Nerede o yeni Ramazanlar!

Hemen herkesin dilinde olan ‘Nerede o eski Ramazanlar' klişesi bile eskidi. Yaşlıların anlattığı ya da kitaplardan okuduğumuz Ramazanlar yok belki ama şimdiki Ramazan da sadece oruçtan ibaret değil. Olumlu ya da olumsuz birçok ritüeli var. İşte oruçla birlikte günlük hayatımızın vazgeçilmezleri olan o alışkanlıklar...

Halit Fahri Ozansoy'un bahsettiği eski Ramazanlar eskide kaldı. Öyle ki hemen herkesin dilinde olan ‘Nerede o eski Ramazanlar' nostaljisi bile yaşlandı. Şimdilerde ne iftariyelik satan ciğerciler, turşucular ne de Cinci Meydanı'nda ip gösterisi yapan cambazlar var. E, zaman çok hızlı artık. Peki, günümüz Ramazanlarında insanların gündeminde manevî; hayatın yanında neler var?

On bir ayın sultanı yaz mevsimine tesadüf ettiği için ‘Ne yersek tok tutar yahut susatmaz?' sorusu galiba birinci gündem maddesi oluyor. Çünkü yaklaşık on sekiz saat oruç tutuyoruz. Haliyle gazetelerin sağlık sayfalarında, televizyon haberlerinde bu paranteze rast geliniyor.

Hakkını verelim, pide kuyrukları hâlâ aynı ciddiyetle devam ediyor. Normal şartlarda sıra beklemekten nefret etsek bile iftarı sıcak pideyle açmak için ezana az bir süre kala kuyruğa girip beklemek hiç zor gelmiyor.

Oruç sofralarının baş tacı hurma ise Ramazan'ın en çok konuşulanları arasında. ‘Hangi hurma daha güzel, hangisi daha ucuz?' sualinin etrafında örgülenen tartışmayı es geçmemek gerekir. Bu arada hurmaya dolar zammı geldi.

Bu aya mahsus sütlü tatlı güllaç, hem yapımı hem lezzetiyle yine, yeniden gündemde. Ramazan'da imsak ve namaz vakitlerini gösteren imsakiyeler geçmişteki popülerliğini bugün de koruyor. Artık herkesin elinde akıllı telefonlar olsa da insanoğlunun kâğıda bakma ihtiyacından mıdır bilinmez, imsakiyeler her sene hatırlanan ahbaplardan.

İftar davetleri de Ramazan'la birlikte hayatımıza giren alışkanlıklarımızdan. İş yoğunluğu ya da başka nedenlerle uzun zamandır görüşemediğimiz eş dost ya da arkadaşımızle iftar sofralarında bir araya gelebiliyoruz. Yılın diğer zamanlarına göre daha çok tanıdıkla aynı masada buluşuyoruz. Çocukları Ramazan'la buluşturmak, onlara oruçla birlikte sabrı öğretmek için geçmişten gelen alışkanlıkları koruyoruz. Halk dilinde ‘tekne orucu' diye bilinen yöntemle çocuklar ergenlik öncesi öğleye kadar oruç tutup sonrasında yiyor.

Lüks iftarlar eleştirilse de devam ediyor. Beş yıldızlı otellerde yüzlerce çeşit yemeğin olduğu açık büfe iftarlara bu yıl da rastlayacağız. İlginçtir Osmanlı döneminde yaygın olan diş kirası uygulaması da en çok bu mekânlarda görülüyor. Padişahların, paşaların iftara davet ettikleri kişilere çıkışta verdikleri hediyeye diş kirası denirmiş.

İftar, sahur gibi teravih de başrolde olacak. En hızlı kıldıran imamlar bulunacak ya da hatimle kıldıran camiye giderek hem Ramazan'ın ruhunu doya doya yaşayacak hem de bayram geldiğinde Kur'an-ı Kerim'i hatmetmiş olacağız.

Eski Ramazanlardan kalma Ramazan davulcusu da unutmadığımız âdetlerimizden. ‘Her evde saat var, neden gürültü yapıyorlar?' eleştirileri alsalar ve sahur vaktine iki saat varken gelseler bile Ramazan'a renk katmaya devam ediyorlar.

“İftara ne kadar kaldı, çok susadım, sahuru kaçırdım, iyi sahur yaptım, sahura kadar oturduk...” şeklindeki muhabbetleri de 30 gün boyunca sıklıkla duyacağız.

Fiks menü zulmüne devam!

Menüde bulunan yemeklerden istediğini ye ya da yeme, altındaki fiyata razı olmak zorundasın. Çünkü müşteriye hepsini yemiş muamelesi yapılıyor. Fiks menünün kabaca tanımı bu olsa gerek. Ramazanlarda iftarla başlayan fiks menü aymazlığı, sahurlara da sıçramış durumda. Geçtiğimiz senelerde söz konusu uygulamadan şikâyetçi olanların sayısının artmasıyla bazı restoranlar bu uygulamadan vazgeçmişti.

AVM'de Ramazan etkinlikleri

Bazı belediyelerin abartılı Ramazan etkinlikleri de söz konusu. Mazinin bazı incelikleri bugüne süzülmeden gelince absürt işler ortaya çıkabiliyor. Semtin meydanında bir adet fesli macuncu, bir adet Karagöz perdesi, bir adet geleneksel kıyafetli şerbetçi dikmekle nostaljik Ramazanlara kapı aralandığı düşünülüyor. ‘Yeni Türkiye'nin vazgeçilmez mekânları AVM'ler ise Ramazan'ın yeni üsleri haline geliyor. Aynı hal, buralarda da geçerli maalesef. Yeri gelmişken belirtelim: İstanbul'un Ramazan evi Sultanahmet Meydanı'dır. Lakin geçtiğimiz sene Büyükşehir Belediyesi vatandaşlara Yenikapı'yı adres göstermişti. Ancak halkın kahir ekseriyeti bu yapay mekâna alâka göstermedi. Millet, yine Sultanahmet'in yolunu tuttu.

Mangallı iftarlar

Malum, havalar sıcak, günler uzun… İftarlar için açık alanlar, piknik yerleri tercih ediliyor. Mangalla başlayan iftar saatleri, teravihin eş dostla beraber kılınmasıyla devam ediyor. Hasbihal ta sahura kadar sürüyor.

Enderun usûlü teravih

2012 yılında, bir Osmanlı geleneği olan Enderun usulü teravih namazları seksen camide başlamıştı. Halkın büyük bir teveccüh gösterdiği söz konusu usul, hâlâ devam ediyor. Her sene manevî; zulme uğrayan Oruç Baba Türbesi'nden ziyade cami cami gezerek Ramazan'ı idrak etmek daha manalı bir hareket olsa gerek.

Ekranlara huzur geliyor

Ramazan'la birlikte televizyon erkanlarında da değişim başlıyor. Neredeyse bütün tematik kanallar iftar ve sahur programı yapıyor. Gündüz kuşağındaki kadın programlarının içeriğinin biraz daha manevi hayata uygun olmasına dikkat ediliyor. Hepsi olmasa bile bazı dizilerde iftar sofraları kuruluyor, sahura kalkılıyor. Hatta Ramazan'a özel diziler yayına giriyor.

12 Haziran 2015 Cuma

İstanbul'un Kaleleri

İstanbul'u müdafaa etmek sanıldığı gibi şehir surlarından değil, Boğaz hattı ve Karadeniz sahillerindeki hisarlardan başlıyordu. Bir zamanlar şehri muhafaza ederek günümüze çıkmış yapıları tanımak ve korumak da bize düşüyor.

Bir iklimin manzarası, mimarisi ve halkı arasında hâlis ve tam bir ahenk varsa, orada, gözlere bir vatan tablosu görünür” ifadesinde tecelli eden Yahya Kemal'in vatan telakkisi, bu şehri tezyin eden ışıltılı manzara içinde müstakil bir yer edinmişti. Üstad'ın şiirine hamur ettiği şey ise şüphesiz her asır kendi beyan tarzıyla imar ettiğimiz İstanbul mirasıydı. Bu miras, onca hercümerçten sıyrılıp adeta bir peygamber sabrıyla ziyaret edilmeyi bekliyor. Mevzubahis olan sadece Osmanlı değil, evveliyatında hayat bulmuş Yunan ve Doğu Roma bakiyesi eserlerini de ihtiva eden İstanbul'un mimarî; terekesi bu. Devir değişmesiyle gözden düşmüş, zaman içinde köhne, atıl vaziyete mahkûm edilmiş yapılar vaktiyle yok olup giderken, İstanbul'daki yapılardan bazıları hâlâ ilk günkü kadar diri ve kaim. Ehemmiyetine göre işaret edilebileceklerin başında belki de İstanbul'un kale ve hisarları geliyor. Tarihî; surları istisna tutarsak şehrin Boğaz'dan ve karadan çıkışları sayılacak mevkilerine inşa edilmiş heybetli kale ve hisarların tarihini keşfetmek, şehrin keşmekeşinden, tantanasından yaka silkmişler için bulunmayacak bir fırsat.

İstanbul'un doğu burcu Eskihisar Kalesi

İstanbul'un şark sınırında, Gebze sınırları içinde bulunan Eskihisar'ın tarihi Bizans dönemine kadar uzanıyor. Orhan Bey dönemindeki Maltepe (Pelekanon) savaşıyla tarih kayıtlarında yer edinmiş, uzun süreler de Osmanlılar tarafından yenilenerek hizmete devam etmiş. Yapının konumu, Marmara Denizi'ne hâkim. Yakın dönemde burada yapılan kazılarda önemli miktarda Bizans eserine ulaşılmış.

Rumeli Feneri Topçu kalesi

Avrupa kıyısının en uç kuzey noktasında bulunan Topçu Kalesi, devlet envanterine göre 17. asırda IV. Murat devrinde tuğla ve taş malzemeyle bina edilmiş iki büyük kulenin hükmettiği denize doğru seyrilen kemerli mazgallardan oluşuyor. IV. Murad devrinde tecdit edilen tahkimatta bir zamanlar 300 asker, 60 hane, cephanelik, 100 top ve sultan adına yapılan bir cami bulunuyordu. Kale, Cumhuriyet devrinde de karakol olarak istihdam edilmiş.

Aydos Kalesi'ni Tekfurun kızı açtı

Bugün Sancaktepe sınırları içinde yer alan Aydos Kalesi isminden de anlaşılacağı üzere bir Bizans yapısı. Aydos, Grekçe'de kartal anlamına geliyor. Bilhassa Osmanlı'nın doğudan teşebbüs ettiği hücumlara karşı önemli bir savunma hattı üzerinde bulunan kale, Orhan Gazi devrinde fethedilmiş. Burada kalan tekfurun kızının hikâyesi yüzyıllar boyunca anlatıla anlatıla günümüze kadar ulaşmış.

Zindanıyla meşhur Yedikule Hisarı

İstanbul surlarının güneybatı ucunda, şehir duvarlarına bitişik halde yer alır. Herbirinin ayrı isme sahip yedi kulenin birleşmesiyle vücut bulan kadim yapıyı, Bizanslı hükümdar II. Teodosius yaptırdı. Binanın inşa tarihi 413-439 yıllarına tekabül ediyor. Roma imparatorlarının kullandığı abidevi altın kapı hisar içindeki kapılardan. Sultan Fatih şehrin alınışından sonra bu kapıyı kapattırarak şehrin giriş çıkışlarını Edirnekapı'ya tevcih etmiş, mevcut hisar uzun bir müddet devletin hazini muhafaza etmiştir. Ardından, hisarın bahtı zindana çevrilmesiyle değişir. Burası artık yabancı elçilerin, yabancı han ailesinin, hatta ve hatta sultanın hapsedildiği yer olacaktır. II. Osman burada yeniçeriler tarafından katledilmişti. Eskiden içinde bir mahallenin de bulunduğu hisar, 70'li yıllarda ihya edildi. Şimdiyse dizi setlerinin değişmez adreslerinden.

Rumeli Hisarı: Ruhumu Eritip de kalıpta dondurmuşlar…

Boğaz deryasının nişanesi Rumelihisarı, İstanbul'un fethine mukaddem bir safhada (1451-1452) Sultan Fatih tarafından bina edilmişti. Tarihî; kayıtlarda Yenice veya Boğazkesen namıyla bilinen sahil kalesi, bizzat Sultan'ın da nezaret ettiği hatta Saruca Paşa, Zağanos Paşa gibi kudretli devletlûların da harç kardığı bin kadar usta ve ameleyle bina edildi. Bu muavenet ve canhıraş gayretin neticesinde dört aylık mühletin ardından tahkimat tamamlandı. Fetih nihayete erdikten ve hisar vazifesini gördükten sonra bittabi selefinin akıbetine maruz kaldı ve muhafaza vazifesi sona erdi. Burası da tıpkı Güzelcehisar gibi asi yeniçerilere ve yabancı elçilerin atıldığı zindan halini aldı. İstanbul'da infaz edilecek olan mahkumlar deniz yoluyla buraya getirilir ve infazın bitimi akabinde top atışı yapılarak ölenlerin ismi halka ilan olunurdu. Kale dizdarı ve muhafızların ikâmet ettiği evler, asırlar içinde küçük bir mahalleye dönüşür. 1953 senesindeki Menderes istimlâkı esnasında restorasyonu yapılır ancak icraat içerideki mahalle ve cami toptan kaldırılarak, yapının tarihî; dokusuna muhalif düşen bir tiyatro sahnesiyle neticelenir. Yakın zamanda Hisar içinde yeniden ihya edilen mescit ise sığ bir popülarizm ve siyasi çekişmenin arasında kaldı. Zira ücretli bir müze durumundaki kale camiinin müdavim bir cemaati olmayacak.

Anadolu Hisarı: Osmanlı'dan Boğaz'a bir hediye

Diğer adıyla Güzelcehisar, Türklerin Boğaz kıyılarında inşa ettikleri ilk askeri tahkimat yapısı. Sultan I. Bayezid tarafından Göksu (Aretas) deresinin Boğaz sularına kavuştuğu yerde bir konuma sahip olup şehrin iki yakasının birbirine en yaklaştığı yerde inşa olunmuş. (1395) Boğaz'dan geçen düşman unsurlarına göz açtırmamak üzere tasarlanmış, Sultan Fatih'in şehri fethetmesi esnasında dış sur ve yeni hisarpeçeler eklenerek son haline bürünmüş. Batılı seyyahların anlattığına göre, Ortaçağ'ın Avrupa şatoları gibi etrafı su üzerine eğilen iner-kalkar bir kapıya sahipmiş. Hisar tüm ihtişamıyla İstanbul'un bir tezyinatıyken Boğaz sahiline yapılan istihkâmlar neticesinde savunma mahalli vasfını kaybetmiş ve bu sahil kalesi hapishaneye çevrilmiş. Konuya vâkıf tarihçiler, buraya mücrim yeniçerilerin kapatıldığını rivayet ediyor. Ancak zamanla bu meşum kale, hemen dibindeki dere yatağına yapılan konak ve yalılarla İstanbul'un şirin bir mamuresi haline gelmiş. Cumhuriyet devrinde inşa edilen asfalt sahil yolu ne talihsizliktir ki tam da hisarın ortasından geçirilmiş. Bugün kısmen ziyarete kapalı olan burçların dibinden tarihî; hadiseleri soluklamak pek tabii mümkün.

Ceneviz yadigârı Yoros Kalesi

Anadolu yakasının kuzey yamaçlarına kurulmuş, Boğaz'ın Karadeniz girişini kollayan görkemli kale, eski ihtişamıyla duruyor. Anadolu Kavağı sırtlarına yaslanan kaleyi Semavi Eyice'nin iddiasına göre Bizanslılar, diğer bir iddiaya göre ise Cenevizliler bina etti. Güneyden gelen ticaret güzergâhını korumak ve civarı kollamak üzere yapılan kalenin tüm duvarları ve girişindeki iki geniş burcu sağlam bir halde. Duvarlara dikkat edildiğinde kale kapısının üzerinde Yunanca kitabeleri görebilmek mümkün. Buraya gelenler Boğaz'ın hiç bilinmeyen, el değmemiş bir İstanbul manzarasıyla karşılaşacak. Sahilde Anadolukavağı'na inerek ormanla birlikte deniz havası almak mümkün.

Şile'nin Ocaklı Ada kalesi

Mübadeleye kadar Rumların yaşadığı bir köy olan Şile sınırları içisinde dört ayrı kale bulunuyor. Fakat bugüne çıkabilmiş ve ilçenin sembollerinden biri Ocaklı Ada kalesi olmuş. Sahilde tabii kayalıklarla çevrili limanda ve etrafa hâkim taşlığın üzerinde bulunuyor. Şile'ye gelen herkesin dikkatini çekecek bu gözetleme kulesi 12 metre yüksekliğinde ve birçok tahkimat unsuru gibi Cenevizlilerin imzasını taşıyor. Kaleyi bundan sonra sırasıyla Bizanslılar ve Osmanlılar kullanmış. Cumhuriyet devrinde hazine avcılarının istilasına uğramış, başlatılan restorasyon çalışması hâlâ devam ediyor.

Riva Kalesi: Tüccarların Barınağı

İstanbul'un sevimli nahiyesi Riva'da Karadeniz denizyolunu tutan bir tahkimat yapısı Riva Kalesi. Cenevizlilerin ticaret yolunun emniyetini temin etmek ve balıkçılara barınak olmak üzere buraya inşa edilmiş. Mezkur kale ve hisarlar gibi burası da bir menfa yani sürgün yeri ve hapishane vazifesi görmüş. İç içe iki surla tahkim edilmiş olup, birinden içine geçerken iner kalkar bir kapının bulunduğunu devlet envanterleri naklediyor. Osmanlı devrinde müteaddit defa tamir görse de bugün Riva'nın bir köşesinde hakkıyla turizme kazandırılmayı bekliyor.

Kilyos Kalesi: Bir tatlı huzur

İstanbul'un Karadeniz sahillerinde bir başka bucak da sahiliyle meşhur Kilyos. İsminden de anlaşılacağı üzere burası Bizans devrinden bu yana yaşamını devam ettiriyor. Lakin mevzubahis olan kaleyi o devirde ticareti elinde tutan Cenevizliler yaptırmış. Osmanlılardan II. Mahmud döneminde, H. 1197-1241 seneleri arası bir tamirat geçirdiği, kale bedenindeki kitabeden anlaşılıyor. Kagir duvarlı ve tonoz örtülü bu eski devrin mirası, bugüne kadar ağır bir tahrifat geçirmemiş, özgün yapısını muhafaza etmiş.

6 Haziran 2015 Cumartesi

Eski Ankara’nın eskimeyen yerleri

Hacı Bayram-ı Veli’nin misafiriyiz bu hafta. Rota; eski Ankara’nın sokakları, türbeleri, çaycıları, kalesi…

Ankara, tipik bir İç Anadolu şehri aslında. Onun tek şanssızlığı Osmanlı’nın son payitahtı İstanbul’a alternatif olarak Genç Cumhuriyet’in başkentliliğini üstlenmesi. Kadim İstanbul’un karşısına yeni yetme bir delikanlı olarak dikilmesi. Üstelik bıyıkları bile terlemeden. Zaten trajedi de bundan sonra başlıyor; her bahtı karanın görmek istediği güzel Ankara’nın bu sonucu belli harpteki mağlubiyeti yani. Tabii 92 yıllık bir devletin devrimlerini sırtlamak belini bükmüşe benziyor. İçinde acılar da var hüzünler de yer yer tebessümler de… Onun bu ‘geniş sağrısını rüzgâra vermiş bir harp gemisi’ni andıran yorgun vücuduna dikkatli bakın. Ve her şehrin kendinde saklı hikâyesini yavaş yavaş okuyun sevgili kari! Bu arada şehirden kâm almak isteyenlere naçizane tavsiye şudur: Ahmet Hamdi’nin Beş Şehir’deki Ankara bahsini behemehâl okuyun.

Hacı Bayram-ı Veli’nin huzurunda…

Ankaralıların belki de lebalep doldurduğu birinci cami burası. O yüzden vakit son dakikalara sıkışmadan gelin Hacı Bayram-ı Veli’nin huzuruna. Somuncu Baba’nın talebesi olan Hazret, Emir Sultan ile de sırdaşlık etmiş büyük bir veli. Türbesi ve camii, Tanpınar’ın ‘zıtlar mecmuası’ diye andığı avluda bulunan İmparator Augustos’ın şerefine dikilmiş Roma mabedi kalıntılarının ortasında yer alıyor. Türk cemiyetinin bünyesinde yapıcı bir rol oynayan Bayramiye tarikatının kurucusu aynı zamanda. Neden mi yapıcı? Çünkü tarî;k-ı mezkûr, dönemin esnaf ve çiftçisini içine alıp genişleyen bir halka. İmparatorluğun iç nizamını yapan adamın minarelerinden ezan okunuyor. Ol vakit, haydi namaza!

Hamamönü: Eski Ankara’nın yüzü

Adı, modern Türk devrimiyle anılsa da Ankara’nın Osmanlı yüzü de var. Ulus’taki Hacı Bayram’a özel araç yahut taksiyle on-on beş dakikalık mesafede yer alıyor. Bu arada öğle yemeğini cuma çıkışı Hacı Bayram’ın civarındaki meşhur dönercilerde ya da Hamamönü’ndeki nezih restoranlarda, lokantalarda keyifle yiyebilirsiniz. Tek katlı, çiçekli sokakların bulunduğu Hamamönü, nostaljiye davet ediyor insanı. Size de buraları kadraja almak düşüyor. Ara sokakları bitirdikten sonra yılların çaycısı Kardeşler Çayevi’nde şöyle bir soluklanmayı ihmal etmeyin.

Taceddin Sultan’ın bahçesi

Ankara’nın manevî; büyüklerinden biri de Hamamönü’nde medfun Taceddin Sultan şüphesiz. Üftade Hazretleri’nin talebelerinden olan Hazret, Celvetî;liğin başkentteki sesi olmuş. Türbesi caminin içinde yer alıyor. Bu arada gizli geçidi andıran yeraltı kapısını kaldırın, sizi başka merkadlere ulaştıracaktır. Sadece Taceddin Sultan’ın değil, burada bulunan Sarıkadı Camii’ne de uğrayın. Ve tabii şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun hemen arka taraftaki hazirede bulunan mezarını da ziyaret eyleyin.

Mehmet Akif’in mısralarına dokunmak

İstiklal Marşı’nın evi, Mehmet Akif Ersoy Müzesi olarak hizmet veriyor. Büyük şairin ‘Korkma!’ diyerek başladığı ve duvarlarına kazıdığı marş, işte burada yazıldı. 724 şiir arasından birinci olarak seçilen İstiklal Marşı, Birinci Meclis’te Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından bir rivayete göre on kez okunur. Bu küçük binada, bu yoğun duygular ne kadar hissedilebilir, meçhul… Lakin siz yine de Akif’e hürmeten ziyaret listenize alın burayı. Şaire ait cep saati, gözlük, tesbih, tüfek gibi eşyaların teşhir edildiği müzede, milli şairin şahsına ve ailesine ait fotoğraf ve el yazısı belgeler de yer alıyor.

Sana Ankara Kalesi’nden baktım ey başkent!

Şimdi şehrin meşhur kalesine tırmanma vakti. Hamamönü’nden yürüye yürüye Ankara Kalesi’ne çıkmanızı salık veririz. Sizi ilk Samanpazarı karşılayacak. Burası antikacı dükkânlarının olduğu güzide bir semt. 1955’te son halka açık idamın gerçekleştirildiği yer aynı zamanda. Bu arada Ankara köftesinden tatmak isteyenler, Kebapçı Emin Usta’ya uğrasın. Şimdi hemen ilerideki kaleye revan olma zamanı. Kale içindeki camileri, bilhassa Alaaddin Camii’ni ziyaret edin. Ve o muhteşem minberini dünya gözüyle görün. Size Tanpınar yoldaşlık etsin ve desin ki, “Ankara’ya ilk geldiğim günlerde Ankara Kalesi benim için âdeta bir fikr-i sabit olmuştu. Günün birçok saatlerinde dar sokaklarında başıboş dolaşır, eski Anadolu evlerini seyrederdim. Hâlâ bile bu keskin realizmin ötesinde, bütün imkânsızlığını bilmeme rağmen bir anlaşma noktası bulunabileceğine inanırım.” Evet, koca Başkent, ayaklarınızın altında… Her yer beton her yer gri de olsa, siz uzaklara bakın! O kadar uzaklara gidin ki II. Kılıçarslan da gelsin yanınıza birazdan Ankara Savaşı’nda mağlup olacak Yıldırım Bayezid de…

1 Haziran 2015 Pazartesi

Bir ayetle hatim sevabı

On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif’e kavuşmamıza ramak kaldı. Kur’an sohbetleriyle rahmet kapısının aralandığı bu zaman dilimlerinin vazgeçilmezlerinden biri, ortak hatm-i şerifler. Bu durum günümüzde gelişen teknolojiyle daha kolay hale geldi. Online hatim de bunlardan biri. Peki, normal hatim ile online hatim arasında fark var mı?

Günümüzde birçok insanın akıllı telefonu var. Bu durum, birçok alanda olduğu gibi manevî; yaşamımıza da kolaylık sağlıyor. İstenilen zaman istenilen yerde Kur’an-ı Kerim yahut Cevşen okumaya, namaz vakitlerini dakikası dakikasına takip etmeye, hatta zikir çekmeye yarayan programlar veya uygulamalar icat edildi. Ancak, bireysel yapılan ibadetlere nazaran cemaatle yapılanı daha makbul. Kâinatın Efendisi’nin (sas) üzerinde durduğu konulardan biri de, cemaatle icra edilen ibadetler. “Hayra vesile olan hayrı yapan gibidir.” hadis-i şerifinden yola çıkan bir grup arkadaş, internet sitesi kurarak toplu hatim yapılmasına imkân sağlıyor. Arnavutluk’taki Bedir Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bölümü öğrencilerinin kurduğu ‘1ayet1hatim.com’ sitesinde; pratik olarak sitedeki ayetleri okuyarak bir hatim fırsatı yakalayanlar cemaat sevabına katılmış oluyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Ortak hatime katılan herkes mutlaka üzerine düşen kısmı okumalı. Siteyi kuran öğrencilerden Eren Erduran, “Normalde çoğu kişinin akıllı telefonu ve bunların içinde bir Kur’an programı bulunuyor. İstedikleri anda açıp Kur’an’ı okuyabilirler. Ancak cemaat halinde yapmak daha faziletli ve hayırlı olduğu için, Kur’an-ı Kerim’in daima küresel bir çerçevede, herkesin erişebileceği şekilde cemaat halinde okumanın da daha sevaplı ve faziletli olacağını düşünüyoruz.” diyor. Bu sebeple sitenin kullanıcı sayısının artması Erduran’ın en büyük temennisi.

Online hatim siteleri veya uygulamaları bununla sınırlı değil tabii ki. Herkul.org, ortakhatim.com siteleri ve Ezan Alarmı uygulaması bunlardan birkaçı… Online bir platform olan Ortak Hatim sitesinde, diğer kullanıcılarla birlikte Kur’an-ı Kerim’i hatmedebiliyor, Cevşen-i Kebir ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin derlediği el-Kulub’ud-Daria dua kitabını okuyabiliyorsunuz. ‘Hasenat Kur’an Araştırma Sistemi’ adlı uygulama ise konularına göre ayrılmış bir Kur’an-ı Kerim fihristi. Bu uygulamada, üç ayrı okuyucudan hatim dinleme, Türkçe, İngilizce ve Almanca meal okuma, Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirine erişim, Kur’an-ı Kerim içinde Türkçe ve Arapça arama yapma gibi özellikler bulunuyor. Uygulama ücretsiz. Bir diğer gelişmiş hatim uygulamasının adı: Quran Majeed. Farklı imamların sesinden Kur’an-ı Kerim’i takip edebileceğiniz bu uygulamada, dinlediğiniz ayet ekranda kırmızıyla gösteriliyor. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça gibi farklı dillerde çevirileri de var.

Bir ayet öğrenmek, yüz rekât nafile namazdan daha hayırlı

Kur’an’ın okunmasının, ister hatim suretiyle ister parça parça olsun fazileti çok büyük. Peygamber Efendimiz (sas) hadislerinde hatimden ziyade Kur’an okumaya teşvik ediyor. Bununla beraber hatimle Kur’an-ı Kerim okumaya yönelik hadisler de mevcut. İmam Tirmizi’den rivayet edilen bir hadis-i şerif buna örnek: “Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa, onun için bir hasene (sevap) vardır. Her hasene için ise on misli sevap vardır. Ben ‘Elif, Lam, Mim’ bir harftir demiyorum. ‘Elif’ bir harf, ‘Lam’ bir harf, ‘Mim’ bir harftir.” İbn Mace tarafından rivayet edilen bir başka hadiste ise ayet-i kerimeleri tam anlamıyla idrak etmenin faziletinden bahsediliyor: “Ey Ebu Zer! Gidip Allah’ın kitabından bir ayet öğrenmen senin için yüz rekat nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Ve kendisiyle amel edilsin veya edilmesin ilimden bir mesele öğrenmen bin rekat namaz kılmadan daha hayırlıdır.”

Tek başına yapılan hatim, ortak hatimlerden daha sevap

‘Normal hatim ile online hatim arasındaki bir fark var mı?’ sualini soruyoruz Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Başkanı Davut Aydüz’e. Şunları söylüyor: “Bir yönüyle var, bir yönüyle yok. Bir insanın tek başına yaptığı hatimden kazandığı hem sevap çoktur hem de istifadesi. Online yapılan hatimden de insan sevap kazanır. Ancak online hatimde söz veren herkes okuması gereken yerleri okuyor mu acaba? Bence bu önemli. Eğer herkes aksatmadan okursa ve tam bir hatim olursa o zaman, o hatimden hâsıl olan sevap herkese tam bir hatim sevabı olarak dağıtılır. Yani hatim sevabı kişi sayısına bölünmeden, herkese tam bir hatim yapmış gibi sevap yazılır. Fakat okuyanların sayısı arttıkça, büyük ihtimal birileri söz verdiği halde okumayacaktır, en azından zamanında okumayacaktır. Veya okusalar da herkesin okuması aynı seviyede olmayacak, belki bazıları çok zayıf olup ve yanlış okuyacaklardır. Onun için de benim tavsiyem, herkes bizzat kendisi okusun. Aynı zamanda, kısa zamanda daha çok sevap kazanma düşüncesiyle, böyle ortak hatimlere de katılabilir.” Aydüz’e göre, bir insanın bizzat kendisinin baştan sona Kur’ân’ı hatmetmesi, ortak hatimlerden daha sevap. Online hatimlerde Kur’an-ı Kerim’in somut olarak ele alınamamasının hatim açısından herhangi bir sakıncasının olmadığını söyleyen Aydüz, “Fakat bizzat Kur’ân’ı ele alıp okumanın da ayrı bir hazzı olabilir. Bir diğer mesele de, Kur’ân’ın yüzüne bakmak da ayrı bir sevap.” diyor. Aydüz, önemli bir konuya daha parantez açarak, manasını anlamadan defalarca hatim yapmaktansa, Kur’ân’ın manasını anlamak için açıklamalı bir meâl veya bir tefsir okumanın, insana daha çok sevap kazandıracağının altını çiziyor. Sebebi ise, Kur’ân’ın anlaşılması…